26 Haziran 2024 Çarşamba Türkçe Subscribe Login

Catalog

15 OCAK 2010 CUMA c 5 Linç partisinde şiddet! ASUMAN ABACIOĞLU Geçtiğimiz günlerden akılda kalan en sarsıcı görüntüler Edirne’de genç bir kızı tekme ve yumruklarla döven, aralarında saçları beyazlamış bir adamın da bulunduğu bir grubun linç girişimi ile, paçavra gibi atıldığı yol kenarında ölüme terkedilen 5 yaşındaki çocuğun sedye üzerindeki zavallı haliydi. Türkiye’nin insan dokusunu yansıtan bu görüntüleri izlerken hem öfkeden hem de üzüntüden, insanın boğazına bir yumruk takılıyordu. Yoksulluk ve gözü dönmüş öfkenin yol açtığı bu iki farklı şiddet olayı, yakın bir gelecekte toplumu bekleyen tehlikelerin habercisi gibiydiler. Henüz 5 yaşındaydı Bedrettin ve iki yıldır dilendiğini söylüyordu. Yani üç yaşından beri. Kendi çocuğunuzu düşünün üç yaşındaki haliyle ve sokaklarda dilenirken. Böyle yapınca belki daha yoğun yaşanır acıma duygusu. Çocuğunuzu dayak yemiş bir halde yapayalnız yol kenarında ölüme terk edilmiş olarak düşünün. Televizyondaki o görüntülere bakarken, gerçeklik duygusunu kaybedebiliyor bazen insan. Bu yüzden diyorum, kendinizi ve ailenizi koyun Fatih Kaledibi’ndeki o yoksul tek göz gecekonduya. Sedyenin üzerinde yüzü gözü morarmış, dizlerini karnına çekmiş ve kollarını göğsünde kavuşturmuş yatarken Bedrettin, sanki birinin kendisine sarılmasını bekliyor. Çünkü o daha beş yaşında küçücük bir çocuk. Kapısının önünden bile ayrılmaması gerekiyor ama evinden çok uzakta sokaklarda mendil satıyor. Oysa onu dövenler de daha çocuk; kim bilir kaç yaşından beri sokaklarda dileniyorlar. Bu, aslında durumu daha da kötüleştiriyor. “Elleri kırılsın’’ diyemiyorsunuz manşetlerde. Çünkü onlar da 1112 yaşlarındalar. Şiddetin sıradan ve hayatın bildik bir parçası olduğu bir dünyanın görüntüleri, Bedrettin’in olayı aracılığıyla geliyor gözümüzün önüne. Bizim bilmediğimiz, bilmek istemediğimiz bir şiddet birden görünür hale geliyor ve o zaman konuşuyoruz bu konuyu. Bedrettin ve onu dövenler gibi çocuklar her gün yaşıyorlar yoksulluğun şiddetini. Onun içine doğuyor ‘ELLERİ KIRILSIN!’ ve büyüyorlar. Bu yüzden soğukkanlılıkla ve çok doğalmış gibi Bedrettin kendi dilenme alanlarına girdiğinde onu öldüresiye dövüyorlar. Yoksulluk aslında en büyük şiddet ve Türkiye’de milyonlarca insan açlık ve yoksulluk sınırının altında bu şiddeti yaşıyor. Çocuklar içine doğdukları bu yoksulluğun sorumlusu kendileriymiş gibi mendil satıp dileniyorlar. Sanki bunları bilmiyormuşuz gibi beş yaşında dövülerek sokaklarda ölüme terk edilen çocukları görünce gözlerimiz doluyor ve şaşırıyoruz. Oysa Bedrettin gibi sokaklarda dilenen çocukları görüyoruz her gün; bize yaklaştıklarında başımızı çeviriyor ya da ellerine bir lira tutuşturup hızla oradan uzaklaşıyoruz. Dayak yiyip televizyona çıkmasalar bununla yaşayıp gideceğiz; sanki hiç yokmuş gibi. Bir yanda yoksulluğun yarattığı şiddet diğer yandan nereden çıktığı, kaynağının belli olmadığı bir başka şiddet yansıdı geçen hafta televizyondan oturma odalarımıza. Ne söylediğini dinlemediği, anlamaya çalışmadığı bir genç kızı yumrukluyor, tekmeliyordu saçları beyazlamış bir adam. Başkasının doğurduğu, kollarında uyuttuğu, kim bilir ne zorluklarla büyüttüğü, yetiştirdiği o genç kızın kafasına, böğrüne tekmeler atıyordu hiç sakınmadan. Oysa, Türk filmlerinde iyi kalpli müşfik baba rolünü rahatlıkla oynayabilirdi o beyaz saçlarıyla. O ve başka bir genç kızı döven ‘ Bir genç kızı yumrukluyor, kafasına, böğrüne tekmeler atıyordu hiç sakınmadan saçları beyazlamış bir adam. Oysa, Türk filmlerinde iyi kalpli müşfik baba rolünü rahatlıkla oynayabilirdi o beyaz saçlarıyla...’ grubun içinde başkaları da vardı ama en çok bu adam şaşırtıyordu insanı nedense. Birisi “Höt’’ dese sanki ortadan yok oluverecek kadar korkak görünüyorlardı. Hep arkadan saldırıyorlar; genç kız ancak yere düşünce gelip göğsüne tekme atıyorlardı. Bu öfkenin nereden geldiğini çok merak ettim. Bu linç partisine katılanların kaçı bir insanın yetişmesine katkıda bulunmuşlardı acaba? Bir insana, üstelik kendilerinden daha güçsüz olan bir kadına bu kadar zalimce şiddet uygulayanlar normal insanlar mıdır? İnsan nasıl birden bire başka birinin kemiklerini çatlatacak, iç organlarını zedeleyecek şiddeti uygulamaya girişir, bir linç hareketinin parçası olur; oradan sadece geçiyorken, belki bakkaldan öğle yemeği için yoğurt almaya giderken? Şu sokakta, yolda, otobüste, durakta rastladığımız bazen bir iki çift laf ettiğimiz yaşlı başlı, babamıza benzeyen adamların bir linç olayına katılıp katılmayacaklarını merak ettim; sonra da bu noktaya nasıl geldiğimizi. KIZ YERE DÜŞÜNCE!.. D E N İ Z C İ Donanmanın Gücü ÜNAL BENLİALPER Osmanlı donanması, 15 ve 16. yüzyıllarda en parlak dönemini yaşamıştır. O yıllarda, teknik donanımları gelişmiş, hareket yeteneği ve sayısal üstünlüğü fazla olan ve denizciliği çok iyi bilen, görevinde başarılı personelden oluşan kadroya sahip gemilerle, Karadeniz’de ve Akdeniz’de tam bir egemenlik kurarak güç oluşturmuşlardır. Böylece baharat ve ipek yolları, onların denetimi altına girmiştir. Ünlü komutanların çoğu bu dönemde yetişmiştir. Ama, köklü bir denizcilik kültürüne sahip olamayan Osmanlı, ne yazık ki donanmanın 1730 Çeşme, 1817 Navorin ve 1853 Sinop yenilgileriyle çok ağır darbeler almış ve duraklama dönemine doğru hızla sürüklenmiştir. Osmanlı donanması, tam bir çöküntü içindeydi. Padişah Abdülaziz tarafından on beş yılda oluşturulan Osmanlı donanması, ikinci Abdülhamit’in ilgisizliği yüzünden otuz üç yıl boyunca terk edilmiş ve pasivize edilerek güçsüz bırakılmıştır. Ardından Kıbrıs’ın ve Girit’in kaybedilmesiyle birlikte denizlerdeki bunalım ve yok oluş giderek artmıştır. Osmanlı’nın düşmanları, onun denizlerdeki egemenliğinin ve gücünün yok edilmesiyle savaş yeteneğinin yarı yarıya kaybedeceğini biliyordu. İşte Osmanlı, Balkan savaşları ile Birinci Dünya Savaşı'ndaki yenilgilerin nedenleriyle yüzleştiğinde bu gerçeği çok daha iyi görmüştür. Cumhuriyetin ilanıyla birlikte büyük önder Atatürk, Türk Deniz Kuvvetleri’nin yenilenmesi ve gelişmesi için çok yoğun uğraş vermiştir. Bu anlayış içinde, Atatürk 1923 tarihinden başlayarak yaşama veda edeceği tarih olan 1938 yılına kadar geçen on beş yıllık süreçte, çökmüş kocaman bir imparatorluktan arda kalan, kaderiyle baş başa bırakılarak çürümeye terk edilmiş, hurda demir yığınına dönüşmüş gemilerden, modern bir Cumhuriyet donanması yaratmayı başarmıştır. Bugün, deniz kuvvetlerimiz, Atatürk’ün her zaman güçlü olmasını görmek istediği donanmaya sahip olmakla ona olan bağlılıklarını bir kere daha göstermişlerdir. Çünkü deniz kuvvetlerimiz, onun gözbebeğiydi. [email protected] C M Y B C MY B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear