Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
10 İSTANBUL Başucunda saklı bahçe bu saklı bahçede üç adet de gölet bulunuyor. Göletlerde, küçüklü büyüklü balık sürüleri, ördekler ve hatta su kaplumbağaları yaşıyor. Ziyaretçiler rahatlıkla fotoğraf çekebiliyor. Burasının bir müze olmasına rağmen, açıkçası en etkileyici yönü huzurlu, sakin, nezih ve temiz bir doğa parçası olması. İçeride gönlünüzce dolaşabilir, en üstteki yemyeşil suları olan göletin etrafında minik fakat maceralı bir yürüyüş yapabilir, bir banka oturup veya çimlere uzanıp kitabınızı okuyabilirsiniz. Hatta yanınızda getirdiğiniz sandviç ve meyve suyunuz ile küçük bir piknik dahi yapabilirsiniz. Zaten sırt çantanıza yiyecekiçecek bir şeyler almanızı öneririm; çünkü içeride yiyecek ve içecek satılan bir yer yok.... Her güzel şeyin bir zorluğu var. Bu yeryüzü cennetinin zorluğu da içeri giremeyecek olmanız. En azından dilediğinizce giremeyeceksiniz. ‘‘Burası bir müzeyse gezemeyecek miyim’’ diye şaşırabilirsiniz; ama böyle. Sıradan vatandaş için Atatürk Arboretumuna girmenin üç yolu var; hafta içi mesai saatleri içinde girebilirsiniz, bir dernek, şirket, okul olarak 1020 kişi toplayıp grup oluşturabilirsiniz ve önceden izin alıp kişi başı 2.5 yeni liraya gezebilirsiniz ya da bu yöntemi keşfetmiş ve 4550 yeni lira ücretle tur yapan uyanık turizm şirketlerine gidebilirsiniz, son yol olarak yıllık 250 yeni lira verirsiniz ve ailenizle istediğiniz zaman girersiniz. Bunun dışında bir hafta sonu ya da bir bayram tatilinde gidip, ‘‘tatil günümüzde şu ünlü ağaç müzesini bir gezeyim’’ derseniz; kapıdan bilet alamaz, parasıyla bile giremezsiniz. Arboretum yetkilileri bu konuda ‘‘arboretum özellikle bahar ve yaz aylarında yoğun piknik baskısı altındadır’’ diyor ve ‘‘koruma faaliyetlerini yürütecek eleman azlığı ve bu piknik baskısı’’ nedeniyle hafta sonları ziyarete kapattıklarını söylüyorlar. Bu yazı için yaptığım gezinti sırasında gördüğüm üzere, parasını bastırıp kartını almış şanslı ve paralı azınlığın örtüsünü serip pikniğini yapıyor olduğunu bir tarafa bırakırsak; girmeyi engellemenin burayı korumak için etkili bir yöntem olduğunu kabul edebiliriz. Ancak gezilemeyecek ise buraya ‘‘müze’’ demenin anlamı nedir? Yazı ve fotoğraflar Murat Ercan ittiğim en ‘‘el değmemiş’’ yerlerde G bugüne değin pet şişesiz kayalık, naylon torbasız çalılık görmedim. Hele ki bir doğa parçası İstanbul civarında ise bu tamamen imkansızdı. Ta ki ‘‘gizli tutulan’’ bu yeryüzü cennetini, yani ‘‘Atatürk Arboretumu’’nu keşfedene kadar... Latince bir kelime olan ‘‘Arboretum’’; canlı bitki müzesi anlamına geliyor. Atatürk Arboretum’u 1949 yılında İstanbul Üniversitesi Orman Fakültesi ve Orman Genel Müdürlüğü tarafından kurulmuş, 57 yaşında çok genç bir arboretum. Genç diyoruz çünkü dünyadaki benzerlerinden; İtalya’daki Padova Botanik Bahçesi 520, İngiltere’deki Edinburgh Botanik Bahçesi ise 330 yaşlarını devirmişler. Bir arboretum kurmak uzun uğraş ve sabır istiyor. Arboretumdan içeri girdiğinizde sizi üstünde ‘‘bu hafta çiçek açan bitkiler’’ yazan bir pano karşılıyor. Bu panodan bizim ziyaretimiz sırasında; hatmi çiçeği, oya ağacı ve zakkum’un haftanın çiçek açanları ol duğunu öğreniyoruz. İçeriye girmenizle birlikte içinde bin 500’ün üstünde türü barındıran bu düzenli güzellik göz alabildiğine uzanıyor. Bu türlerin hepsi dışarıdan getirilmiş değil; arboretumun eskiden bir parçası olduğu Belgrat Ormanı zaten 450 türü doğal olarak içinde barındırıyor. Bu ağaç ve bitki bolluğu içinde California’dan gelen maymun tırmanmaz ağacından, Kayseri’nin kartopu türüne, Missisipi’nin bataklık servilerinden, Toros kardelenine kadar bir çok tür yan yana hayatlarını sürdürüyorlar. Bu dingin karnaval içinde en önemli koleksiyonu ise meşe ağaçları oluşturuyor; parkın içinde tam tamına 104 ayrı meşe türü var! Sahayla ilgili bilgi veren kulübeye yaklaştığınızda bunun aslında etrafındaki doğayla bütünleşmiş ve arboretum hakkında bilgi alabileceğiniz bir elektronik bilgi ekranı, 1600’lü yıllarda Türkçe’den Fransızca’ya geçmeden önceki haliyle bildiğimiz ‘‘köşk’’ olduğunu fark ediyorsunuz. Bu elektronik köşkün dokunmatik ekranından arboretum hakkında çeşitli bilgilere erişebiliyorsunuz. 345 hektarlık devasa bir alana yayılan