23 Haziran 2024 Pazar Türkçe Subscribe Login

Catalog

Prof. Dr. Emin Kansu’nun Prof. Dr.Toner’in buluşu ile ilgili kamuoyunu bilgilendirme notu: Kanda dolaşan kanser hücrelerinin yeni bir yöntemle tanınması Hacettepe Üniversitesi Onkoloji Enstitüsü Müdürü Prof.Dr. Emin Kansu, 03 Ocak 2011 tarihinde dünya basınında yer alan "Kanser Hücrelerinin Tanınmasında Önemli Buluş" adı altında yer alan haber ile ilgili kamuoyu için şu bilgi notunu hazırladı: Cumhuriyet Eğitimi Nereye Gidiyor? “Eğitimde 2023 vizyonu” nu belirleyen 18. Milli Eğitim Şurası, eğitim sorunlarımızı tekrar düşünmek ve çözümlemek için bir fırsat olmalıydı. Anaokulundan üniversiteye kadar her aşamada pek çok eksiklik, aksaklık ve yanlışlık olduğunu biliyoruz: Prof. Dr.Y. Müh. İlhami Çetin Ö G CBT 1244/ 19 21 Ocak 2011 ünümüzde kanser tanısı dokulardan alınan örneklerin patoloji tarafından mikroskop altında incelenmesi ile konulmaktadır. Bu işlemler için kanser türlerine göre farklılık göstermek üzere kan ve/veya kemik iliğinden örneklerin veya dokulardan biyopsilerin alınması gereklidir. Bu örneklerin patoloji bölümlerinde değerlendirilip kanserli hücrelerin görülmesi sonucu kanser tanısı konulmaktadır. Kanserde doku biyopsilerinin patoloji tarafından değerlendirilerek tanının konulması altın standarttır. Kanser tanısı için biyopsi almadan ve hastayı daha az rahatsız edici yöntemlerin arayışı sürmektedir. Kan kanserlerinde (Lösemiler) kanserli hücreleri kanda çok sayıda dolaştıkları için biyopsiye gerek kalmadan koldaki bir damardan bir kan örneği alınarak veya kemik iliğinden örnek alınarak kan kanseri tanısı konulabilmektedir. Ancak, meme, akciğer, yumurtalık, prostat, mide ve kalın bağırsak gibi organların kanserlerinde kanserli hücreler bulundukları yerlerden farklı dokulara giderken (Metastaz yaparken) kan dolaşımında bulunsalar bile sayıları çok az oldukları için fark edilmeleri neredeyse imkânsızdır. Son yıllarda kan dolaşımında çok çok az sayıda bulunabilen bu kanser hücrelerini teşhis etmek ve belirlemek için birçok teknik geliştirilmesine rağmen maalesef başarılı olamamıştır. Boston'da Harvard Tıp Fakültesi ve Massachusetts Hastanesi (Massachusetts General HospitalMGH) Kanser Araştırmaları Bölümü Başkanı Prof. Dr. Daniel Haber ve aynı bölümün öğretim üyesi Prof. Dr. Mehmet Toner, dolaşan kanser hücrelerini (Circulating Tumor Cells CTC) yüksek duyarlılıkta tanıyabilen ve CHIP tabanlı çok yeni bir teknik geliştirmişlerdir. Bu teknikte kanserli hücrelerin üzerlerinde bulunan "Epitel Hücre Adezyon MolekülüEpCAM"nü esas alarak buna karşı geliştirdikleri bir antikoru (bu molekülü bağlayan) nanometre çapında mikro kolonların üzerlerine kaplamışlardır. Bu antikorla kaplı (Bağlayıcı moleküller) 78.000 adet nano çaplı kolonlar bir cam slayt 2 cm karelik bir silikon CHIP üzerine yerleştirildikten sonra hastadan alınan küçük bir kan örneği bu CHIP içinden belli bir akım hızıyla geçirilmektedir. Normal kan hücrelerinin üzerlerinde "EpCAM" molekülü bulunmamaktadır. Üzerlerinde "Epitel Hücre Adezyon MolekülüEpCAM" bulunan kanser hücreleri nanokolonlar arasından geçerken kolonlar üzerindeki bağlayıcı antikorlara yapışmaktadır. Buna karşın normal kan hücreleri veya dolaşımda kanserli olmayan hücreler nanokolonlara yapışmadan akımın hızıyla CHIP'in içinden geçerek diğer uçtan dışarı çıkmaktadırlar. CHIP içinden kan akımı sonlandıktan sonra nanokolonlara yapışan çok az sayıda da olsa kanser hücreleri mıknatıslı bir teknik yardımıyla kolonlardan ayrıştırılarak dışarı alınmaktadır. Bu hücreler kolaylıkla mikroskop altında kanserli özellikleri yönünden incelenmekte, hücrelerde daha ileri boyamalar, moleküler ve genetik incelemeler yapılabilmektedir. Bu yeni CHIP tekniğinin kanserin oluşmaya başladığı erken dönemlerde, metastaz olarak tanımladığımız yayılma döneminde, tedavi sürecinde tedaviye olan yanıtı ve hastanın uzun süreli yaşam takiplerinin yapılmasında biyopsilere gerek kalmadan kullanılabileceği ileri sürülmektedir. Bu nedenlerle bu tekniğe son günlerde "Sıvı Biyopsi = Liquid Biopsy" adı verilmiştir. Boston'da MGHBioMEMS Araştırma Grubu Başkanı Prof. Dr. Mehmet Toner 2000'li yılların başından beri bu teknik üzerinde kapsamlı araştırmalar yürütmekte ve Harvard Tıp Fakültesi ile Massachusetts Hastanesi Kanser Araştırmalar Bölüm Başkan Yardımcısı olarak geniş bir araştırma grubunun yöneticisidir. Prof.Toner araştırma bulgularını tıp ve kanser alanındaki en prestijli bilimsel mecmualarda ve en son olarak da "Journal of National Cancer Instititute, JNCI" mecmuasında yayınlamıştır. Prof.Toner ve Prof. Haber'in tanımladıkları ve "CTCCHIP" adını verdikleri bu yeni teknik özellikle meme, akciğer, prostat, kalın bağırsak ve rektum kanserleri hastalardan alınan örneklerde yüksek hassasiyetle sonuç vermektedir. Çünkü bu tür kanserlerde kanserli hücreler üzerinde "EpCAM" molekülü çok yüksek sayıda bulunmaktadır. Prof. Toner'in araştırmalarına göre "CTCCHIP" yöntemi kandaki 1 Milyar sağlıklı kan hücresi arasında bulunan 1 kanser hücresini yakalayabilmektedir. Araştırıcılar CTC CHIP yönteminin yaygın kullanımını sağlamak için dünyanın önde gelen sağlık ürünleri firmalarından "Johnson & Johnson" ile birlikte çalışacaklardır. CTCCHIP yöntemi henüz yeni geliştirilmiş bir kanser tanı yöntemidir. Bu nedenle yöntemin geniş ve çok sayıda kanserli hastada uygulanarak üstünlüğünün ve duyarlılığının gösterilmesi amacıyla 2011 yılı içinde Amerika Birleşik Devletleri'nin önde gelen kanser merkezlerinden Duke Üniversitesi, Memorial SloanKettering Kanser Hastanesi, M.D.Anderson Kanser Merkezi ve DanaFarber Kanser Merkezi'nde test edilmeye başlanacaktır. ğrencilerin ÖSS’ye odaklı çalışması nedeniyle lise öğretim düzeyi giderek düşüyor, liseler dershaneleşiyor, ÖSS sınavlarında yüzbinlerce öğrenci matematikten ve fizikten sıfır alıyor, atanmaları aksayan öğretmenler iyi yetişmiyor, boş kadrolarda geçici görev alanlar verimsiz çalışıyor, hiçbir ön hazırlık yapılmadan donanımsız yeni üniversiteler açılıyor, sayıları 150 ye yaklaşan üniversitelerimizde araştırma ve öğretim düzeyi düşüyor, üniversiteler yüksekokullaşıyor, mezunlar iş bulamıyor, yeterince denetlenmeyen ve sayıları sınırlanmayan vakıf üniversiteleri endişe yaratıyor, kamu üniversitelerinde en çok oy alanlar değil, türbana destek verenler rektör atanıyor, tüm aşamalarda ezberci öğretim önlenemiyor, fen dersleri verimli öğretilmiyor, öğrenci başına harcamalarımız çok yetersiz kalıyor, öğrencilerin barınma ve beslenme sorunu çözülmüyor… Bu sorun yığını içinde ülkemizin geleceğini en çok etkileyen kuşkusuz eğitim kalitesidir. Nesnel değerlendirebilmek için konuya, 22 yaşında Fizik Profesörlüğüne atanan ünlü İngiliz Fizikçi Lord Kelvin’in (18241907) bir özdeyişiyle yaklaşalım: “Bahsettiğiniz şeyi ancak ölçebildiğinizde ve sayılarla ifade edebildiğinizde, o şey hakkında bilgi sahibi olabilirsiniz.” Bu amaçla, OECD ülkelerinin 15 yaş grubu öğrenciler için düzenlenen 2006 Pisa bilim sınavlarının bazı sonuçlarına bakabiliriz (İ.Çetin: Pisa Çalışmalarından Dersler, Cumhuriyet 13.02.2005). Finlandiya:563, Kanada:534, Japonya: 531, Kore:522, Almanya:516, Yunanistan:473, Türkiye:424, Meksika:410. Türkiye’nin tüm katılan ülkeler arasında Uruguay’dan sonra 44., 30 OECD ülkesi arasında ise 29. ve sondan ikinci olduğu bu sınavların sonuçlarını değerlendirecek olursak, önce orta öğretim sistemimizin Atatürk’ün kurduğu “Eğitim Cumhuriyeti” ne hiç yakışmadığını, acınacak durumda olduğunu ve Atatürk’ün yolunda sözde yürümekle düzelmeyeceğini söyleyebiliriz. Öte yandan Pisa testlerinde 25 puanlık fark bir okul yılına karşılık geldiğine göre, eğitimde ileri ülkelere göre ne denli geride kaldığımızı da ölçebiliriz. Örneğin, bilimde Finlandiya’ya göre yaklaşık 5, Kore’ye göre 4 okul yılı gerideyiz. Zekâ, eğitim araştırmaları ile tanınan Alman psikoloji öğretim üyesi Prof. H.Rindermann (TU Chemnitz) ve diğer bazı araştırmacılar, Pisa sonuçları ile IQ zekâ düzeyi arasında bir ilişki olduğunu ileri sürmüşlerdir. IQ (intelligence quotient=zeka oranı) ile ölçülen zekanın bir bölümü henüz hangileri olduğunu bilmediğimiz genler tarafından belirlenir, yani kalıtımsaldır, kalan bölümü çevre ve eğitimden kaynaklanır. Okul başarısıyla arasındaki yakın ilişki de bilinmektedir. Bu saptamalardan giderek, eğitim sistemimizin öğrenci zekâ düzeyini nasıl etkilediğini yine ölçerek incelemek olağanüstü ilginç olacaktır. 2002 den bu yana sayıları üç kat artan kuran kurslarında (yaklaşık yetmiş bin kaçak, dokuz bin resmi), öğrenci sayısı ikiyüz bine yaklaşan imam hatip okullarında, anaokullarında, diğer okullarımızda ve dershanelerde çocuklarımızın zekâsının nasıl geliştiği IQ ölçülerek saptansa, bu amaçla doktora tezleri yapılsa, kimbilir ne kadar şaşırtıcı sonuçlar çıkar. Prof.Ridermann Pisa sonuçlarını, çok kez yapıldığı gibi dar bir açıdan değil, çok daha genel bir biçimde yorumlamaktadır. Ona göre bu sonuçlar ulusların zeka düzeyinin, ekonomik yeteneklerinin ve demokrasiyi gerçekleştirme gibi siyasal gelişmişliklerinin de bir ölçüsü olabilir. Zekânın bir ulus için önemini vurgulayan bir kitap da, Alman Sosyal Demokrat Parti üyesi, Berlin Eyaleti eski maliye senatörü ve birkaç ay öncesine kadar Almanya Merkez Bankası’nın Başkanlık Kurulu Üyesi olan Thilo Sarrazin tarafından bu yaz yayımlandı. Çok tartışılan bir konusu, Alman yurttaşı olan Türklerin ve diğer Müslümanların Almanların ortalama zekâ düzeyini düşürdüğü yani onları aptallaştırdığı savıdır. Ona göre bu azınlıkların düşük IQ ve yüksek doğurganlığı sonucunda, Almanya 45 kuşak sonra yokolma tehlikesiyle karşı karşıya kalacaktır. Bu nedenle adı “Almanya Kendini Yokediyor” olan ve Almanya’da büyük yankı uyandıran ve ırkçı söylemi nedeniyle de büyük tepki yaratan bu yapıttan bizim alabileceğimiz bir ders, zekânın zamanla değişebilmesinin önemidir. Bu bağlamda, okullarımızdaki etkinliklerin çocuklarımızın zekasını geliştirmede olumlu katkı yapması geleceğimiz için yaşamsal önemdedir. Ünlü bir deyişle, A’dan Z’ye bozuk öğretim sistemimizin yaşamsal sorunları ortada dururken, 18. Milli Eğitim Şurası’nın eğitimi daha çok dinselleştirmesi yukarıdaki bilgiler ışığında acaba ne anlama gelmektedir? Bunun yanıtını verebilmek için dinselleştirmesinin sonuçları, zeka düzeyine etkileri bakımından, muhakkak ölçerek değerlendirilmelidir. Şimdilik söylenebilecek tek şey, Şura kararlarıyla hasta eğitim sistemimize daha fazla uyutucu ilâç verilmek istenmesidir.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear