29 Haziran 2024 Cumartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

ZÜMRÜTTEN AKİSLER A. M. Celal Şengör Dünyanın Yuvarlak Olduğu Nasıl Anlaşıldı? Milet’li Tales’e göre Yer bir disk biçimindeydi ve su üzerinde duruyordu. Bir gemi gibi onun üzerinde yüzüyordu. Anaksimandros’a göre ise Yer bir silindir biçimindeydi ve insanların yaşadığı yer onun düz olan üst kısmıydı... Osman Bahadır Can Dündar’ın «Mustafa» adlı filmine çok istediğim halde diğer işlerimin baskısı nedeniyle bir türlü gidemedim. (Zaten Türkiye’de en son gördüğüm film «Arzın Merkezine Seyahat» filmiydi.) B ugün, aldığımız eğitim aracılığıyla dünyamızın yuvarlak olduğunu biliyor ve bu gerçeğin nasıl anlaşılmış olduğu üzerine hiç düşünmüyoruz. Ama ilk çağlarda insanlar yaşadıkları dünyanın nasıl bir şey olduğu üzerinde düşünüyor ve onu anlamaya çalışıyorlardı. Fakat Yer’in biçiminin ne olduğu problemi de dahil olmak üzere benzeri tüm problemler başlangıçta bilimsel düşüncelerin ve metotların ötesinde çözümleniyordu. Örneğin eski Mısır’da, Yer’in düz ve uzun bir biçime sahip olduğu kabul ediliyordu, çünkü Yer, kendisi de uzun ve dar olan ülkenin tam bir yansısı olarak düşünülüyordu. Bu problemin akılcı bir yaklaşımının öncüllerini bulabilmek için eski Yunan biliminin M.Ö. 6. yüzyıldaki yükselişini beklemek gerekecekti. Eski Yunan kozmologları Yer’in biçimi konusunda o günlerde bugün bize çok temelsiz gelebilecek çeşitli teoriler geliştirdiler. Çünkü o zaman söz konusu olan şey, gerçek bilimsel kanıtlar bulmaktan ziyade, problemi akılcı ve ikna edici bir hale sokmaktı. Milet’li Tales’e göre Yer bir disk biçimindeydi ve su üzerinde duruyordu. Bir gemi gibi Pisagor onun üzerinde yüzüyordu. Anaksimandros’a göre ise Yer bir silindir biçimindeydi ve insanların yaşadığı yer onun düz olan üst kısmıydı. Her şeyden eşit uzaklıkta olan Yer, bir desteğe ihtiyaç duymuyordu ve kendi kendine denge halinde kalabiliyordu. Anaksimenes bu görüşü reddetti ve Yer’i bir masa yüzeyine benzetti. İki yüzey üzerine etkiyen hava hareketleri bu yüzeyi destekleyerek onu dengede tutuyordu. Yer’in yuvarlak olduğunu ilk defa ortaya atan Pisagor ve daha kesin olarak da Pisagor Okulu’dur. Pisagor’un veya pisagorcuların bu olağanüstü sonuca nasıl ulaştıklarını bil miyoruz. Pisagor’un öğrencilerine göre, Yer için küresel bir biçim, tercih edilebilecek bir biçimdi, çünkü “küresel biçim, tüm katı cisim biçimlerinin en iyisiydi.” Başka bazı kaynaklar, bu biçimin gökcisimlerinin gözlenmesinin ardından keşfedilmiş olabileceğine işaret etmektedirler. M.Ö. 4. yüzyılda Aristoteles, ilk defa olarak Yer’in küreselliği teorisini destekleyen kesin kanıtlar vermiştir. Bu kanıtlar üç tiptir. Aristoteles’in çağındaki Ay tutulmaları, Yer’in yuvarlaklığı düşüncesini doğurmuştur. Çünkü tutulma sırasında Yer’in Ay yüzeyine yansımış olan dairesel biçimi, gezegenimizin yüzeyinin dairesel eğriliğinden başka nasıl açıklanabilirdi? Ancak eski çağlara ait bilinen en inandırıcı kanıt olan bu kanıt, çok tuhaf bir biçimde daha sonraki Yunan ve Latin kozmologlar tarafından pek fazla dikkate alınmamıştır. Aristoteles’in ikinci kanıtı, kuzeyden güneye doğru seyahat edenlerin gördükleri bazı takımyıldızların, bir süre sonra alçalması ve kaybolması, oysa güneyden kuzeye seyahat edenlerin birdenbire bu takımyıldızlarla karşılaşmasıdır. Küçük bir yer değiştirme bile, gökteki yıldızların görünümünü önemli ölçüde değiştirmektedir. Böylece örneğin Kıbrıs’ta görünen yıldızlar, Mısır’da artık görünmemektedir. Aristoteles’in üçüncü kanıtına göre, Yer simetri ve denge kuralları nedeniyle küresel olmak zorundaydı. Yer üzerine tüm yönlerden cisimler düşüyordu ve bunların simetrik ve dengeli birikimleri sadece küresel bir biçim oluşturabilirdi. Aristoteles’in Yer’in biçiminin küresel oluşuyla ilgili bu kanıtları, ikna edici niteliklerinin yanı sıra, ispat fikrinin ve bilimsel düşünmenin gelişimi ve kuvvetlenmesi bakımından da büyük bir tarihsel değere sahiptir. «Mustafa», Kemal Gürüz’ün Son Kitabı ve Ortaçağa Tam Gaz Ancak basında ve televizyonlarda «Mustafa» hakkında yazılan ve söylenenleri izledim. Bunların tümü üzerimde büyük bir hayâl kırıklığı yarattı. Anladığım kadarıyla ve Can Dündar’ın kendisinin de dile getirdiği gibi, «Mustafa» beyne değil kalbe hitab eden bir eser. Can Dündar’ın gözlerinden, insan Atatürk. Can Dündar’ın eleştirmenleri de o insan Atatürk’ü beğenmiyor, yok öyle değildi böyleydi diyerek eseri eleştiriyorlar. Düşündüm de, insan Atatürk’ten bize ne? Ne akrabasıyız, ne dostu. Bizi Atatürk’ün şahsı değil fikirleri ilgilendirmeli. 26. Hava Kuvvetleri Komutanımız Orgeneral Sayın Faruk Cömert’in emriyle, Hava Harp Okulu açış dersi için seçtiğim «Bilim Adamı Olarak Atatürk» konusunu incelerken, Atatürk’ün fikirleri hakkındaki literatürün ne kadar cılız olduğunu görerek hayrete düşmüştüm. Gerçi onun söylediklerini tekrarlayan kitaplar bir ambar doldurur. Ama onun söylediklerini değerlendirenler bir sandık doldurmaz. Bugün Atatürk’ün fikirlerini öğrenip tartışmadığımız için onun tamamen yabancısı olmuş bir toplumuz. Kendimizi onun şahsıyla avutuyoruz. Bu tutum, Atatürk düşmanı tüm uygarlık karşıtı yobazların arayıp bulamayacağı kadar verimli bir ortam yaratmıştır. Tüm bağnaz fikirler değişmeyen dogmalara dayanır, zira bunların bellenmesi kolay olduğu gibi, bir kez bellendi mi geliştirilmesine gerek de yoktur. Bu düşüncelerle, tatilden dönünce, masamın üzerinde İş Bankası’nın büyük bir nezaketle yolladığı Kemâl Gürüz’ün «Yirmibirinci Yüzyılın Başında Tük Milli Eğitim Sistemi» adlı son kitabını buldum. Veri ve fikir yüklü bu enfes eseri herkese tavsiye ederim. Gürüz kitabının arka kapağındaki tanıtma yazısında çok önemli bir gerçeğe dikkat çekiyor: «Küresel bilgi ekonomisi Türkiye için hem fırsat hem de tehditerle doludur.» Kitabı okuyunca anlıyorsunuz ki günümüz Türkiye’si ne bahsedilen fırsatları tanıyacak ne de ikazı yapılan tehditleri anlayacak bir topluma sahiptir. Gürüz bu durumu tarihi bir perspektif içinde anlatıp Osmanlı’nın uygarlığa ihanetini somut olayları tarihlendiren ve vesikalandıran belgelere dayanarak çok güzel betimliyor. Atatürk’ün eğitim projesinin büyük önemini vurguladıktan sonra Mustafa Necati ve HasanÂli Yücel gibi dâhî millî eğitim bakanlarının sorumlu olduğu devrimsel gelişmeleri gözler önüne seriyor. Ve sonra bunların bir bir nasıl sayılara kurban edildiğini. Kemâl bugüne kadar benzer konularda beş kitap yazdı bildiğim kadarıyla ve bunların ikisi yurt dışında İngilizce olarak saygın kurumlarca basıldı. Bu kitapların ciddi tanıtım yazılarını ve eleştirilerini ben Türkiye’de hiç görmedim. Ama Kemâl Gürüz aleyhine bilgisizce atıp tutan pek çok «aydın» gördüm. Gürüz’ün fikirlerini beğenmeyebilir, bilgisini yanlış bulabilir, geçmiş icraatını eleştirebilirsiniz. Ama Kemâl’in şahsı bunların dışındadır. Eleştiri ve tartışma konusu olacak şeyler yarattıklarından ibarettir, yani Popper’in tabiriyle Dünya III’ün üyesi olmuş, artık Kemâl’den bağımsız şeylerdir. Biz bu nesnelerin daha iyi bir dünya için nasıl kullanılabileceği ile ilgilenmeliyiz. Ama bu zor bir iştir. Kemâl’in eserlerini eleştirmek o konularda gerçekten bilgi sahibi olmayı, onlar üzerinde kafa yormuş olmayı gerektirir. İnsanlık giderek fikir tartışmalarından uzaklaşarak dogmaların, sloganların esiri haline geliyor. Eskiden bilgi ayrıcalıklı ve pek küçük bir sınıfın elindeydi. Bu sınıfın bilgi edinmeye ve bilgi üretmeye vakti vardı ve bilginin kıymetini biliyordu. Bu nedenle o sınıf dışından yetenekli gördüklerini kendi içine almakta tereddüt etmiyordu. Ancak Fransız İhtilâli felâketinin geç doğan yavrusu yirminci yüzyıl felâketi o sınıfı büyük ölçüde ortadan kaldırmakla kalmadı, onun tüm değerlerini tu kaka yaptı. Bu esnada olanlar Roma’nın çöküşü olaylarına neredeyse birebir paraleldir. Franklin Delano Roosevelt’in başkan yardımcısı Henry Wallace’ın iftiharla «sıradan insanın yüzyılı» dediği yirminci yüzyıl sıradan insanın güdümünde yeni bir ortaçağın temellerini atmıştır. Yirmibirinci de ona bodoslamadan dalmıştır. Novartis’in Uluslararası Biyoteknoloji Semineri “Biyoteknoloji ve İş Hayatı” konulu bu yılki seminere Türkiye adına katılan Hacettepe Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Biyoteknoloji Bölümü doktora öğrencisi Ay e Pelin Yargan, seminerin kendisi için bilimsel açıdan çok yararlı olduğunu ve burada öğrendikleri ile vizyonunun genişlediğini ifade etti. 2004 yılından itibaren her yıl düzenlenen seminere bu yıl 20 ülkeden 55 öğrenci katıldı. Dört gün boyunca biyoteknoloji alanında çalışan uzmanlar ve akademisyenlerle bir araya gelen katılımcılar, biyoteknoloji alanındaki gelişmeler hakkında bilgi aldılar. Öğrenciler, kök hücre tedavisi, diyabet ve tüberküloz gibi hastalıklarda yeni tedavi yaklaşımları, genomiks ve innovasyon finansmanı gibi temel konularda düzenlenen interaktif seminerin sonunda grup çalışmaları yaparak sunum hazırladılar. Seminer, Novartis’in bilimsel eğitim alanındaki öncülüğünü ve araştırma geliştirmedeki yenilikçiliğini gösteren projeler arasında yer alıyor. Seminerler gelecekte biyoteknoloji alanında kariyer yapacak genç yetenekler için bu alanda uzmanlaşmış kişilerle aralarında bir köprü görevi görüyor. Bu yılki seminere aralarında Novartis Kurumsal Araştırma Departmanı’nın başında olan Prof. Paul Herrling, Harvard Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden Prof. George Daley ve Pekin Genomik Enstitüsü’nden Prof. Huanming Yang’ın da bulunduğu çok sayıda uzman, konuşmacı olarak katıldı. Daha fazla bilgi: www.novartis.com/careers/biocamp/index.shtml CBT 1135/ 5 19 Aralık 2008
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear