Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
ADIM ADIM İSTANBUL Turgay Tuna tunaturgay?yahoo.fr 10 KÜLTÜR ZUHURAT BABA Sofu Baba, Telli Baba, Hasan Baba gibi İstanbul evliyalarının Bakırköylüsü olan Zuhurat Baba’nın mezarı, adını verdiği semtle özdeşmiş, yıllardan beri İstanbul’un en çok ziyaret edilen yatırlarından biri olmuş. Hoş, Zuhurat Baba’nın Müslüman mı yoksa Hıristiyan mı olduğu konusunda bir takım tartışmalar ortaya atılmış da olsa, yıllardan beri ruhuna okunan dualarla bir evliya kimliği kazanmış. Günümüze dek gelen anlatılar ve yazılanlara göre, İstanbul’un fethi öncesinde, ordularıyla İstanbul önlerine doğru ilerleyen Fatih Sultan Mehmet, Reghion (Küçük Çekmece) dolaylarından Makro Hori (Bakırköy) taraflarına gelir ve bugünkü Ataköy mıntıkasında ordugah kurar. Bizanslıların önceden sur çevresindeki su kaynaklarına zehir dökmesi, Osmanlı askerlerini zor duruma sokar, orduda susuzluk sıkıntısı başlar. Çeriler, ne yapalım ne edelim derlerken, ak sakallı, ak saçlı bir dede çıkar ortaya, sırtında kırbası, elinde maşrapası askere su dağıtır. Susuzluktan kırılan askerler bitmek tükenmek bilmeyen kırbanın suyundan kana kana içer. Yaşlı saka, “beni hünkarınıza götürün” der. Dedeyi alırlar çıkartırlar Fatih’in huzuruna. “Padişahım, değil bir orduya, birkaç orduya yetecek su vardır bende” der yaşlı saka baba. Padişah yanındaki kumandalara bu ihtiyarın nereden geldiğini sorar, onlar da “bilmiyoruz hünkarım çerilerin arasında öylesine zuhur etti”derler. Ve hemen orada adı konan Zuhurat Baba, bugünkü türbesinin bulunduğu yerin hemen berisinde, gizli bir kuyuyu gösterir. Berrak mı berrak, tatlı mı tatlı buz gibi bir suyu vardır bu kuyunun. Ordunun su ihtiyacı bu kuyudan karşılanır. Yaşını başını almış Zuhurat Baba su dağıtırken, kalbi yetmez ve ruhunu teslim eder hemen oracıkta. Askerler, kuyunun biraz ötesinde açtıkları mezara gömerler Zuhuhat Baba’yı. Ve yüzyıllar gelip geçtikten sonra, oradaki kuyu gibi toprak altında gizli kalmış kabri geçen yüzyılın başlarında gün ışığına çıkartılır. Ardından, derdine çare arayanların, kerametinden medet umanların ziyaret ettikleri bir yatır haline dönüşür. 1950’li yıllarda, yanı başında eski baruthane tesislerinin nizamiye kaplarından birinin yer aldığı Zuhurat Baba türbesi, bilhassa Emrazı Akliye ve Asabiye Hastanesi’ne getirilen hasta ve sahiplerinin şifa bulmak için ziyaret ettikleri önemli bir noktayı oluşturuyordu. O zamanlar, mezarın yanındaki taşların arasına mum yakılıp koyulur, mumlu taşların üzerine ortası delikli madeni paralar yapıştırılmaya çalışılırdı. Eğer para taşın üzerine yapışıp kalırsa dileklerin gerçekleşeceğine inanılırdı. Kuyusu yıllar önce kurumuş türbe, kimi cuma günlerinde, yoğun ziyaretçi akınına uğramaya devam ediyor. Melekli müze Koninklijk Emel Kılıç elçika’nın Antwerpen kenB tindeki, Koninklijk Müze’deyim. Başta müzenin tepesinde uçuyormuş hissi veren at arabasında kanatlı bir kadın tasviri ilgimi çekmişti. Bu tasvir aynı zamanda müzenin sembolü. Müzenin tarihi 18. yüzyılın sonlarına dayanıyor. Müzenin yer aldığı yapı, 1811 yılında hem güzel sanatlar akademisi hem de müze olarak kullanılıyormuş. Müzenin şimdiki görünümü Jan Jacop Winters ve Frank Van Dijk tarafından Neoklasik tarzda yapılmış. Müzeyi gezmeden önce; müzenin içindeki eserler hakkında bilgi edinebileceğimiz bir tür elektronik kayıt cihazı veriyorlar. Bu cihazla hemen her eser için rehbere ihtiyaç duymadan bilgi alabiliyorsunuz. Müzenin ilk katında, 20. yüzyıl ressamlarından Belçikalı sanatçı Pierre Alechinsiy’in “Son gün” adlı eseri gözüme çarpıyor. Hemen yakınlarında feminist akımla anılan realist bir ressam olduğunu elimdeki cihazdan duyduğum, Paul Delvaux’un “Ezilmiş güller” adlı eseri... Delvaux’un bu eseri Paris’te de sergilenmiş. Gerçekten de ilginç bir resim; bir tarafta rahibe olduğunu başındaki örtüden anladığımız bir kadın, diğer tarafta giyimine düşkün bir kadın aynı cadde üzerinde yürüyorlar. Ortak noktaları ise bedenlerinin büyük kısmının çıplak oluşu. Onlara ait bazı aksesuarlar yaşam tarzları hakkında bilgi veriyor. Caddenin karşı tarafında bulunan yapıda ise yine kadınlar ve iskelet halinde gösterilen bir erkek var. Mitolojik hikayelerden fırlamış hissi veren kanatlı atlar, ejderhalar ve savaşçılar 16. yüzyıl heykeltıraşlarının tarzı hakkında ip uçları veriyor. Dönemin heykel tıraşları eserlerinde İncil ve Yunan mitolojisinden esinlenmişler. İnsana ait bütün detayları görebildiğimiz bu heykeller her an canlanacaklarmış hissi veriyor. Ayrıca günümüz sanat anlayışlarına daha yakın 20. yüzyıl heykeltıraşlarından Mechelen doğumlu Ernest Wijnants’nun, Marieke (1926), De Groet (1930), Ferdinand Wijnants’in Vro