24 Aralık 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

1 ŞUBAT 2021 4 TRUMP SONRASINDA BIDEN DÖNEMINDE NORMALE DÖNÜŞ ILLÜZYONU Amerikan paranoyası Kongre binasına yapılan saldırı hepimizi dehşete düşürdü. Ancak Demokratlar, sansürün sorunu çözeceğini düşünüyorlarsa yanılıyorlar. Son otuz yıldır işçi sınıfına karşı küçümsemeyi ve üst sınıfın otoritesine duyduğu saygıyı gizlemeyen bir partinin eylemini tanımlayan çok sayıda sıfat var. “İlerici” ise onlardan biri değil. 6 Ocak’taki Kongre baskınında biri polis beş kişi yaşamını yitirmişti. THOMAS FRANK * Baş tarafı 1. sayfada Her bölgenin ekonomik ağırlığını o bölge seçmenlerinin oyları ile karşılaştırmak olguyu ölçmeyi mümkün kılıyor. Hillary Clinton, 2016’daki seçimlerde yenilgisine rağmen ülkenin gayrisafi yurtiçi hasılasının üçte ikisini oluşturan (2) “en dinamik” bölgelerinde kazanmış olmakla övünmüştü. Biden, daha da iyisini yaptı: Demokrat adayın kazandığı ilçeler ülkenin ekonomik faaliyetlerinin yüzde 71’ini oluşturan bölgeler, oysa Trump yanlısı yerlerde bu oran yüzde 29 (3). Ben bu araştırmaların atıfta bulunduğu zengin bölgelerden birinde büyüdüm: Kansas City banliyösündeki Johnson County’de. Burası “beyaz kaçış” denilen şehir merkezinden kaçan ve yine bir arada yaşayan beyaz hanelerin oluşturduğu varlıklı çevre mahallelerden biri. Benim ailem öyle çok varlıklı olmasa da çocukları en iyi devlet okullarına giden avukat, doktor, mimarlardan oluşan sosyal çevremiz, Kansas’ın açık ara en zenginleriydi. Bu mahallenin sakinleri şaşaalı bürolarda çalışıyor, dev alışveriş merkezlerinde alışverişlerini yapıyor, yemyeşil cenneti andıran golf sahalarında oynuyor, birinci sınıf restoranlarda yemek yiyor ve kilometrelerce yeşil araziler üzerine kurulu taklit malikanelerde yaşıyorlardı. Gençken arkadaşlarımla arabaya biner, bangır bangır punkrock müzik dinleyerek Johnson County’nin altı şeritli bulvarına gider, bu burjuva özentiliği ile alay ederdik. Biz bu insanlarla dalga geçtik, çünkü onlar yönetici sınıftı. Johnson County sadece zengin ve beyaz değildi, aynı zamanda Amerika’nın en Cumhuriyetçi yerlerinden biriydi. O zamanlar muhafazakârlar bütün önemli mevkidelerdi ve neredeyse tüm seçimleri kazanıyorlardı. Bulunduğumuz bölge, Woodrow Wilson’un Beyaz Saray’da olduğu 1916 yılından bu yana Demokrat bir adaya oy vermemişti. Bölgenin seçmenleri Franklin D. Roosevelt ve John F. Kennedy’i küçümsemişlerdi ama 1964’te Cumhuriyetçileri bozguna uğratan antikomünist Barry Goldwater’a bayılmışlardı. Kasım 2020’de Johnson County, Demokrat Biden’a çoğunlukla oy veren Kansas’taki beş ilçeden biri oldu. Seçim öncesi araba ile bölgede dolaşırken evlerin önünde sakinlerinin özenle budadıkları bahçelerinde “Siyah Yaşamlar Önemlidir” panolarını görünce çok şaşırdım. Eski Başkan Eisenhower’ın erkek kardeşinin eski evinin önündeki alanda bahçıvanlık sanatının bir abidesi yer alıyordu. Bitkilerden yapılmış Özgürlük Anıtı bir ağ ile kaplanmış üzerindeki tabelada da “Lütfen, beni kurtarın! Demokrasiyi kurtarın!” yazıyordu. Oysa bu bölgedeki seçmenlerin sosyal yapısı bir nebze bile değişmemişti. Çoğunluk yine beyaz, kurumsal dünyaya ait ve aşırı zengin kişilerden oluşuyor. Çocuklar hâlâ en iyi okullara gidiyor, emlak fiyatları her zamankinden daha yüksek ve malikaneler de yerinde duruyor. Johnson County, bölgede yaşayan ve onlarla aynı kaderi paylaşmayan orta gelirli Cumhuriyetçi kitlelere küçümseyici gözlerle bakmaya devam ediyor, ancak tek bir fark var, bunu “sol” gözlerle yapıyor, en azından Amerika Birleşik Devletleri’nde kullanılan anlamda. Canınız istiyorsa yönetici sınıfın bu göze çarpan villaları ile alay edebilirsiniz ancak bugünlerde oralarda “Kadınlar erkeklerle aynı haklara sahiptir”, “Bilimi dinleyin” ya da “Aşk aşktır” (homofobileri eğitmeye yönelik bir slogan) gibi panoları sık sık görebilirsiniz. Kampanya için dev harcama Geçen kasım ayında eyalet adına Senato için yarışta en zorlu politik düellolardan biri Kansas’ın batısından bir Cumhuriyetçi ile Johnson County’den demokrat aday arasındaydı. Biden’ı destekleyen aday, kampanyası için rakibi Trump destekçisi adayından dört kat daha fazla harcama yaptı: 7 milyon dolara karşı 28 milyon dolar harcadı. Yakın zamana kadar böylesine bir fark düşünülemezdi bile. Para sahiplerinin Cumhuriyetçi Parti’ye cömert ve koşulsuz desteği bu ülkenin siyasi hayatında her zaman için temel bir ilke idi. Sistemimizi anlamaya çalışırken hep aynı şeyleri hatırlattık kendimize: “Bu yüzden Cumhuriyetçiler bu önlemleri alıyorlar; bu yüzden piyasa kanunlarına körü körüne inandıklarını söylüyorlar her yerde; bu yüzden yöneticileri lobici olmak için erken emekli oluyor; bu yüzden Cumhuriyetçiler Demokratları seçim finansmanı konusunda ezip geçiyorlar”. Ama bu sefer öyle olmadı. Kuşkusuz Trump, Cumhuriyetçi Parti kurallarına harfiyen uydu, Beyaz Saray’da geçirdiği dört yıl boyunca, vergileri düşürerek ya da çevre kirleticileri dokunulmaz kılarak iş çevrelerini ve zenginleri kayırdı. Yine de yeterli olmadı. Biden, seçim kampanyasına 1.6 milyar dolar harcadı, Trump ise 1.1 milyar dolar. Kendini beğenmiş milyarder kendi sahasında yenilmiş oldu. Biden’ın ana bağışçıları arasında yer alan Wall Street ve GAFAM’ın (Google, Apple, Facebook, Amazon, Microsoft) tekmili birden ön sırada olmak üzere Silikon Vadisi Demokrat Parti’yi bir araya topladı. Trump gıda sanayii, kömür, petrol gibi “eski” sanayi ekonomisinin kazananı olsa da Amerikan kültürünü tanımlayan tüm sektörler Trump’a karşı “direniş”e geçti: Eğlence sektörü ondan nefret ediyordu; teknoloji sektörü ondan nefret ediyordu, üniversite camiası ondan nefret ediyordu. Cumhuriyetçiler, Irak savaşından sorumlu olduğundan, iç güvenlik gibi diplomat topluluğu da kendisinden hiç hazetmiyordu bunlara aşırı sağcı basın hariç basın dünyası da dahil oldu. Merkezi İstihbarat Teşkilatı CIA bile onu takibe almıştı. O kadar ki son dört yılda Amerikan casus teşkilatının imajı aniden tersine dönüverdi. Şimdilerde, solda Trump’ın 2016 seçimlerinde Rusya’nın müdahalesini abartmakla suçladığı CIA için, iftiraların hedefi oldukları gerekçesi ile neredeyse gözyaşı dökmemiz isteniyor. Washington Post bu tersine dönüşü, Trump’a karşı muhalefet hareketinin (4) “sözlü tarihçesi” üzerine yazdığı bir makalede ele aldı. Çok sayıda tanıklığın yer aldığı bu uzun yazı farklı başlıklara ayrılı; her birinde başkanının tutumunun kendilerini ne kadar şok ettiğini ve “direniş”e nasıl katıldıklarını anlatan önemli kişilere yer veriliyor. Gazete, 2016 seçimleri sonrası bu kişilerin korku dolu tepkilerinden Ocak 2017’deki kadın yürüyüşüne katılma kararlarına, hatta Trump’ın CIA’nın görevde hayatını kaybetmiş ajanları onuruna dikilen Memorial Wall anıtı önünde 21 Ocak 2017’de yaptığı konuşmanın kendilerinde yarattığı travmaya kadar her türlü detaya yer veriyor. Liberal basın ve istihbarat... Washington Post’un “kutsal mekân” diye tanımladığı bu mekanda, başkan, her zaman olduğu gibi salakça ve gereksiz bir konuşma yaptı. Illinois’li Demokrat Senatör Tammy Duckworth için bu konuşma “utanç vermenin ötesinde” idi. Biden’ın seçimlerde rakibi olan ve şimdi ekibinde ulaştırma bakanı atanan Pete Buttigieg, o anı “gerçekten karanlık bir an” olarak hatırlıyor. Bir siyasetçinin CIA’ya karşı saygısızlık etmesine alınmak ilericiler açısından gerçekten dikkate değer bir yenilik. Öte yandan bu tarihi kopuş, CIA’nın eski direktörü Michael Hayden’ın konuşma ile ilgili paylaştığı görüşlerinin gölgesinde kaldı: “İstihbarat gerçeği aramaktır. Bir istihbarat ajanının hedefi mümkün olduğunca çok gerçeğe yaklaşmaktır. Bunun basın ile ortak yönümüz olduğuna inanıyorum.” Trump döneminde, liberal basını Washington’da “istihbarat topluluğu” olarak adlandırılan şeyden ayırmanın giderek daha güçleştiği de bir gerçek. Barack Obama döneminde ulusal istihbaratın direktörü olan James Clapper gibi Hayden de 2017 yılında CNN’nin yorumcularındandı. Bir başka CIA direktörü olan John Brennan ise NBC’ye katılmıştı. Çok sayıda eski şef benzer dönüşümler yaşayarak ekranlarda Trumpçı “dezenformasyon”lar hakkında ve Putin’in Amerikan Başkanı üzerindeki gizli gücü konusunda spekülasyonlar yaptı. Bu da bizi, Trump döneminde yıllarca yer tutan ve kimsenin içindeki sapmaları hatırlamak dahi istemediği sonsuz labirente yani “Russiagate”e getiriyor. Bu skandalın kökeninde, “gizli anlaşma” yani Trump’ın bir şekilde Rusya hükümetiyle 2016 seçimlerini bozmak için komplo kurduğu fikri yer alıyor. Bu, onun sadece beceriksiz ya da sahtekâr olduğunu değil, aynı zamanda düşman yabancı bir gücün ajanı olarak çalıştığını söylemek demekti. Dosyada yüzlerce suçlama yer alıyor. Bunların ne olduğunu ise gelecekteki tarihçilere bırakıyoruz. Savcı Robert Mueller, hiç kimseyi Rus hükümeti ile suç ortaklığı yapmak ya da komplo kurmaktan yargılamadı. Raporunda şu sonuca yer veriliyor: “Nihayetinde, bu soruşturma Trump kampanyasının üyelerinin Rus hükümeti ile seçime müdahale faaliyetlerinde komplo kurduğunu ya da koordine ettiğini kanıtlamadı.” Başka bir deyişle, Trump döneminin en yankı uyandıran siyasi skandalı, bir gazetecilik skandalı doğurmuş oldu. Gazeteciler, küçümsedikleri bir başkanı devirme gayreti içindeyken tüm ölçü ve adil yargılamayı bir kenara bırakmış oldu. At gözlüklerini gizlemek yerine, bunu Trump’ın bitmek bilmeyen yalanlarının gerektirdiği bir ilerleme olarak savundular. Matt Taibi, Russiagate ile ilgili şu sözleri yazmıştı: “Russiagate yeni neslin kitle imha silahı” ancak daha büyük ölçekte: “Hatalar ve abartılar öyle bir seviyeye ulaştı ki olayların gerçeğini silip süpürdü. Görevi gerçeği kurgudan ayırmak olan bağımsız basın fikri artık geçerliliğini kaybetmiş gibi; bizler peşin hükümlü olduk.” (5) Bu skandalın doğurduğu sonuçlar az oldu. “Russiagate” ile ilgili yanlış bilgiler paylaşan yorumculara neredeyse hiç ceza uygulanmadı. Gazeteciliğin bu olağanüstü başarısızlığı, baş oyuncularının yurtdışında dezenformasyon güçleri ve onların Beyaz Saray’daki suç ortaklarına karşı korkusuz mücadelelerinde süper kahraman gibi görmelerine engel olmadı. Washington Post’un 2017 yılında kullanmaya başladığı melodramatik sloganının da dediği gibi “Demokrasi karanlıkta ölür.” Demokrat basın, Trump yıllarını karanlık Rusların demokrasiyi tehdit ettikleri ve “ciddi” bilginin yabancı propagandaya karşı önemli bir mücadele verdiği diğer bir dönem ile yani Soğuk Savaş dönemi ile tarihi bir paralellik kurmaktan çekinmedi. 2018 yılında New York Times, ünlü bir Sovyet dezenformasyon operasyonuna atıfta bulunan “Operation Infektion” başlıklı bir videoda,“Siyahların Hayatları Önemlidir”den silah lobilerine kadar toplumda her bölünme yaşandığında, Rusya’nın bu bölünmeyi derinleştirmek için siyasi çevrelerde kaos yaratarak dezenformasyona başvurduğu” (6) yorumunu yapıyordu. Sansür silahı Peki ama geçen seferkinden daha acımasız olan ve hedefinde gerçeğin ta kendisi olan bu Soğuk Savaş nasıl kazanılabilir? Demokratlar zamanında etkili olmuş bir silah çıkarıldı: Sansür. Amerikan Sivil Özgürlükler Birliği ACLU’nun eski direktörü, eski zaman solcularından Ira Glasser, yakın zamanda bir röportajında bir hukuk fakültesinde çok ırklı bir dinleyici kitlesine yaptığı konuşmayı anlatıyor: “Katılımcılara bakıyorum. Oldukça memnunum. Söyleşinin ardından aralarında genç öğretim görevlilerinin de olduğu bazı kişiler teker teker ayağa kalkarak siyahlar, kadınlar, her türlü azınlıklar için sosyal adalet hedeflerinin ifade özgürlüğü ile uyumsuz olduğunu, onların düşmanı olduğunu açıklamaya başladılar.” (7) Glasser’in vermek istediği mesajı dikkate almadan Amerikan politikasını anlamak zor; pek çok ilerici “dezenformasyon”u ve sokaktaki sıradan insanların maruz kaldıkları bu kötü düşünceleri ortadan kaldırmak için teknoloji sektörü ile ortak cephe oluşturmayı kabul etti. Zararlı sesler platformlardan çıkarılmalı. Kasım seçimlerinden sonra Trump’ın paylaştığı tweet’ler gibi yalan bakış açıları, yetkin yetkililer tarafından uyarı mesajı yardımı ile maskelenmeli ya da durdurulmalı. “Asılsız, uydurma ya da doğru olmayan iddialar” paylaşan içeriklerin silinmesi amaçlanmakta. Ancak demokrasiyi Putin’in gölgesinden kurtarmayı amaçlayan mücadeleye girişmeden önce, Soğuk Savaş’ın nasıl geliştiğini hatırlamakta fayda var. 1940’ların sonunda Truman yönetimini komünistlerle gizli anlaşma yapmakla suçlamak ve dış politikayı daha da sağa kaydırmak üzere “kızıl korkusu” canlandırıldı. Komünist avcıları, “yıkıcı ajanları” hedef alarak susturulmalarını ya da görevden alınmalarını sağlayarak hayatlarını mahvettiler. Şüphenin itiraf değerinde olduğu ahlaki histerinin hâkim olduğu bir dönemdi. Mevcut siyasi kültür bizi doğrudan karşılaştırma yapabileceğimiz bir duruma götürüyor. Özellikle de Capitol Hill’e yapılan saldırı, korku ve paranoya iklimini yoğunlaştırdığından beri. Peki ama milletin peşine düşmesi gereken yıkıcılar kimler? Yangına petrol dökecek ve düşmanı etkisiz hale getirecek J.Edgar Hoovers’lar nerede? New York Times videosu bize, Rus dezenformasyon kampanyalarının “toplumumuzdaki bölünmeleri” sömürdüğünü söylüyor, ancak bu iddia New York Times köşe yazarlarının görüşleri için de geçerli olabilir. Twitter da aynı şekilde işliyor. CNN de, Facebook da ve hatta medyanın çoğunluğu. Matt Taibbi’nin kitabında gösterdiği gibi, bugünün kitle iletişim araçlarının iş modeli budur: Kültür savaşları sabahtan akşama etrafımızı kasıp kavuruyor, zira öfke ve bölünme izleyici sayısını artırır ve medyaya yetişkinlere uygun şekerleme ve bez satma imkânı sağlar. Arabanızı çalıştırın ve radyoda bir oyuncuyu filmde uygunsuz bir rol oynadığı için eleştiren bir ses duyacaksınız. Televizyonunuzu açın ve polise bir şeyler fırlatan veya bir heykeli düşüren antifaşist aktivistlere saldıran bir köşe yazarını göreceksiniz. Kültürel savaş... Elbette ki konu her zaman dezenformasyon değil. New York Times, yayımlamayı seçtiği kültür savaşlarının iyilik ve aydınlık için yapılan “Haçlı Seferleri” olduğuna inanıyor. Muhafazakârlar da kuşkusuz tarihimizde diğer zamanlarda yaptıkları gibi rakiplerinin susturulması gerektiğine ikna olmuş durumdalar. Ancak bu sefer silah sağın elinde değil. Kültürel meşruiyet öfkeliler koalisyonunun elleri arasında. Cevapları basit: Uzmanlar biliyor. “Sessiz” düğmesine basmak onlara kalmış. Kültürel bir savaşın meşruiyeti, argümanlarının doğruluğuna bağlı değildir, zaten bu argümanların doğruluğunu belirlemek de kolay iş değildir: Gerçek başkahramanların profesyonel topluluklarının içindeki konumuna bağlıdır. Öte yandan, “güdük bırakılmış bilgi”, Twitter’daki uzmanlara saldıran ve Reddit üzerinde komplo teorileri yayan, söz hakkı olmayan sıradan bir kişi tarafından yayımlanmış bilgi olarak tanımlanıyor. Dezenformasyon sorunu, özellikle de Trump’ın ortaya çıkmasından bu yana hassas olan elit otoritenin genel krizini yansıtıyor. Brookings Enstititüsü’nden Jonathan Rauch The Atlantic dergisine 2016 yılında yazdığı makalesinde, “Bugün en acil sorunumuz ülkenin ‘müesses nizamını’ terk etmiş olmasıdır, tersi değil” (8) yorumunu yapmıştı. Otorite krizinden endişelenmek: Şu aralar bazı ilerici Amerikalıların odaklandıkları şey bu. Bilirkişi hiyerarşisinin yeniden canlandırılmasının acil bir durum olarak ortaya çıktığı dönemde, ekonomik endişeler gibi çok daha eskiye ait endişeler alayla karşılanıyor. “Bilime saygı duyun” panoları demokrat mahallelerde görünür panoların yanında yerini aldı. Uzmanlığa saygı. Hiyerarşiye saygı. Yerinizde kalın. Dış politikanın diplomatik “topluluk”a ait olması gerekir diyorlar. Merkez Bankası politikası çiftçilerin zararlı etkisinden korunmalı. Bir mesleğin iç mutabakatına aykırı ses kabul edilmeyecek, en azından halkın önünde. Şüphe bastırılmalı ya da yok edilmeli. Tıp mesleği mensuplarının hemfikir
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle