Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
20 KASIM 2009 CUMA c D E N İ Z C İ 5 Kış Koyları ÜNAL BENLİALPER Sonbahar güneşinin yüreğimizi coşturmaya hazırlanırken yeni bir gün, yeni yeni umutlarla ağarmaya başlıyor ufkun derinliklerinden. Biz de zaman kaybetmeden yeni keşiflerin hayalleriyle demir alıp seyre çıkıyoruz. Koylar terkedilmiş, huzur dolu ve gerçek sahipleriyle baş başa kalmış. Yaz aylarında alışık olmadığımız bu görüntü karşısında inanın ki çok büyük keyif aldık. Yelkenlerimiz kuzey rüzgarlarının coşkusu ile yavaş yavaş şişerken, yeni sevdalara, hafızalarımızda saklı kalmış düşlere, yeniden yeşeren umutlara ve bizi hasretle bekleyen Ege’nin sevgi dolu koylarına sonsuz bir heyecanla dümen çeviriyoruz. Yıllarca göç etmekten yorgun düşmüş sıska bir karabatağın, Ekincik koyunda yerleşme kararı alarak oraya sahiplenmesi cömert tavırlarından belli oluyor. Sanki koya gelişimizi protesto edercesine kızgın kızgın dalıp çıkıyor. Şehrin, suç ve günah kokan yozlaşmış yaşamının kulaklarımızı sağır eden çığlıklarında, bizi çaresizliğin içine sürükleyen duyguların esaretinden kurtaracak olan mavi tutkunun evrensel sevgisinde, yeniden nefes alabilmenin zevkine varacağız. Avlanmaya çıkmış, zaten sayıları da oldukça azalmış birkaç tane yalıçapkını bizden çok tedirgin oldular, sanırım o kadar da kızdılar. Ama belli ki o masmavi suların dünyasında son derece mutlu ve huzurlular. Ara sokaklarını, tükenmiş umutların, yokluğun ve yitirilen en güzel duyguların işgal ettiği şehrin o sınır tanımayan ezici egemenliğinden kurtulup mavi özgürlüğün sularında takılı kalmak, inanın müthiş bir duygu fırtınası. Günübirlik değerlerin hüküm sürdüğü ve bencilliğe bulanmış iğrenç hırsların kapladığı, çıkar ilişkilerinin otoritesinin geçerli olduğu, çoğu zaman da insan olduğumuzu bize unutturan şehrin ağır baskılarından uzaklaşmayı başarabilmek, yaşam boyunca kazanabileceğimiz en büyük ödüldür. Çünkü o gün yaşamınızın ilk güneşini gördüğünüz gündür. Dramatik kaygılarınızın yarattığı huzursuzlukların can sıkıcı bunaltılarını Ege’nin sevgi yüklü, turkuaz tenli ve huzur kaplı sularında sonsuzluğa dek mahkum edin. ‘Herkesin kafasında, hastanelerde işaret parmağını dudağına götürüp ‘Şşşş’ diyen hemşirelerin görüntüleri var. Dinlenme kaygısı nedeniyle kimse ağız tadıyla telefonla bile konuşamıyor’ Dedikodunun bile keyfi kaçtı! ASUMAN ABACIOĞLU Telefon şirketleri istedikleri kadar reklam yapsınlar; “Konuşun, anlatın; istediğiniz kadar, bol bol konuşun; şu kadar saat bedava konuşun...’’ Bence boşuna; çünkü tam tersine bugünlerde telefonda konuşma sürelerimiz giderek düşüyor. Hiç kimsenin “acaba dinleniyor muyum’’ kaygısı taşımadan, şöyle ağız tadıyla konuştuğunu sanmıyorum. İster ev kadını olsun, ister emekli, ister öğrenci, ister memur, isterse işçi; eskisi kadar uzun eskisi kadar rahat telefonla görüşmüyordur. Artık rahatımız huzurumuz kaçtı; uzun telefon muhabbetlerimizin tadı kalmadı. Bir arkadaşımızla konuşurken dedikodunun dozunu kaçırdığımızda, “Eyvah’’ diyoruz, “Ya dinleniyorsak?’’ Ne ortak tanıdıklarımızın dedikodusunu yapabiliyoruz ne patronlarımızın ne akrabalarımızın... Bırakın telefonda konuşurken yaşadığımız huzursuzluğu, artık yüz yüze muhabbetlerde bile eskisi kadar rahat olamıyoruz. Arkadaşınız karşınızda lafı geveledikçe geveliyor. Bir şeyler söyleyecek ama rahat değil; “Aaaa, ıııı, ne desem bilmem ki’’ tavırları içinde. Yahu kardeşim ben senin söylediklerini aleyhinde kullanmayacağım ki! Ama ne çare, arkadaşınız bir kere güvenini kaybetmiş, top lumsal paranoyaya kendisini kaptırmış. “Acaba söylediğim bu sözler başkalarının da kulağına gider mi’’ düşüncesiyle ağzından laf cımbızla alınır olmuş. Telefonda yemek tarifi bile veremez olduk. Annem telefonda diyor ki “Baban da bugünlerde pek sinirli oldu, ne söylesem kızıyor’’. “Aman babanın kulağına gitmesin’’ diye de ekliyor. “Nerden duyacak’’ diyecek oluyorum; “telefonlar dinleniyormuş’’ diye bilmiş bilmiş cevabı yapıştırıyor. Bir başka arkadaşım, patronundan yakınıyor, sonra da korkarak, “Yerin kulağı var; artık konuşmayalım’’ diyerek kestirip atıyor. Artık ne maaşının düşüklüğünden yakınabilirsin, ne memleketin halinden dert yanabilirsin. He le hükümeti eleştirmek; aman aman... Aslında kim ne yapsın senin telefonda konuştuklarını; sen kimsin ki? Ama ya dinliyorlarsa. Yarın öbür gün telefonda yaptığın dedikodular internetlere düşerse; oradan da gazetelerin baş sayfalarına? Ya bir düşmanın varsa da seni ihbar ederse? Belki seni Ergenekon’a bile yamayabilirler yani. Dedikodu komplosu kurmak suçundan mesela! Herkesin kafasında, hastanelerde işaret parmağını dudağına götürüp 'Şşşş’’ diyen hemşirelerin görüntüleri var. Herkes kendine oto sansür uyguluyor. Giderek telefon yerine yüz yüze görüşmelere başvuruluyor. Ancak onunla ilgili de söylenti ler var. Duyduk ki, cep telefonu kapalı bile olsa ortam dinlemesi yapılabiliyormuş. Telefonları kapatıp başka odalara kilitlemek lazım. Ya bir dinleyen olursa diye. Korkularımız aldı başını gidiyor. Sustukça susuyoruz; az biraz konuşmaya başlamışken yeniden suskunluklara gark oluyoruz. Konuşmak bize haram artık. Şurada üç beş lafımız vardı söyleyecek! Onu da telekulaklar dinleyecek. Bir başka arkadaşım; bir yandan GDO’lar, bir yandan mandalinlerin sarıya boyanması, bir yandan domuz gribi, bir yandan telekulak skandalları, “Artık yaşama sevincimi kaybettim’’ diye yakınıyor. Ben de, “Sen de bu kadar konuşma o zaman’’ diyorum. Nasıl olsa her şey yolunda; kriz teğet geçiyor, açılımlar açılıyor, demokrasi ilerliyor. Başbakanımız mecliste, Türkiye’nin hiç bu kadar demokratikleşmediğini anlatıyor; onun dediğine göre herkes özgürce konuşabilir, düşüncelerini söyleyebilirmiş. Ben anlamadım bu işi; oysa görüyorum ki, herkes giderek daha az konuşuyor. Toplumsal paranoya hiç bu kadar ileri gitmemişti. Ya ben demokrasiyi yanlış biliyorum ya da Başbakanımız başka bir demokrasiden söz ediyor. Allahım, ya şimdi bu söylediklerimi dinliyorlarsa! unalkaptan@hotmail.com C M Y B C MY B