Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
Ortaçağ Bir Metafor (III) Öğr. Gör. Okday Korunan (İstanbul Devlet Tiyatrosu, İstanbul Kültür Üniversitesi) Ortaçağın Savunusu: (Apologia) “Arınmak için kanla yıkanmak kirlenmek değilse nedir?” İnsanın duvarı beyninde örülüdür; “XII. yüzyılda Şeytan’ın sekiz evli kızı olduğu inancı vardır. Bu kızlardan; Din sömürücülüğü, seküler bilginlerle; İkiyüzlülük, keşişlerle; Zorbalık, şövalyelerle; Kutsala saygısızlık, köylülerle; Samimiyetsizlik, habercilerle; Faiz, burjuvalarla; Şatafat, yaşlı kadınlarla evlidir. Fakat sekizinci evli kızı sefahatin tek bir kocası yoktur. O herkesin metresidir.” Ortaçağ, itaat üzerine kurulu gökten yere uzanan hiyerarşik bir yapıydı. Yönetenler ve yönetilenler bu yapıyı kutsallaştırarak sadakat bağıyla içinde yer alıyorlardı. Sosyal bir kurmaca yaşanıyordu. XII. yüzyılda itaat duygusu bir ölçüde zayıflamaya başladı. Tanrı ile arasına başka varlık sokmaktan sıkılan insan aklı (us’u) bu değişimin başlangıcı oldu. Yazı, bireyselleşmenin özgün biçimlerinden biriydi. İnsan dua sırasında Tanrı’yı nasıl nesnelleştiriyorsa, edebiyatla da kendini nesnelleştirdi. İnsan bu anlamda değişimin kolektif adı haline geldi, kendi de kolektif yaşamın ayrılmaz parçasıydı. IV. yüzyılda Hıristiyanlık Roma İmparatorluğu’nun resmi dini olduktan sonra dinsel ve ideolojik bir hareketlilik de beraberinde yaşanmaya başladı. Batıda Latin kilise anlayışı, doğuda Yunan kilise anlayışı gelişmeye başladı. Bu da, insanın fikri yapısının her zaman değişime açık olduğunun bir kanıtıdır. 1215’te Magna Carta ile, İngiltere’de soyluluğun Tanrısal haklarıyla halkın istekleri arasında sözleşmeyle barış sağlanmış olması önemli bir siyasal gelişmeydi. İnsan hakları evrensel beyannamesine uzanan insan merkezli hukukun ön adımı sayılabilecek bu anlaşma; kralın ve halkın yasa (sözleşme) önünde uzlaşması anlamına geliyordu. Ortaçağ pek çok teknolojik buluşun da yaşandığı bir çağdı. Temel hammaddesi ağaçtı fakat sonraları taş ve demir de kullanılmaya başlandı. XII. yüzyıl sonunda yel değirmenlerinin ortaya çıkması, rüzgâr gücünün kullanılması, XIII. yüzyılda demir, kurşun, bakır ve kömür kullanımının oldukça genişlemesi, ticaretin, özellikle de deniz ticaretinin öne çıkması, teknelerde dümen ve yelken sisteminin, pusulanın geliştirilerek yaygınlaşması, usturlabın gelişimi önemli oldu. Sanat, bu dönem insanının kendini seyrettiği bir aynaydı. Gotik, “barbar” anlamından XIX. yüzyılda Romantiklerin elinde övgü dolu bir terime dönüştü. Gotik Mimari’nin sivri uçlu kemerleri, gül pencereleri önemli bir değer oluşturdu. İnşaat alanında manivelanın kullanılması, vitray sanatının atası cam süslemeciliğinin kullanımıgelişimi, Gotik süslemeciliğin aldığı yolda, tarım tekniklerinin gelişimi, mekanik bilimlerdeki ilerleme öne çıktı. Silah ve zırh yapımı, demirin at üzerindeki kullanımı, muhasebe sisteminin kurulması, zanaat kollarındaki gelişim, el işçiliği metal ve fildişi oymacılığı, el yazmalarındaki artış, matematiğe duyulan ilgi, sanata ve sanatkâra duyulan saygı, dilbilgisi, belagat, mantık, aritmetik, geometri, astronomi ve müzik alanındaki önemli gelişmeler dönemi kıymetlendirdi. Resmin şövale üzerinde yapılmaya başlaması, resmi ve konularını açık alanlara taşıdı. Mutfaktan parfüme, müzikte çok sesliliğe uzanan gelişim, org, lavta, viyola, arp, trombon, klavsenin ortaya çıkışları, duyusal zenginlik yarattı. Hümanist edebiyat ve edebiyatçılarla yazılı gelişim, düşünce gücünü tetikledi. Dante (12651321), Petrarca (13041374), Er as mus (14651536), Shakespeare (15641616) gibi yazarlar dönemin önemli edebiyatçıları ve hümanist düşünceci isimleri olarak öne çıktı. şünülür dünyanın ya da Tanrısallığın sezgisi vardır. Kuşkuyu kuşkuyla gidererek, sezgide yanılgının olanaksızlığını vurgulamıştır. Aziz Augustinus’un Tanrı’ya sezgi ile ulaşılabilir yaklaşımının ardında Platoncu bilgi felsefesi saklıdır. Skolastik Felsefe: Bu dönemin, IX. yüzyıldan XV. yüzyıla kadar olan kısmı kapsadığı kabaca düşünülür. Patristik felsefe Hıristiyanlık inancına felsefi bir nitelik kazandırmayı hedeflerken, Skolastik felsefe bu öğretiyi sistematik hale getirme çabasında olmuştur. Yöntem olarak aklı, “Tanrısal” olanla uzlaştırarak Hıristiyanlık anlayışını anlaşılabilir kılmaktı. Bu dönemin en önemli iki düşünürü Aziz Anselmus (10331009) ve (Aquino’lu) Aziz Thomas’tı (12251274). Aziz Augustinus’tan etkilenen Aziz Anselmus, inancı “akıl” ile temellendirmiştir. Ona göre insan Tanrı’ya yönelerek ve inanarak, gerçeğin bilgisine akıl ile ulaşabilirdi. Onun anlayışı, akılcılık ile dengelenen bir Plotinosçuluktu. İnancı tüm bilimin kaynağı sayarak, felsefeyi inanca indirgedi. Aziz Thomas ise sorgulayan aklı öne çıkararak, Aziz Anselmus’un düşünce dizgesini geliştirdi. Aristotelesçi bilgi kuramını bu gelişime ekledi. Aziz Thomas için bilgi, deneyle başlar. Varlık araştırması felsefesinin temelini oluşturur. Varlık bilimin temelindeki ilkeler; varlıkbilimsel oldukları kadar mantıksal ilkelerdir. Bu ilkelerin başında çelişmezlik ilkesi vardır. Felsefe, olup biteni bir kavram altında toplayarak onu inceleme eylemidir. Olan bitenle aramızdaki düşünsel eylemimizi birleştirme çabasıdır. Bu yönde ortaçağın felsefi hareketliliğinden rahatça söz edilebilir. İnsan bu tür faaliyetlerini dil ile yalogos” (aklın hikmetpabilmektedir. Ortaçağda “l Pathos” (ruhun dili) kadar önemle buluşan dili) “P li bir kavramdır, beraberinde sözlü gelenekten yazılı geleneğe geçişte insan emeği de öne çıkmıştır. Ortaçağ, eğitmenliğin meslek olarak görüldüğü, önemsendiği bir dönem oldu. Antik Çağ praksisi içerirken pek çok alanda kavramsal tartışmalara kapalı kalmıştı. Aristoteles’in “Ezoterik Ekzoterik” (Bâtıni Zahiri) belirlemesi Ortaçağ’da sürdürülen felsefi faaliyetin kavranması konusunda açıklayıcı öneme sahiptir. “XII. yüzyıl Avrupası üniversiteleri, loncaları ile gelişime ve zenginliğe açık bir Ortaçağ görüntüsü sergiliyordu.” Şimdi derin bir nefes alın, odanızın penceresinden dışarı bakın. Yoksa sizce de hâlâ aydınlanmayı bekleyen sadece Ortaçağ mı ya da Ortaçağ bir metafor mu? Yararlanılan Kaynaklar: * Afşar Timuçin “Düşünce Tarihi” * “Doğu Batı” Dergisi sayı: 33 * Celil Layiktez “Ortaçağ’ın Aydınlığı” CBT 1300/ 13 17 Şubat 2012 SONUÇ ORTAÇAĞIN TEKNOLOJİSİ Felsefi açıdan ortaçağı ikiye ayırmak olanaklıdır, 1 Patristik dönem, 2 Skolastik dönem Patristik Felsefe: Ortaçağ felsefesinin II. yüzyıldan VIII. yüzyıla kadar olan birinci dönemini Kilise Bakapsadığı kabaca düşünülmektedir. “K baları Dönemi” olarak da anılan bu dönem felsefesinin amacı; Hıristiyanlığı yaymak ve diğer inançlara karşı savunmaktı. Bu dönemde Platon (MÖ 427347) ve Plotinos’un (205270) görüşlerinden yararlanılmıştır. Hedeflenen, Hıristiyan din öğretilerinin oluşturulmasıydı. Döneme yön çizen Aziz Augustinus (354430), Manici geçmişten gelip Piskopos Ambrosius’a (337340? 397) vaftiz olmuş bir Hıristiyandı. İnancının öğretisini peşinen doğru kabul etmekte hiç tereddüt yaşamadı. Tarih felsefesinin kurucusu Aziz Augustinus için erdem; insanın iradesini Tanrı’nın iradesine sunmasıydı. “Si fallor sum” (yanılıyorsam varım) formülü ile XVII. yüzyılda Descartes’ın “cogito ergo sum” (düşünüyorsam varım) düşünce formülünün biçimsel ilhamı oldu. Aziz Augustinus’un düşüncesinin temelinde, dü İKİ FELSEFİ ORTAÇAĞ