Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
24 OCAK 2015 CUMARTESİ UĞUR MUMCU’YU ANIYORUZ Failler apaçık ortada ‘Arkadaş devrimini sonra yaparsın!’ Prof. Dr. Önder Pekcan (Uğur Mumcu’nun en yakın arkadaşlarından, fizikçi, Kadir Has Üniversitesi öğretim üyelerinden) “Ankara Bahçelievler’de evlerimiz çok yakındı, ilkokuldan itibaren arkadaşız. Aynı ortaokula gittik, aynı sırada okuduk. Ankara Deneme Lisesi’nde aynı sıralarda oturduk. Sonra o Hukuk Fakültesi’ne girdi, ben de Ankara Fen Fakültesi’ne girdim. Gençlik olarak çok siyasiydik. Uğur, Talebe Cemiyeti başkanıydı, ben de Ankara Fen Fakültesi’nde fikir kulüplerinin kurucularındanım. Sonra DevGenç oldu. Okuldan sonra ben Amerika’ya gittim. Döndüğümde Uğur beni tanıdığı biriyle tanıştırdı, evlendik. Çocuklarımız aynı dönemde doğdu, ailece görüşmeye devam ettik. Bir arkadaş olarak onu çok özlüyorum. Öyle çok anım var ki... Kanada’dan döndüm, İTÜ’de işe başlayacağım, bir türlü iyi hal kâğıdı vermiyorlar, başlatmıyorlar. Hasan Celal Güzel bakan, Uğur Mülkiye’den tanıyor; gidiyor, ona durumu anlatıyor. Hasan Celal Güzel, ‘Nasıl bir adam’ diye soruyor, ‘Benim gibi bir adam...’ karşılığını veriyor. Bana iyi hal kâğıdı verdiler ondan sonra. Bir keresinde annemle ben Ankara’dan trene bindik İstanbul’a gidiyoruz. Uğur gazeteye yeni yazmaya başlamıştı. Polatlı’ya geldik, annem ‘eyvah sütün altını açık unutmuşum’ dedi. Uğur’u aradık. ‘Tamam ben bakarım’ dedi. Eve gelmiş, yan komşunun kapısını çalmış ‘böyle, böyle...’ diye. ‘Kapıyı açıp bakalım, süt taşmış mı’ falan derken, komşunun kocası çıkmış ‘vay, sen benim hanımın peşindesin!’ ...Karakola düşmüşler. Orada kimlikler açıklanınca, adam ‘Hay Alllah ben sizin okurunuzum, hayranınızım’ demiş. Esat’ta bir evde oturuyordu, bir koruma vermişlerdi. Koruma kapıda duruyordu, hatta bazen uyukluyordu. Bir gün o polis demiş ki ‘Ben ülkücüydüm, beni buraya koydular. Sen kıyak adammışsın, çok sevdim seni.’ Uğur çay veriyor, konuşuyor... Ben Amerika’da okurken mektuplaşırdık. O dönem darbe dönemi, 12 Mart dönemi. Uğur’u ‘sakıncalı piyade’ olarak Patnos’a gönderiyorlar. Mektuplaşmak da çok zor o zaman, arada arkadaşlarımız var, mektupları onlar götürüp getiriyor. Ben Patnos’taki durumunu duydum, bir mektup yazdım. ‘Ya merak etme, devrim olacak, seni oradan kurtarırız’ diye. Yurtdışındayız, duygusalız... İngiltere’de bir arkadaşlara gidiyor, sonra bana İngiltere’den bir zarf içinde geliyor Uğur’un cevap mektubu. ‘Arkadaş devrimini sonra yaparsın, bizim burada anamız ağlıyor. Bir de, gelen mektupları okuyorlar’ diyor. Dikkat et, diyor, beni uyarmaya, korumaya çalışıyor. Adam sakıncalı gitmiş, ben mektupta ‘devrim...’ diyorum. Bugün çok köşe yazarı var, bakıyorum, sıkılıyorum. Uğur’un bir de bilgilendirme tarafı vardı, iyi araştırıp öğrendiği için akademisyen gibiydi. Çaktırmadan hicivle yazardı. Ben ona ‘akademik gazeteci’ diyebilirim. ‘Ben İstanbul’da gazetecilik yapamam. Onlar hep barda gazetecilik yapıyor’ derdi. Meclis Kütüphanesi’ni bir tek Uğur kullanırdı o günlerde.” Ayrıca, Ahmet Taner Kışlalı’nın arabasına konulan bombanın güç Uğur Mumcu’nun deyimiyle “bilgi kaynağı olan pil, timsah ağzı denisahibi olmadan, fikir sahibi olanlar”ın len bomba unsurlarını birleştirme sık sık dile getirdikleri bir sav var: malzemesi, 0.56 milimetrelik tek Muammer Aksoy, Bahriye Üçok, telli sarısiyah renkli kablo, TNTUğur Mumcu ve Ahmet Taner Kışlalı RDX patlayıcı, 8.8 mm ve 9.5 mm cinayetleri “faili meçhul” kalmıştır. çapında çilek bilyeler ile bombada Hayır, kalmamıştır. Failleri bulun kullanılan Serkisof marka mekanik muştur. Meçhul olan, bu cinayetle cep saati; Sincan’da bulunan malrin perde gerisindekilerdir. zemelerle tıpa tıp uyuştu. Dönemin Başbakanı Bülent Ecevit Benzer uyuşma, Uğur Mum ve İçişleri Bakanı Sadettin Tantan’ın cu ve Bahriye Üçok cinayetleri ile dik duruşları ve polis ile savcıların Ankara’da çeşitli elçilik üyelerine ciddi çalışmaları sonucu 2000 yılı karşı yapılan saldırılarda kullanıbaharında başlatılan “Umut operas lan bomba ve bomba malzemeleyonu” sonucu katiller yakalanmıştır. rinde de gerçekleşti. O katiller, İran’da yetiştirilmiş, SeDavada yakalananların ve tanıklalamTevhidKudüs Ordusu adlı ör rın ifadeleri, diğer kanıtlar da gözögüt adına işlemişlerdi cinayetleri. nüne alınarak katiller, “din kuralİlk ipucu, Beykoz’da larına dayalı devlet kurmaHizbullah’ın İlim grubuyı amaçlayan silahlı çeteMayıs nun karargahına yapıye üye olmak ve Ana2000’de lan polis baskını sırayasal düzeni değiştirsında örgütün yaktımeye teşebbüs” suSincan’da bir ğı bir bilgisayarda çundan 6 yıldan başbuğray tarlasında elde edilmişti. layarak, ağırlaştıArdından en rılmış ömür boyu yapılan aramada ele önemli kanıtlar, hapse kadar çeşitgeçen silah ve patlayıcılar, operasyonda yali cezalara çarptıkalanan Necdet rıldılar. Mumcu, Kışlalı, Aksoy Yüksel’in Mayıs Bu cinayetleve Üçok cinayetlerinde 2000’de yer gösrin neden işlenkullanılanlar ile eşleşti ve termesi sonucu diğini, şimdi yaAnkara Sincan’da, şayarak görüyoekspertiz raporları ile Yeni Cimşit Köyü, ruz: Cumhuriyeti kanıtlandı. Bu cinayetlerin Kesiktaş bölgesinbilinçle savunan dideki buğday tarlarençli aydınların orneden işlendiğini ise sında ele geçti. Tatadan kaldırılmasıyla şimdi yaşayarak bancalar, şarjörler, lav 1923 devrimine düşsilahları bulundu. Yine man etnikçiler, numaragörüyoruz... Sincan Yeni Cimşit Köcılar, yetmez ama evetçiyü ile Yeni Peçenek Köyü ler, kafası karışık aydınımsıarasındaki bölgede de C4 plaslar ve gericiler; CIA Türkiye matik patlayıcılar, TNT, fünyeler ve sası eski şefi Graham Fuller’in “Kebomba yapımında kullanılan mal malizmi terk edin” sözünün izinde zeme ele geçti. epey yol aldılar. Soruşturma kapsamında, 1990’da Devletin bu cinayetlerdeki konuMuammer Aksoy’un öldürüldüğü muna gelince... apartman girişinde bulunulan ve 3911 Dava dosyasına göre, katiller ve kod numarasıyla arşive konulan iki soruşturulanlar İran’a sürekli gidip mermi çekirdeğinin; Sincan’da bu geliyorlar, Türkiye içinde çeşitli eylunulan “numarası kazınarak yok lemler gerçekleştiriyorlar. Devletin edilmiş, İtalya yapısı Beretta mar emniyet ve istihbarat güçleri ise, bu ka” tabancadan çıktığı ekspertiz ra gruptan hiç kuşkulanmıyor, onları poruyla kanıtlandı. izlemiyor ya da izlemek istemiyor. IŞIK KANSU ! 3 musakart@cumhuriyet.com.tr MUSA?KART Dönemin MİT Müsteşarı Korgeneral Teoman Koman’ın, Uğur Mumcu’nun saldırıya uğramadan yaklaşık 6 ay önce, 9 Temmuz 1992’de, gazetecilerle yaptığı söyleşide, Mumcu’nun sorusu üzerine, “Siyasi suikastler yine başlayabilir. İçinizden birini de kaybedebiliriz” dediğini de unutmayalım! Başta Başbakan Süleyman Demirel ile Başbakan Yardımcısı Erdal İnönü olmak üzere dönemin DYPSHP iktidarı yetkililerinin “namus borcu” sözü vermelerine karşın cinayetlerin üzerine neden gitmediklerini soracak olursanız... Bana göre, o gün İran ile ilişkilerin bozulmasını istemediler. Erdal İnönü’nün, 2 Temmuz Sivas kırımından sonra söylediği o ünlü sözü, bu cinayetler için de geçerliydi: “Yetkim vardı, haberim yoktu!” Uğur Mumcu’nun kitaplarını okuyanlara ne mutlu! Orhan Tüleylioğlu (Uğur Mumcu Araştırmacı Gazetecilik Vakfı Yayın Yönetmeni) Uğur Mumcu, güçlü bir yazar, titiz bir araştırmacı, usta bir gazeteci, ödün vermez bir Atatürkçü, bir devrimci demokrattı. Yazılarını halkın çıkarları, hak ve hukuku için kaleme alan Uğur Mumcu, “Bir topluma karşı işlenecek en büyük suç, o toplumun çağdaşlığa dönük pencerelerini faşizmin tuğlalarıyla birer birer örmektir.” diyerek gericiliğe karşı çıktı. Ona göre, çağdaş insan, emeğin üstünlüğü ULUÇ GÜRKAN gözaltında aynı ranzayı paylaştığı Mumcu’yu anlattı ne, demokrasinin erdemine ve bağımsızlığın kutsallığına inanan adam demekti. “Hukuk devleti, hepimiz için” diyordu. Özgürlüklere, ancak kendi özgürlüklerimiz tehlikeye düşünce sahip çıkma ikiyüzlülüğü sürüp gittikçe açmazlardan kurtulmamızın olanağı olmadığını her fırsata belirtiyor ve şunları söylüyordu: “Her yerde ve her zaman barışı savunmak, emperyalist savaşlara, teröre ve terörizme karşı çıkmak, demokrasiye, barışa ve özgürlüğe inanan insanların ortak görevidir. Silahların sustuğu, düşüncelerin kır çiçekleri gibi özgürce serpilip geliştiği günler; ne ya zık ki, günümüz insanının hiç gerçekleşmeyecek bir özlemi gibi görünüyor. Terör ile savaşanlar, hiç olmazsa, insanlığın bu ortak özlemini yüreklerinde taşımalıdırlar. Çünkü yaşama sevinci ve umudu bu özlemlerden kaynaklanıyor. Silahların sustuğu, düşüncelerin kır çiçekleri gibi açtığı günleri göreceklere ne mutlu!” Uğur Mumcu aydınlığı; bilgimizi, özgürlüğümüzü çoğaltmaya; duygularımızı ve düşüncelerimizi zenginleştirmeye, bize yol göstermeye ve uyarmaya devam ediyor. Uğur Mumcu’yu tanıyanlara, onun kitaplarını okuyanlara ne mutlu! Abdullah diye biri mektup yazmış, onu soruyorlar... Keşke bugün yaşıyor ve yazıyor olsaydı... Uğur Mumcu, Türkiye’de laik ve demokratik cumhuriyet düzeninin daha İslami bir yapıyla değiştirilmesi hesapları doğrultusunda katledildi. Eğer yaşıyor olsaydı, hiç kuşkusuz, Türkiye halkının büyük çoğunluğu bu cumhuriyet karşıtı planı biliyor ve direniyor olacaktı. Uğur öyle bir ses ve kalemdi ki, toplumun her kesimi, sevmeyenleri bile, ona saygı duyardı. O dürüstlüğün ve gerçeklerin diliydi. Ülkenin ortak aklıydı, namusuydu. Bu etkisini, “acıyı bal eyleyen” o eşsiz mizah refleksiyle iyice pekiştirmişti… 12 Mart 1971 askeri müdahalesi sonrasında Uğur ile birlikte çalıştığımız gazete kapatıldı. Aynı gece gözaltına alınıp tutuklandık. Kimi davalarda birlikte yargılanıyorduk. Tahliye olunca, Tuzla Piyade Okulu 4. Bölük 2. Havan Takımı’nda askerlik eğitiminde buluştuk. Ancak, “askerde rütbe takamayacağımıza” hükmedildi, Uğur Ağrı Patnos’a, ben Erzurum Oltu’ya “sakıncalı piyade” olarak sürüldük. Açtığımız davayı, 1974 affıyla tezkeremizi aldıktan sonra kazandık. Ben asteğmenliği naspedildim. Uğur okulda tutuklandığı için eğitimi tamamlayamamıştı. Naspı yapılamadı. Uğur’a şakayla karışık sormuştum “Er değilsin. Yedek subay da olamadın. Askerlik yoklamanı nasıl yaptıracaksın?” Yanıtı, her zamanki gibi güldürürken düşündüren türdendi. “As” hecesini özenle vurguladı, “Ben assubayım” dedi… 12 Mart 1971 askeri müdahalesi sonrasında Ankara Merkez Komutanlığı’nda gözaltında Uğur ile aynı ranzayı paylaşıyorduk. Tıka basa dolu koğuşa bazı gençler getiriliyor, birkaç gün geçince de serbest bırakılıyorlardı. Neden gözaltına alındıklarını sorduğumuzda, “Abdullah diye biri mektup yazmış, onu soruyorlar” klişesiyle yanıt veriyorlardı. Huylanmıştık. Koğuşu içeriden izlemek için bir aldatmaca olduğunu düşünüyorduk. Uğur mektupçuları sorgulamaya başladı Yıllar sonra Abdullah Öcalan olduğunu anladığımız bir kişinin mektup yazdığı doğruydu. Peki, koğuşa getirilenlere mi yazılmıştı, kesin bir karar veremedik. Uğur’un ikinci, belki üçüncü sorgusu koğuşa gelen mektupçuların sonu oldu. ALTAN ÖYMEN “Keşke, Uğur Mumcu şu sırada da yaşıyor ve yazıyor olsaydı...” Bu “keşke”li yakınma, yıllardan beri kimbilir kaç defa akıllardan geçmiştir. Özellikle de Uğur Mumcu’nun devamlı okurlarının aklından... Ama bu yaşadığımız dönemde galiba her zamankinden de daha sık geçiyor. Bu doğal. Çünkü, gerek hukuk ve mantık açısından, gerek siyasal ahlak açısından fevkalâde yanlış olaylar, bugün ülkemizin gündemine, her zamankinden daha sık ve daha yoğun olarak giriyor. Uğur Mumcu, başta haksızlıklar ve yolsuzluklar olmak üzere o olayları her açıdan mercek altına alan ve hiç peşini bırakmayan Sodan sağa: Mehmet Açıktan, Murat Demiray, Uğur Mumcu, Süleyman bir “araştırmacı gazeteci”ydi. Coşkun, Altan Öymen, Aziz Nesin, Zekeriya Sertel (Oturan), Ahmet Tan, O alçakça suikast sonunda aramızZekayi Durmuş, İsmet Solak, Teoman Erel, Koray Düzgören. (ANKA dan ayrıldıktan sonra, biz gazeteci arAjansı 1977) kadaşlarına kalan tek teselli şudur: lar, tutuklamalar, yıllarca cezaevlerinde tutulmalar... Daha sonraki kuşakların içinden de onun yolundan giHepsi var... Bazı uygulamalarda daha fazlası da var... den “araştırmacı gazeteciler” yetiştiler ve yetişiyorlar. Kısacası: Gazetecilik, hele haksızlıkları, yolsuzlukMumcu, gazeteciliğe başlangıç yıllarını, 12 Mart ları, kötülükleri ortaya çıkarmak için yapılıyorsa, bu1971 müdahalesi döneminin askeri koşulları altında günkü “sivil yönetim” de gazetecilerin peşini bırakmıgeçirmişti. Bir yazısında “komünizm propagandası” yor... Hem de bunu, çoğu defa, askeri yönetim dönemyaptığı suçlamasıyla bir yıl süreyle hapiste kalmıştı. Sivil hayatında da, askerliği sırasında da daha birçok lerinden daha da beter metotlar kullanarak yapıyor. Ama artık yeter. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlahaksız işlemlere uğramıştı. rı olarak bu çağdışı gidişe, bir an önce –yani en geç Şimdiki araştırmacı gazetecilerin yaşadığı dönem, bir önümüzdeki haziran ayındaki genel seçimde “dur” “askeri dönem” veya “sıkıyönetim” dönemi değil. Adı dememiz gerekiyor. “demokratik” olan bir “sivil yönetim” dönemi... Ama Bugün burada rahmetli dostum Uğur Mumcu’yu sev–Oda TV davası, Ergenekon davaları, KCK davaları gibi birçok soruşturma ve dava örneğinde görüldüğü gi ve özlemle anarken ve yeni kuşakların araştırmacı gibi, onların da içinde bulundukları şartlar, o eski as gazetecilerinin başarılarının devamını dilerken bu gekeri dönemlerden çok farklı değil. Gözaltına alınma reği de ifade etmek isterim... Mumcu’yla Devrek hatırası GENCAY ŞAYLAN Uğur Mumcu, hiç abartmasız hayatımda tanıdığım en esprili kişidir. Hiç unutmam, Uğur’un arabası ile ünlü Zonguldak maden işçileri direnişini izlemiştik, Ankara’ya dönüyorduk. Bastonları ile ünlü Devrek’te, baston almak için durduk. Devrek’in en ünlü bastoncusunun dükkânından içeri girdiğimizde dükkân sahibi Uğur’u tanıdı ve ona “Ben senin yazdıklarından hoşlanmam ama oğullarım sana hayran” deyip ikimize de birer güzel baston hediye etti. Teşekkür edip dükkândan çıkarken dükkân sahibi tezgâhın arkasından bir de ayı postu çıkarıp onu da Uğur’a hediye etmek istedi. Uğur, önce benim kulağıma eğilip “Acaba hangimize ayı diyor” dedikten sonra adama “Bu post benden çok arkadaşıma yakışır” dedi ve tabii ikimizde makaraları koyuverdik. Ankara’ya gelene kadar ayı hikâyeleri kurgulayıp gülmüştük. C M Y B