18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

6 8 AĞUSTOS 2009 CUMARTESİ Başarılı işlerin getirdiği şöhreti Sistemin çarklarına karşı iki Don Kişot Barbaros Uzunöner ve Utku Erişik’in kurduğu Tiyatro Birileri, Hoş Gelişler Ola’yla Milli Mücadele dönemini fotoğraflar eşliğinde sahnede anlatıyor. Anadolu’da bir hayran kitlesi edinen ikili, “Biz, Anadolu insanına unutturulmak istenen Mustafa Kemalini götürüyoruz” diyor. Barbaros Uzunöner ve Utku Erişik, izleyicilerin salondan çıkarken “Evet, birileri bunu yapmalıydı...” diyeceği özgünlükte oyunlar hazırlamak ve ZEREN aynı zamanda tiyatroyu “bir götürmek için Tiyatro KOÇAK ileri” Birileri’ni kurdular. Herkesin çeşitli açılardan sorunlar yaşadığı bir sistemde suçlu olarak hep “birileri” gösterilirken, onlar “birileri”ni aklayarak suçluyu yine kendi içimizde arayıp sanatın gücüyle özeleştiri yapabilmek hedefiyle buna kalkıştılar. Kurtuluş Savaşı sürecini anlatan gösterileri “Hoş Gelişler Ola” ile gittikleri yerlerde bazen “fazla muhalif” görülüyorlar; bazı kaymakam ve belediye başkanları oyunu yarıda terk ediyor. Bazense sahneden haykırdıkları gerçekler gözyaşı olup akıyor izleyicilerin gözlerinden. Nefesleri yettikçe Anadolu’nun her köşesine gidip gerçekleri herkese anlatacaklarını söylüyorlar. Uzunöner ve Erişik ile önümüzdeki sezon da devam edecek olan “Hoş Gelişler Ola”yı ve iki yıl önce büyük bir amaç uğruna kurdukları Tiyatro Birileri’ni konuştuk. Haydarpaşa Lisesi’nden sonra Karadeniz Teknik Üniversitesi İşletme Bölümü’ne girmiş Barbaros Uzunöner. Ancak iki yıl sürdürebilmiş üniversite yaşamını ve kendisini başka bir kulvarda bulmuş. Gırgır’da yazmaya, Kiss FM, Radyo D, FB TV’de programlar yapmaya başlamış. Utku Erişik ise, bilim adamı olmak üzere gittiği Ankara Fen Lisesi’ni bitirdikten sonra, İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’ni üçüncü sınıfta bırakarak, Gösteri Sanatları Merkezi’nde tiyatro eğitimi almış. Ardından Çınar Yayınları’nda çalışmaya başlamış. İkisinin yollarını kesiştiren ve Tiyatro Birileri’nin temelini atacak dostluğun başlangıcı ise Uzunöner’in radyo programlarından birine Erişik’i davet etmesiyle gerçekleşmiş. Gelişler Ola”, Anadolu’da kendine özel bir hayran kitlesi yaratmış durumda. Aynı adlı türküden yola çıkılarak hazırlanan tek kişilik gösteride, fotoğraflar eşliğinde Milli Mücadele anlatılıyor. Gösteri sırasında ve oyun arasında Mustafa Kemal Atatürk’ün sevdiği türküler de izleyici ile buluşturuluyor. “O döneme dair farklı ayrıntılara girerek farklı bir üslup denedik. İzleyicinin en çok bu hoşuna gitti. Bugüne kadar kimsenin cesaret dahi edemediği, gündeme dair bazı göndermeleri sanat silahını kullanarak yapıyoruz” diyor Erişik. Büyük bir coşkuyla izleniyor gösteri, öyle ki bir yıl içinde aynı yere üç kez bile çağrıldığı oluyor. Erişik, insanların bu ilgisi hakkında şunları söylüyor: “Biz, Anadolu insanına unutturulmak istenen Mustafa Kemalini götürüyoruz. Bandırma Vapuru’na şiir dizelerini, türkü sözlerini, anaların ağıtlarını yükleyip sahneye demir atıyoruz. Anadolu’nun mayasında olan ve Mustafa Kemal’in, üzerine serpilmiş ölü toprağını atıp elinden tutarak doğrulttuğu ve hatta baş tacı ettiği Türk kültürünün bugün de sahipsiz olmadığını, sanat cephesini bizim koruduğumuzu izleyiciye hissettirdiğimiz için bu coşku bizi şaşırtmıyor.” seviyorum Doğa Rutkay, oyunculuğunun yanı sıra destek verdiği sosyal sorumluluk projeleriyle de dikkat çekiyor. Doğa Rutkay, eğitimi, kendine kattıkları ve tiyatrocu bir babanın kızı olarak beslendikleriyle devam ediyor oyunculuk serüvenine. Sadece oyunculuk da değil, ZUHAL ve sosyal AYTOLUN sunuculuk sorumluluk projeleri de onun hayatında önemli bir yer tutuyor. Adını kimi zaman popüler işlerde ya da magazin haberlerinde görsek de o bilinmeyen yönleriyle gizemini korumayı başarıyor. İşitme engelli anneannesi ve dedesi ile küçük yaşta, işaret dili alfabesiyle konuşmaya başlaması verebileceğimiz örneklerden biri. Ki küçüklüğünde bunun ne kadar önemli olduğunu anlamamış olsa da şimdilerde tüm işitme engellilerle rahatlıkla buluşabiliyor. Onlara “Kimdir bu birileri?” diye sorduğumuzda yanıtları “Birileri giderken yalnız kalmak istemeyen iki küçük çocuk. Ve izleyiciler hep bu iki çocuğun oyununu izleyecekler sahnede...” oluyor ve Uzunöner’in sözlerini şöyle tamamlıyor Erişik: “Nâzım’ların, Orhan Veli’lerin, Sabahattin Ali’lerin, Aziz Nesin’lerin sanat adabıyla Beyoğlu’nda bir meyhanede yenilikler üzerine düşünüp tartışabilen ve sistemin çarkları yel değirmeni olup dönüyorken buna karşı çıkabilen iki Don Kişot’uz. Yazan da biziz, oynayan da biziz, üstümüze oynanan oyunları anlatan da biziz.” Erişik’in de söylediği gibi, oyunlarının hepsini kendileri yazıyorlar. Günümüz tiyatrolarında çok yaygın bir durum değil bu. Onlar, bu konuda fark yarattıklarını düşünüyorlar: “Bugün, izleyicinin önüne dört yüz yıl öncesinin Avrupasını anlatan oyunlar getirmekten çok, ona bugünkü karanlıktan nasıl çıkacağını yine kendi diliyle, kendi insanıyla, kendi coğrafyasıyla anlatmak gerekir. Öbür türlüsü boşa zaman harcama, harcatma ve dolayısıyla toplumsal harcanmadır. Ve hatta ihanettir!” diyor Erişik. Uzunöner’in bu konudaki örneğiyse şöyle: “Oscar Brocket’in ‘Tiyatro Tarihi’ adlı bir kitabı var. Hayatımda gördüğüm en kalın kitaplardan biri. Her ülkenin tiyatrosu var da, bizden bir cümle bile yok; çünkü biz, kendi tiyatromuzu yaratmak varken arzu tramvayına binip bir yaz gecesi rüyasına dalmışız.” Arzu tramvayına binmişiz Doğa Rutkay, çok enerjik. Yerinde duramıyor. Üzgün ve mutsuz halini görebilenimiz azdır herhalde. Bu enerjiden besleniyor, yaptığı işlere aktarıyor bunu. Ankara Sanat Tiyatrosu’nun yöneticiliğini yapan babası Rutkay Aziz sayesinde, hep tiyatro kulislerinde geçmiş bir çocukluk onunkisi. Kariyer planlarını yaparken de bu yüzden tereddütsüz oyunculuğu seçmiş. “Böyle geçen bir çocukluğun ardından başka bir meslek seçmem olanaksızdı” diyor. Ama ya oyunculuğu seçmemiş olsaydı? Onun için de aklında iki farklı alan olduğunu dile getiriyor: Güçlü bir avukat ya da arkeolog. Ancak şu an seçtiği mesleğinde de hiç pişman değil belli ki. Her başarılı ebeveynin çocuğu gibi aynı alanda yürümüş bir babanın kızı olmanın dezavantajını yaşamış. Babasına yetişmeye çalışıyor olmak. Bu bir dezavantaj gibi görünse de bir yarış, bir aşama olarak değerlendirilebilir. Avantajları da elbette ki “dezavantajı”ndan daha fazla. Sorular soruyor, okuması gereken yayınları, izlemesi gereken oyunları, politikayı, sanatı, sporu her şeyi beraber konuşuyor, tartışıyorlar. Böyle başarılı bir babanın kızı olarak onun gölgesinde kalıyor olabilir mi? “Asla” diyor. Bunu düşünmemiş hiçbir zaman. Hatta gölgesinde kalsa dahi bundan memnun olacağını dile getiriyor. Enerjisinden besleniyor Sesini yükselten bir oyun İnsan, hayvan ve tabiat âşığıyım Farklı yönleri de var Doğa Rutkay’ın. Mesela çocukluklarında ciddi bir rahatsızlık geçiren anneannesi ve dedesi işitme engelli. Onlarla geçirdiği çocukluğunda, küçük yaşta işaret dili alfabesini öğreniyor. İletişimini bu yolla kuruyor. “O zamanlar bunun ne kadar önemli olduğunu anlayamasam da, şimdi bulunduğum konum ve yaptığım işler sayesinde Türkiye’deki tüm işitme engellilerle rahatlıkla buluşabiliyorum” diyor. Bilmediğimiz daha başka yönleriniz de var mı sorumuzu “Olduğu gibi görünen, göründüğü gibi olan bir insanım. Orijinal taraflarım da vardır, sıradan olanlar da. İnsan, hayvan ve tabiat aşığıyım” diyerek yanıtlıyor. Kalabalıklardan hiç hoşlanmayan, tenhasına çekilmeyi sevdiğini söyleyen Doğa Rutkay, “Seçici olduğum dostlarım vardır. Kendi tenhalığımda, onların yarattığı kalabalık olmadan yaşayamam” diyor. Duvarlarının ise her kadın kadar korunaklı olduğunu söylüyor. Bu da onun için bu sektörde kaybedilmemesi gereken bir savunma mekanizması. Çünkü yaşanan arkadaşlıklardan ilişkilere kadar herşeyin göz önünde olduğu, pek de kaçmaya yer bırakılmayan magazin dünyasında adı da pek çok geçiyor. Bununla ilgili de “Göz önünde olan insanlar ilişkilerini ve şöhreti sahiplenmek zorundadır. Kimse istemediği bir şeyi yaşamaz. Ben başarılı işler yapmanın getirdiği şöhreti çok seviyorum” diyor. Bu şöhreti ve popülariteyi de yine faydalı işlere çevirmek aslında yegane amacı: “Sokak hayvanları, AIDS ve engellilerle ilgili birçok projenin bizzat içinde bulunuyorum. Bu konularda da kendimi daha da fazla büyütmek en büyük hayalim.” Müjdat Gezen Sanat Merkezi’nde bir yıldır tiyatro hocalığı yapıyor Doğa Rutkay. Mesleğe başladığı günden bu yana da her yıl bir tiyatro oyununda yer alıyor. Dizilerde ise fazlasıyla seçici. Şimdilerde farklı rollerde birçok dizi teklifi almasına rağmen, kendisini en fazla mutlu hissedeceği rolü bekliyor. Televizyon programcılığında ise 7. yılını doldurmuş. “Çok eğlendiğim, keyif aldığım talk showlar da yaptım, Türkiye’nin her yerini gezdiğim belgeseller de. Ancak son bir sezondur içinde bulunduğum ‘Eğitim Her Engeli Aşar’ projesini kapsayan TRT 1’deki programıma canı gönülden bağlıyım” diyor. Sosyal sorumluluk içeren tüm projelere sıcak bakan Doğa Rutkay, bu anlamda bayrağı daha da ileriye taşımaya kararlı. İşte buna karşı durabilmek için; yazma yeteneklerini, ellerindeki kalemleri yol gösteren ışıklar olarak kullanmayı ve aydınlatmayı istiyorlar. Bu doğrultuda hazırladıkları oyunları ve gösterileriyle defalarca yurt dışına, 60 il merkezine ve birçok ilçeye gittiler. Bu gösterilerden “Hoş Sanat silahı “Hoş Gelişler Ola”, 1919’da emperyalizmin bizi boğmak istediği şartlar neyse, doksan yıl sonra bugün de aynı şartların geçerli olduğunu anlatıyor. Erişik, gösterinin muhalif çizgisini sorduğumuzda da şöyle konuşuyor: “Mustafa Kemal’den her geçen gün uzaklaşmamızı isteyen ve onun yaptıklarını yıkan, Cumhuriyet’i ve onun kazanımlarını yok etmeye çalışan iktidarından, her türlü yetkilisine karşı sesini yükselten bir oyun. Çizgisi, Mustafa Kemal düşmanları için muhalif olabilir. Mustafa Kemal sevgisini bir türlü yüreğinden atamayan Türk insanı içinse, Şerife Bacı’nın İnebolu’dan Anadolu’ya uzanan çizgisidir.” Tiyatro Birileri’nin oyunlarından biri de, Uzunöner’in sahnelediği “Olmuş Bi Kere” başlıklı standup gösterisi. Yıldız Kenter’in, Uzunöner’in “Türk müsün Canım?” adlı kitabından bir gösteri hazırlanabileceğini söylemesi üzerine yazılmış bir oyun “Olmuş Bi Kere.” Gösteride sadece mizah yok. Uzunöner, “Türkiye’nin dünyanın en güzel coğrafyası olduğuna da, Karadeniz’in mizahın başkenti olduğuna da, futbolun sadece futbol olmadığına da değiniliyor. Bu oyun yaparken değil, izlerken farkedeceğimiz davranışlarımızın bir aynası. Ve oyunu farklı kılan, samimiyettir bizce” diyor. Oyunu izleyen edebiyatçı Tahsin Yücel, “Ben çok beğendim. Torunumu da getirmeliyim...” demiş. Uzunöner, her yaştan izleyicinin birlikte izleyebilmesinin, yedi yaşındaki bir çocukla, yetmiş yaşındaki birinin kahkahalarının birbirine karışarak sahneden duyulmasının da oyunu farklı kıldığını söylüyor. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle