26 Haziran 2024 Çarşamba Türkçe Subscribe Login

Catalog

ARGEPOLİTİKA AYLAK BİLGİ Tahir M. Ceylan [email protected] tekliyelim diye bir mekanizmayı nasıl buluyorsunuz? Yanıt: Her sahada iddialı olamazsınız. Bizde karşı çıkılıyor: Ayrımcılık yapılamaz öncelikli sektör seçilemez deniyor. Ama Japonya seçiyor. “Japonya ne kadar başarılı” diyoruz. Ama Japonya tarihinde başarılı olmak için sektör seçti. Önce mercek üretimini destekledi, sonra fotoğraf makinesi, ardından transitörlü radyo, sonra motosiklet, otomobil motor bilgisayarı... her birinde dünyada Pazar payının yüzde 60'ını aldığında başka ürünlere odaklanmaya başladı. Bir seçim yapman lazım. Nerede benim göreceli avantajım, nerede kök rekabetçiliğim, becerim, nerede büyük katma değer sağlarım onu görmen lazım. Ben 510 yıl buna odaklanıyorum, şu şu alanda bir sıçrama yapacağım, demek gerekir Soru: Peki otomotivin ardından Türkiye hangi sektöre odaklanmalı? Bence Türkiye turizminde yeri göğü dağıtmalı. Ama bugünkü turizm anlayışı ile yapılamaz bu. Bana sorarsanız Türkiye turizmde dünyanın bir numaralı enteresan yeri. 4 farklı medeniyetin kültürün üstünden geçtiği, insanlığın başladığı başka bir yer gösteremezsiniz... Ama marka yaratılır. Turizmde Türkiye markası. Zaten oldu olacak son 10 yıldır Türkiye kaç kere kapak oldu turizmde dünya basınına... Biz seçileniz, seçen değiliz, halbuki seçen olmalıyız. Odaklı bir vizyonla bir strateji ile bunu yapabiliriz. Ucuz turist cennetiyiz, çünkü turizm yatırımı da o vizyonla yapıldı. Ama iş dönüyor dolaşıyor eğitim ve kültüre dayanıyor. Soru: Sanayide öyle ya da böyle ilerledik diyoruz, peki eğitim konusunda da aynı şeyi söyleyebilir miyiz? Yanıt: Bakın Türk insanının inanılmaz bir dinamizmi var. Avrupa insanına kıyasla olma, yenme gibi inanılmaz istekleri var. Hırs küpü bizim insanımız. Bu başka yerlerde çok az var inanın. İşte Türkiye'nin asıl gücü bu. Var olduğu için zaten kendiliğinden akıp gidiyor ve netice veriyor. Ancak bir kanalize etsen, bir politika dahilinde bu gücü yönlendirebilsen şimdi sürdürdüğün yüzde 56 büyüme oranını belki kat be kat aşacaksın. Belki Çin efsanesi gibi yüzde 15'lerde büyüyeceksin. Japonya bunu başarmak için eğitimde kıtalara böldü insanları, ABD'de şu kadar kişi okuyacak, Avrupa'da bu kadar, hangi rekabet konusu için ne tür bir program uygulayacağını tespit etti. Biz otomotivde iddialıyız. Bu iddiada aslan payı da insan kaynağımız. Ama gelin görün kaç tane otomotiv mühendisimiz var? Camus hayata yoksul başlamıştı, babası tarım işçisiydi, Cezayir'deki felsefe öğrenimini verem olup bırakmış, başarısız bir tiyatro topluluğu kurmuş, Paris'te bir direniş gazetesi olarak kurulan Combat'ta yazıişleri müdürlüğü yapmıştı. Sonra Nobel aldı, yollarda trafik sıkışıklığı değil doğru dürüst bir araba bile yokken 1960 da kaza yaparak 47 yaşında öldü. Kader Tek düşüncesi vardı: Başkaldırmak. Hayata bir çukurun içinde başlamış bu adamın başka felsefesi ve kaderi olabilir miydi? Kader, hayatın nebatlara, hayvanlara ve insanlara dönük olarak küçük zaman birimlerine paylaştırılmış detaylı ve bağıl bir programdır ki, yarattığı etki dizgesi olarak ticarete benzer. Bir malın ucuzlaması, başka malların üretimini arttırır. Onun gibi, bir kadının yaptığı büyüyle, kaderinde yokken göz koyduğu adam kendisiyle evlenirse dünyanın programı bozulur, o erkeğin evleneceği asıl kadın başkasıyla, boş kalan üçüncü kadın bambaşka bir erkekle evlenmek zorunda kalır ve bu böyle zincirleme devam ederek yeryüzünde kurgulanmış ikili ilişkilerin bir kısmı bozulur, bir kısmı zarar görür, onlardan olacak çocuklar, torunlar, torunların torunları değişir, bir düzen bozulur, başka bir düzen kurulur. Yeryüzünde birisinin fazladan çabasıyla ekin tarlasında bir bıldırcın ölmesi, bir ırmağın yatağının değişmesi, bir kadının onunla değil bununla evlenmesi, bütün sistemi değiştirir; kader buna hiç akla gelmeyecek yollarla direnir. Johannes Brahms'ın kardeşi Fritz, çok çalışarak kaderi değiştirip abisi gibi ünlü olmak ve Brahms adını müzikte kendisi temsil etmek istemişti. Kader Fritz'in çabasından etkilense de gerçek Brahms'a verdiği payeyi geri almamış, ama kardeşine de bir teselli bırakmıştı. Müzik tarihinin Fritz'e verdiği ad şuydu: Yanlış Brahms! Yeryüzündeki milyonlarca “yanlış” insana kader direnmese, program her saniye değişerek taşınamayacak bir kaos yaratır. Kaos deyince, kaderi kaos çıkartmak olan Sultanahmet Meydanı'ndan (Atmeydanı) bahsetmek isterim. Bizans imparatoru Andronik Komnen, bu meydanında kadınlar tarafından gözleri oyularak öldürülmüştü. Ondan dört yüz elli yıl sonra bir düğünün hemen ertesinde yeniçeriler bahşiş alamamış, padişahı ayak divanına kadar çağırarak sadrazamı Hafız Paşa'yı kurban almışlardı; üstüne bir çeyrek asır bile geçmemişken yeniçeriler ulufeden maraz çıkarıp yeniden ayaklanarak sarayın ileri gelenlerini meydandaki ulu çınarın dallarına yaprak misali asmış ve Vak'ai Vakvakiye denilen olayda divanı hümayunun kadrosunu bir çırpıda yenilemişlerdi. Atmeydanı'nındaki yeniçerilerle hükümdarların çıkarları iktidarın kaderini belirlemişti. Camus bu meydana hiç gelmemişti, ama burada olan biteni özetleyen bir cümle etmişti: İnsanın çıkarı karşısında Tanrı'nın ağırlığı yoktur. Bana göre kader, çınarlar gibi ulu ve uhrevi değil, çıkarlar ve imkanları gözeten basit ve dünyevi bir programdır. Bu dünyevi programı kendi lehinde kullanmak söz konusu olabilir ama. Bunun yolu programı çok önceden bilmekten ve kendi programını ona uygun kurmaktan geçer. Örneğin yaşamın seni gelecekte şeker hastası yapmak gibi bir sürpriz hazırladığını bilirsen, şekeri az yiyerek bu tuzaktan bir yere kadar kurtulabilirsin. O yüzden “Genom Projesi”nin hedefi, hayatın bizimle ilgili programını bilmekten başka bir şey değildir. Kader önceden bilinirse, ancak o zaman kendine müdahale ettirir. Kendinde şizofreni geni olduğundan şüphelenirsen, aynı geni taşıyan birisiyle evlenmezsin. Doktorlar bu konudaki rehberliğe genetik danışmanlık diyorlar. Aşk da muhtemelen kendimize benzemeyeni seçmemizi sağlayarak bize bir çeşit genetik danışmanlık veriyor. Esmerin sarışını, konuşkanın suskunu sevmesini başka nasıl açıklarız? Kaderi büyüler değil, erken edinilmiş bilgiler değiştirir diyebiliriz, çünkü bir program son dakikada değil, erken saatte değiştirilirse, değişikliğe adaptasyon mümkündür. Doktorlar, “Kanserden değil, geç kalmaktan kork” derler, o, program hazırlanırken gel demektir aslında. Hem dışımızda, hem içimizde girift biçimde örülü şaşmaz bir program çalışır, bünyemizdeki 200 bin farklı türde molekül bizi ayakta tutmak için ölesiye uğraşır, hücrelerimizin kimisi insülin üretir, kimisi yağ depolar, çoğu da şeker parçalar, insan bir bileşimdir. Bu muazzam faaliyetin ortasına, program hakkında bilgi sahibi olmadan büyüyle “Öyle değil, böyle olsun” diye hançer gibi girmek arsızlıktır ve tabi ki dikkate alınmayacaktır. Birisi okuyup üfürdü diye evrende milyarlarca yıllık yatırıma sahip Tanrı yolunu değiştirmez! Türkiye turizminde yeri göğü dağıtmalı. Ama bugünkü turizm anlayışı ile yapılamaz bu. Bana sorarsanız Türkiye turizmde dünyanın bir numaralı enteresan yeri. Soru: Gelelim yeni kurduğunuz şirkette yani Hexagon'la ilgili planlarınıza... Ne yapıyorsunuz? Yanıt: Otomotivde değer zincirinin ön tarafını tamamlama yani tasarım, teknoloji, prototip, hızlı imalat, master model gibi konularında sanayinin hizmetinde olan ve sonra uluslararasına açılıp rekabekçi olmak niyetinde olan şirketler kurduk. Hexagon altında 3 şirket bulunuyor. Hexagon Stüdyo; otomotiv tasarım ve mühendisliği, İkinci Şirket Artı 90. Burada hızlı prototip, hızlı üretim. Tasarlananın süratle prototip haline getirilmesi. Yabancılarla bir joint venture kurmak üzereyiz. Orada bir master model yapacağız. Bir de şimdi simülasyon tarafına bakıyoruz, tasarımdan önce simülasyon. Böylece değer zincininin bu kısmını tamamlamış olacağız. Bu illa otomotiv olarak kalmak zorunda değil, başka platformlara da gider. Gemi üretimine, raylı taşımacılığa da genişletebilirsiniz... Soru: Hexagon'un nanoteknoloji bölümünde ne yapıyorsunuz? Yanıt: Araştırmalarımız gösteriyor ki her 10 yılda bir dünyada bir teknoloji akımı oluyor. 70'lerdeki akım PC'lerdi. 80'lerde internet, 90'larda biyoteknoloji.. 2000'lerdeki akım nanoteknoloji. Biz bu akımları bir kuruluşla ortak çalışacak yeni teknolojileri yakalamaya çalışıyoruz. Örneğin ABD, nanoteknolojiye her yıl 1 milyar dolar yatırıyor. Bu para, üniversitelere araştırma fonlarına gidiyor. O kadar çok araştırma ve sonuç ortaya çıkıyor ki. Bu kez endüstri bunları taramaya başlıyor. İşine yarayanları satın alıyor ya da para veriyor şirket kuruyor. Amerikan endüstrisi toplayabildiği kadarını topluyor ama daha geriye çok kalıyor. Bu kez diğer ülkeler devreye giriyor, “bu enteresan” diyor ve satın alıyor. Görücüye çıkan araştırma sonuçları bunlar... neden biz de bundan yararlanmayalım? Biz de işte bu fırsatları takip edip Türk sanayine kazandırmaya çalışıyoruz. ABD'deki ortağımızla nanoteknolojideki tüm araştırmaları izliyoruz. Türkiye'nin en büyük kuruluşlarına gittik takdim yaptık. Dedik ki “ABD'deki Amerikan fonları, altyapısı, talebesi ve araştırmacısı ile yapılan bu çalışmaları Alman Japon Çinli gidip alacağına biz alalım. Kimse ilgilenmedi. O zaman Hexagon olarak biz ilgilenmeye karar verdik. CBT 1071/ 8 28 Eylül 2007
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear