05 Kasım 2024 Salı Türkçe Subscribe Login

Catalog

Y ezih Tavlaş, 1980 yılından bu yana fotoğraf çekiyor. Gazetecilik yaptığı dönemde çektikleri, içeride ve dışarıda pek çok gazete ve dergide yayımlandı. On sekiz yıllık gazetecilik uğraşında Irak ve Somali gibi savaş bölgelerinde fotoğraflar çekti. Şimdilerde günlük yaşamdan fotoğraflar çekmeyi sürdürüyor. Tavlaş’ın son çektiği “fotoğraf” ise yaklaşık 300 sayfalık bir Ara Güler sureti. İlk kez 2009’da Fotoğrafevi’nin eryüzü Kitaplığı CELÂL ÜSTER celal@celaluster.com.tr Nezih Tavlaş’ın kaleminden Ara Güler’in yaşam öyküsü Ustanın yaşamından kareler N yayımladığı, geçenlerde Yapı Kredi Yayınları’nca yeni basımı yapılan “Foto Muhabiri Ara Güler’in Hayat Hikâyesi”nde, her nitelikli yaşam öyküsü kitabında olduğu gibi ustanın hayatı kendi tanıklıklarıyla akıp giderken İstanbul’un, dahası Türkiye’nin 80 yıllık yakın tarihi de gözlerimizin önünden geçiyor. Tavlaş’la Güler’i tanıştıran Hasan Şenyüksel’in önsözündeki deyişiyle savaşlar, darbeler, medeniyetler, facialar ve dünyanın kaderini değiştiren insanlar ardında koşuşan Ara Güler’in yaşamı boyunca karşılaştığı inanılması güç öyküler… Uğur Mumcu’nun, “Türkiye’de araştırmacı gazetecilik yapan parmakla sayılacak kadar az. Az gelişmişlik bu alanda da hüküm sürüyor. Nezih Tavlaş bu az sayıdaki gazeteciden biridir” dediği Tavlaş’ın, Güler’le yaptığı uzun sohbetler ve kılı kırk yaran araştırmalar sonucunda doğmuş bir kitap “Foto Muhabiri Ara Güler’in Hayat Hikâyesi”. Kimler yok ki bu kitabın karelerinde? Life dergisinin New York’taki merkez binasının önünde. MÜREKKEBİ KURUMADAN A Güler’in gözünden 67 Eylül ra Güler’in yaşam öyküsündeki çarpıcı olaylardan biri de 1955’te İstanbul’da yaşanan 67 Eylül olayları. Nezih Tavlaş’ın kaleme aldığı “Foto Muhabiri Ara Güler’in Hayat Hikâyesi” adlı kitabın bu olaylara ayrılan bölümü, kışkırtmalar sonucunda patlak veren şiddet cinnetinin, iktidar tarafından muhalefeti ve basını baskı almak için nasıl kullanıldığını ortaya koyması açısından da okunmalı. Tavlaş, Ara Güler’in tanıklığıyla anlatıyor: “1955 yılı yarılandığında yazla birlikte Akdeniz’de de sular ısınmaya başlamıştı... Anadolu Ajansı’nın geçtiği Atatürk’ün Selanik’teki evinin bombalandığı haberinin radyoda yayımlanmasının ardından İstanbul Ekspres gazetesinin Yazı İşleri Müdürü Gökşin Sipahioğlu o sırada basılmakta olan gazeteyi durdurup manşeti değiştirdi. Ajansın haberine yeni bilgiler ekledi ve baskıya geçti. Kısa bir süre sonra sokaklarda gazete satan çocukların “Yazıyor, Ata’nın evine atılan bombayı yazıyor’ sesleri yankılanmaya başladı ve Demokrat Parti hükümeti tarafından tezgâhlanan, partililer ile lümpen ayaktakımına uygulatılan Cumhuriyet tarihinin en utanç verici olaylarından biri patlak verdi. ‘Orhan Kemal’e sokakta rastladım, beraber yürüdük Harbiye’ye kadar. Ne halt yiyeceğimizi düşündük. Geldik Mehmet Cemal’le beraber Halk Oyunlarını Yayma ve Yaşatma diye bir cemiyet vardı. Yapı Kredi’nin finanse ettiği bu cemiyetin kurucusu Vedat Nedim’di, o gün de halk oyunlarının, Açıkhava Tiyatrosu’nda gösterisi var. Ben de görevliyim, resim çekeceğim. Oraya gitmeye vakit kalmadı. Taksim sinemasının karşısında Eftalupos kahvesini yıkmaya başladılar. At yarışı oynarlardı orada. Resim mesim ne oluyor derken aşağıya indik, Beyoğlu Caddesi birbirine girdi yıkılıyor. Halk oyunlarına gitmeye gerek var mı, burada ortalık birbirine giriyor. İnisiyatifimizi kullandık bu daha mühimdir diye başladık resim çekmeye.’ Atatürk’ün Selanik’teki evine konulan bomba, birkaç saat sonra İstanbul’da patlamıştı. Hükümetin ‘Türk halkının Kıbrıs konusunda galeyan içinde olduğunu göstermek için’ organize 6 n 1 0 E Y L Ü L 2 0 1 5 ettiği bu olayda aslında her şey planlanmıştı. Demokrat Parti üyelerinin liderliğini yaptığı kalabalık güruh ile kamyonlarla çevre illerden İstanbul’a getirilen çapulcular, Taksim’e doğru yürüyüşe geçti ve Rumlara ait dükkânlara saldırmaya başladı. Giderek büyüyen kalabalık önceden işaretlenmiş ev ve dükkânlara saldırırken, güvenlik güçlerinin aldıkları talimat gereği olaylara seyirci kalması üzerine, saldırılar siyasi seyrinden çıkıp ‘servet düşmanlığı’na dönüştü, diğer azınlıklar, hatta zengin Türklerin ev ve dükkânlarına da yöneldi. ‘Mehmet Cemal de benim yanımda ‘Ulan bizim dükkân ne oluyordur?’ dedi. Mehmet’in anasının Gilda diye bir dükkânı var, kuyumcu ve süs eşyaları satıyor. Gittik ‘Cemal Paşa’nın dükkânıdır’ burası diye engel olmaya çalışıyordu. ‘Gilda ne demek? Gilda Türk değildir’ diye başladılar yıkmaya. O zihniyet bugün olsa bütün Türkiye yıkılır, bir tane dükkân kalmaz çünkü gâvur isminden geçilmiyor.’ (...) Bütün bu olan bitenler arasında Ara’nın aklına babasının dükkânı geldi. ‘Hemen babamın dükkânına gittik. İlkyardım hastanesine, tedavi merkezine dönmüş orası, kim eli yaralanmış gelip elini sardırıyor. Taşlar ve sopalarla camları kırarken yaralananlar da dükkânımıza koşuyordu ilkyardım için. Bu olay sırasında tek yıkılmayan dükkân babamın dükkânıdır Beyoğlu’nda.’ Babasının eczanesinin herhangi bir zarar görmemiş olmasına bir nebze olsa sevinse de gözü dönmüş kalabalığın neler yapabildiğine bizzat şahit oldu. İstiklal Caddesi ev eşyaları, kat kat kumaşlar, iç çamaşırları, kürkler, halılarla kaplanmıştı. ‘Bir tane grup yok, biri geliyor biri gidiyor. Sadece Beyoğlu değil, Büyükada, Karaköy filan her taraf her taraf. Aslında soyguna geliyorlar, mesela bir vitrine geliyor, orada eski elbiselerini bırakıp yeni elbiselerini giyip gidiyor. Herif nah böyle olmuş çünkü altı tane palto giymiş üst üste götürüyor.’ (...) Bu olayların ardından çok insan İstanbul’u, hatta Türkiye’yi terk etti. ‘Pastellas vardı, hemen Galatasaray’ın köşesinde bir dükkândı; İngilizlerin o ünlü mavi tabakları vardır, antika tabaklar. Pastellas onun mümessiliydi. Eczacıbaşı’nın da arkadaşı ve ortaklarından biriydi, kimyacı. ‘Eyvallah’ demiş, ‘Ben gidiyorum, fabrika senin olsun’. Mumhane Caddesi’nde bir fabrikaları vardı onların, Nejat Bey’le ortak. O fabrika gelişti gelişti, bugünkü Vitra oldu’ (...) Ara’nın çalıştığı Hayat dergisi olayın vahametini gözler önüne seren fotoğrafları yayımlayamadı bile. Menderes, muhalefeti ve basını baskı altına almak için 67 Eylül olaylarını gerekçe göstererek Basın ve Toplantı Yasası’na kısıtlamalar getirdi...” n Orhan Veli, Sait Faik, Orhan Kemal, Kemal Tahir, Nâzım Hikmet, Tennessee Williams, Fikret Muallâ, Sophia Loren, Charlie Chaplin, Halikarnas Balıkçısı, Picasso, Salvador Dali, William Saroyan… Hangi olaylar yok ki bu kitabın yapraklarında? Karartma geceleri, 67 Eylül olayları, Üsküdar faciası, Afrodisias’ın keşfi, İhtilal günleri, Filistin kampları, AKM yangını, Yavuz belgeselinin yasaklanması… “Bir patlama olduğunda olay yerine doğru koşan kişi foto muhabiridir, oradan kaçan ise fotoğrafçı” demiş Ara Güler. Bence, “fotoğrafçı”yı küçümseyen bir söz olmaktan çok Güler’in neden kendini “foto muhabiri” olarak tanımlamakta direttiğine açıklık getiren bir söz. Ara Güler’in kocaman yaşam öyküsünün içinden de sürekli bu söz geçiyor zaten… n Imogene Cunningham’ın objektifinden Ara Güler. Aşağıda Alfred Hitchcock ile... S A Y F A C U M H U R İ Y E T K İ T A P S A Y I 1 3 3 4
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear