05 Kasım 2024 Salı Türkçe Subscribe Login

Catalog

POLİTİK BİLİM Aykut Göker http:/www.ınovasyon.org;hagoker@ttmail.com Kapitalizmin ilan edilmemiş kurallarındandır; devlet müdahalesinin dozu her zaman önde koşanlarca belirlenir ve arkadan gelenlere de “haksız rekabete yol açmamaları gerektiği” hatırlatılarak aynı doz dayatılır. Arkadan gelenlerse, tabii öndekilere yetişmek gibi bir ulusal hedefleri varsa, bu tür dayatmalara pek pabuç bırakmazlar. ‘Değişen dünyada fark yaratmanın tek yolu inovasyon’ 2123 Eylül tarihlerinde düzenlenen IBM Zürih Araştırma Laboratuvarı Gezi programı kapsamında bir konuşma yapan IBM Türk Genel Müdürü Eray Yüksek, Türkiye’nin fark yaratabilmesi için bugün dezavantaj gibi görünen özelliklerini inovasyon yoluyla avantaja dönüştürerek, kalkınma yolunda büyük bir fırsat yakalayabileceğini söylüyor. Reyhan Oksay ARGE Yardımlarında Oranları Kimler Belirliyor? Geçen hafta ARGE ve inovasyonda devlet yardımlarını düzenleyen mevzuatımızla AB müktesebatı arasında gerekli uyumun sağlanmasından söz ederken dikkatler doğal olarak TÜBİTAK eliyle verilen hibe biçimindeki yardımlar üzerinde odaklandığı için, ben de konunun yalnızca o yönüne değinmiştim. Oysa uyum meselesi bu tür yardımlar veren başka kurumları da ilgilendiriyor. AB’nin devlet yardımlarıyla ilgili düzenlemelerinde öngörülen destek oranlarındaki sınırlamalar sadece hibe biçiminde verilen yardımlarla da kısıtlı değil. Kamu kaynaklarına dayalı olarak ama geri ödenmek koşuluyla verilen yardımlarda da sübvansiyon söz konusuysa, örneğin geri ödemede faiz tahakkuk ettirilmiyorsa, burada da benzer sınırlamalar geçerli olacak. Uygulamadaki genel ilke, aynı proje için kamu kaynaklarından farklı kurumlar eliyle sağlanan yardımların, toplamda izin verilen destek oranlarını aşmamasıdır. Devletin ARGE ve inovasyon yardımlarını AB mevzuatıyla uyumlaştırmada destekleme oranlarına sınır konulurken Türkiye’nin şartlarını gözeten çözümlerin aranması aklın gereğidir. Unutmayalım, pazar ekonomilerinde, eğer sistem gerektiriyorsa, devlet pazara müdahale edebilmektedir. Devletin ARGE ve inovasyon yardımları da pazara bir müdahaledir. Bu müdahalenin kapitalist sistem açısından, ‘pazar tökezlemesi’ ya da daha farklı terimlerle açıklanan meşru zeminleri vardır. Çok yazdım ama bir kez daha yineleyeyim: Firmaların, ARGE ve inovasyon sürecinde ortaya çıkabilecek belirsizliklerin yaratacağı kayıpları göze alamamaları ya da ARGE faaliyetlerinin getirisini, bu faaliyetlerin doğası gereği, bütünüyle kendilerine mal edememeleri ya da uzun vadeli bir görüş oluşturma konusundaki yetersizlikleri, toplumsal açıdan gerekli olan optimal düzeyin altında ARGE yatırımı yapmalarına neden olur. Firmaların, uzun vadeli araştırmalara ya da doğrudan ticarî uygulaması olmayan, ama gelecekteki inovasyon yeteneği açısından yaşamsal önemde olan araştırma alanlarına, kaynak yetersizlikleri dolayısıyla, isteseler bile yeterince yatırım yapamamaları da aynı sonucu doğurur. Pazardaki bu tökezleme, ekonomik büyüme ve mevcut ekonomi sisteminin sürdürülebilirliği açısından önlenmesi gereken bir durumdur. Hükümetlerin bu yöndeki müdâhaleleri ve bu çerçevede, ARGE faaliyetleri ile ilgili olarak firmalara kamu fonlarından sağlanan yardımlar hep bu pazar tökezlemesine dayandırılmış ve meşru bir durum olarak değerlendirilmiştir. Bu anlayış, Dünya Ticaret Örgütü Kuruluş Anlaşması’nın ekindeki Sübvansiyonlar ve Telâfi Edici Önlemler Anlaşması ile uluslararası hukuk açısından da meşru bir zemine oturtulmuştur. Bu anlaşmaya göre, “firmalarca yürütülen ya da yüksek öğretim ya da araştırma kuruluşlarının firmalarla yaptıkları sözleşmeler bazında yürüttükleri sınai araştırmalar ve rekabet öncesi geliştirme faaliyeti için yapılan [devlet] yardımları”nın haksız rekabete yol açan bir durum olarak görülemeyeceği ve dava konusu yapılamayacağı hükme bağlanmıştır. TBMM tarafından da 26.01.1995 tarih ve 4067 sayılı yasayla onaylanmış olan bu anlaşmaya göre, sınai araştırmalarda devlet yardımları için sınır, yapılan ARGE harcamalarının %75’i; rekabet öncesi geliştirme faaliyetlerindeyse %50’si mertebesindedir. O dönemde yardım oranlarının be denli yüksek tutulmasında sakınca görülmemiş; sistemin buna ihtiyacı olduğu düşünülmüştür. Ama daha sonra uygulamada AB’de olduğu gibi, gelişmiş ülkeler kendi durumlarını değerlendirerek bu oranları daha düşük tutmuşlar ya da belli şartlara bağlamışlardır. Kapitalizmin ilan edilmemiş kurallarındandır; devlet müdahalesinin dozu her zaman önde koşanlarca belirlenir ve arkadan gelenlere de “haksız rekabete yol açmamaları gerektiği” hatırlatılarak aynı doz dayatılır. Arkadan gelenlerse, tabii öndekilere yetişmek gibi bir ulusal hedefleri varsa bu tür dayatmalara pek pabuç bırakmazlar... Bilmem anlatabiliyor muyum? T emelinde bir teknoloji şirketi olan IBM, altı ülkedeki sekiz laboratuvarda çalışan 3.000 bilim adamı ve mühendisi ile BT araştırmalarını yürütüyor. 1956 yılında kurulan IBM’in Zürih Araştırma Merkezi, bugün yalnızca temel araştırmalara değil, aynı zamanda yenilikçi müşteri odaklı çözümler geliştirme konularında da faaliyetlerini sürdürüyor. Laboratuvarda bugüne dek 4 bilim adamının Nobel ödülüne layık görülmüş olması, araştırmaların düzeyi hakkında ipuçları veriyor. 1986 yılında Heinrich Rohrer ve Gerd K.Binnig, Tarama Tünelleme Mikroskobu ile, 1987 yılında K.Alex Müler ve J.Georg Bednorz Yüksek Sıcaklıkta Süper İletkenlik Keşfi ile Nobel fizik ödülüne layık görülmüşler. İNOVASYONUN TÜRKİYE İÇİN ÖNEMİ Zürih Araştırma Laboratuvarı tanıtım gezisinde inovasyonun Türkiye için önemine değinen Yüksek, 70 milyonluk ülkemizin 30 milyonunun 24 yaşından küçük olmasını gelecek için bir avantaj olarak değerlendiriyor. 2040 yılına kadar gelişmiş ülkelerdeki nüfusun %45’inin 60 yaşını geçeceği yolundaki tahminler, Türkiye’nin sahip olduğu genç nüfusun önemini ortaya çıkartıyor. 20102020 yılları arasında 32 milyon nitelikli çalışana ihtiyaç duyulacağına dikkat çeken Yüksek, sadece gelişmiş ülkelerin değil, Ortadoğu ülkeleri, Rusya, hatta Hindistan ve Çin’de de nitelikli elemana ihtiyaç duyulacağını belirtiyor. Eksiklerimizi gidermenin, avantajlarımızı değerlendirmenin ve ülkemizi geleceğe taşımaIBM’in Zürih Araştırma Labaratuvarı. nın yolunun inovasyondan geçtiğini vurgulayan Yüksek, bunu için inovasyonu sürekli hale getirmek olduğunu belirtiyor. HİZMET MÜHENDİSLİĞİ KONUSUNDAKİ AÇIK NASIL KAPATILABİLİR? IBM Türk Ülke Teknoloji lideri Suat Kızıltaş ise ülkemizde ve dünyada hizmet mühendisliği konusunda büyük bir açık olduğuna dikkat çekiyor. Mısır, Hindistan, Türkiye ve Endonezya gibi gelişmekte olan ülkelerdeki genç nüfusun bu açığı kapatmakta zorlanacağını söyleyen Kızıltaş, hizmet mühendisliği alanında üniversitelerin yeni bölümler kurmasının gerekliliğine inanıyor. Bilgisayar mühendisliği, endüstri mühendisliği, sosyal bilimler (iletişim) gibi alanları kapsayan hizmet mühendisliği, ülkemizde Bahçeşehir Üniversitesi’nde lisansüstü programı olarak okutuluyor. Yetişmiş bir hizmet mühendisinin, endüstrinin ihtiyaçlarına CBT 1124/ 6 3 Ekim 2008
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear