Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
25 EYLÜL 2009 CUMA 5 D E N İ Z C İ TEK TARAFLI BİR AŞK! ASUMAN ABACIOĞLU Bir vize başvurusunda şu “Medeniyetler Çatışması” denilen kavramla beklenmedik bir şekilde yüz yüze geliveriyorsunuz; bunun oldukça acıtıcı bir deneyim olduğunu söyleyebilirim. Bir Avrupa Birliği üyesi ülke konsolosluğunda size gösterilen yapay nezaketin altından küçümseme ve kuşkuculuk ince bir biçimde kendini gösteriyor. Vize talebinde bulunduğunuzda, “onur kırıcı” bir şekilde kredi kartı ekstrelerinizi, maaş bordrolarınızı, özel belge ve bilgilerinizi isterken, size “az gelişmiş bir ülke vatandaşı” olduğunuzu altını çizerek hatırlatıyorlar. Bu da yetmiyor; “sizi de görmemiz lazım” denilerek, işinizi gücünüzü bırakıp ayaklarına kadar gidip “arzı endam eylemeniz” gerekiyor. Kültürlerimiz ne kadar benzeşse de onlar “Biz medeniyiz” diyorlar. Sizin kendi ülkeniz ve toplumunuz için ne kadar “saygın” olduğunuz onlar için bir anlam ifade etmiyor. Vize alsanız da almasanız da ülkelerine kabul etmek konusunda pek istekli olmadıklarını sizi günlerce bekleterek gösteriyorlar. Niyetimiz, dört günlük bayram tatilini komşumuz Yunanistan’ın Midilli adasında geçirmekti. Ancak vize işinin bu kadar zora koşulacağını bilememiştik; ne de olsa eş durumundan devlet görevlilerine verilen yeşil pasaportumuz vardı. Birimiz gazeteci, diğerimiz üniversitede yönetici, öğretim üyesi ve bilim adamı gibi ünvanlara sahipti. Kimse bizim Yunanistan’a iltica edeceğimizi düşünmezdi herhalde. Ne de olsa biz tarihin, kültürlerin, geleneklerin birbirine geçtiği iki ülkeydik. Düşmanlıklar gerilerde kalmıştı; okul kitaplarıntek taraflı ve karşılıksız bir aşkmış. Meğerse onlar herkesten özellikle de bizden çok daha “medeni” imiş de bizim haberimiz yokmuş. Meğerse biz Yunanistan’la Medeniyetler Çatışması’nın karşı taraflarındaymışız. Dört günlük Midilli gezisi için karşımıza çıkarılan “gurur kırıcı” engel ve kuşkuları başka bir Avrupa Birliği ülkesinden görmediğimizden olsa gerek, komşumuzdan gördüğümüz tavır bizi hayal kırıklığına uğrattı, dostane duygularımıza zarar verdi. Üstelik herhangi bir AB ülkesi için alınan Şengen Vizesi’nin Yunanistan’a gitmek isteyen Türk vatandaşları için geçerli olmadığını da öğrenince “Biz bir şeyleri yanlış biliyormuşuz” duygusuna kapıldık. Aslında TürkYunan dostluğu diye bir şey yok muydu; karşılıklı el sıkışmalar, ortak düzenlenen etkinlikler, heyetlerin güler yüzle yan yana verdikleri fotoğraflar bir aldatmaca mıydı? Yoksa gerçekten “Türk’ün Türk’ten başka dostu yok muydu?’’ Vize alıp almamak bir yana, bu deneyim sayesinde aslında Medeniyetler Çatışması denilen olayın, kendini “medeni” zanneden ülkeler tarafından yaratıldığını ve derinleştirildiğini anladık. Bu tavrın dünya barışı için hiç de iyi olmadığı sonucuna vardık. Ceneviz Büyüsü ÜNAL BENLİALPER Sabahın erken saatlerinde gökyüzünü kaplayan parçalı bulutlar yavaş yavaş dağılmaya başladılar. Daha sonra uzak denizlerden kopup gelen rüzgarların esintileriyle karşılaşıyoruz. Hiç bitmeyecekmiş gibi gelen Finike körfezini oldukça sakin bir havada geçtik. Son anda çıkan ölü dalgalar belli bir süre tekneyi yatırsa da bizi üzmedi. Şıldanlar adalarını dönüp kuzeye yöneldiğimizde herkesi bir heyecan sardı. Hemen önümüzde bir gurup yunus, kalabalık balık sürüsünün arasında kendilerine ziyafet çekiyordu. Bu nedenle bizimle hiç ilgilenmediler. Akdeniz'in derin sularında büyük keyif içinde ilerliyoruz. Baş bodoslamanın yardığı tertemiz suların dalgalarının bembeyaz köpükleri arkamızda su yolunu oluşturuyor. Bu yönde giderken Ceneviz koyu hiç farkedilmiyor. Dimdik yükselen kayalık kocaman bir burnun arkasına saklanmış, misafirlerini sessizce bekliyor. Burasını girişindeki küçücük taş adacıktan da hatırlayabilirsiniz. Tam ortada demirlemiş tekne gibi duruyor. İçeri girdiğinizde laciverde dönüşmüş pırıl pırıl suları ile Ceneviz koyu... Sahili boydan boya çevreleyen yemyeşil bitkiler, dağların tepelerine kadar uzanmış öbek öbek isimsiz bodur ağaç kümeleri, mis gibi kokan çeşit çeşit otlar ve makilikler arasında serpilmiş çam ağaçlarıyla birlikte doğanın en güzel tablosunu bize armağan ediyor. Sanki evrenin başka bir köşesinde gibiyiz. Hepimiz çevreye hayranlık içinde ama biraz da şaşkın bakıyoruz. Zaman kaybetmeden tekneyi demirleyip kıçtan kara bağladık. Denizin kokusu ile yeşil doğanın enfes kokusunun birlikteliği ciğerlerimizi temizliyor. Burada zaman en değerli kavramlar arasında. Hava kararmadan herkes suya atlayıp denizin tadını çıkarmak istiyor. Zaman yine bizi yenmiş ve gün boyunca o sımsıcacık ışıklarını bizden hiç esirgemeyen Akdeniz güneşini uğurlamaya hazırlanıyordu. Karanlık, gökyüzünden incecik tül perde gibi ağır ağır yayılırken Ceneviz limanının üstüne, çevreyi gizemli bir havanın sessizliği sarıverdi. Ardından gökyüzünün en parlak yıdızları birer birer güvertemizin üstüne düşmeye başladılar. Kainat birden canlanmış ve bizi mutlu edebilmek için de en harika sunumlarının hazırlığı içindeydi. Düşler ve gerçekler birbirine karışmış, Ceneviz koyunun ruhunda harmanlanıp kayboluyordu. Derin sessizliğin koynunda rüya alemindeydik. Bizi büyüleyen bu ortam içinde herkes aynı duyguları paylaşıyordu. Her şeye, ama olumsuz olan her şeye rağmen yaşam çok güzeldi ve bizler, yabancı olsun yerli olsun bunu çok iyi anlamıştık. ‘Meğer bizim aşkımız karşılıksızmış... Onlar herkesten, özellikle de bizden çok daha medeniymiş de bizim haberimiz yokmuş. Meğerse biz Yunanistan’la ‘medeniyetler çatışması’nın karşı taraflarındaymışız’ dan bile silinmişti. Ne de olsa biz komşuyduk, birbirimize çok benziyorduk; aynı yemekleri yiyor Türk veya Yunan kahvesi adı altında aynı kahveyi içiyorduk. Buralarda eğlenirken Yunan müziği ile eğleniyor, dans ediyorduk. Yunanlıların adalardan Çeşme, Ayvalık, Foça ve Dikili’ye alış veriş yapmaya gelmelerine bakarak, iki dost halkın ilişkilerinin sıcaklığına inanıyor; hatta “neden Yunanca öğrenmiyoruz’’ diye düşünüyorduk. Meğerse bunlar bir yanılsamaymış. Meğerse bizim aşkımız unalkaptan@hotmail.com C M Y B C MY B