Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Günler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
2 l 24 OCAK 2014 CUMA Değişen bir şey yok Güldal Mumcu, 21 yıllık süreci Cumhuriyet’e değerlendirdi isimlerden başka ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) 21 yıl önce öldürülen yazarımız Uğur Mumcu’nun eşi, TBMM Başkanvekili Güldal Mumcu, Mumcu cinayetinden sonra soruşturmalarda yaşanan yönlendirmelerin bugün halen sürdüğünü belirterek “Bugün ne yaşıyorsak, siyasetin hukuk üstündeki etkilerinden ne kadar şikâyet ediyorsak, hiçbir şey değişmemiştir” dedi. AKP’nin 12 yıllık iktidarında faili meçhul cinayetlere yaklaşımını “samimiyetsiz” bulduğunu ifade eden Mumcu, “Gerçekten toplumu birbiriyle kucaklaştırmak istiyorsak, neler yaşandığını herkesin görmesi, bilmesi, idrak etmesi ve ondan sonra birbirini bağışlaması lazım” diye konuştu. Güldal Mumcu, eşi Uğur Mumcu’nun öldürülüşünün 21. yılında Cumhuriyet’in sürece ve bundan sonrasına ilişkin sorularını yanıtladı. 24 Ocak 1993’ten bu yana 12 hükümet, 8 başbakan, 18 içişleri bakanı değişti. Tüm bu süreçte atılan adımlar sizi ne kadar tatmin etti? GÜLDAL MUMCU Biliyorsunuz, bizim davamızda bir karar var. Bir sonuca ulaştık. Şu anda 18. içişleri bakanının olması bizim davamızı o kadar etkilemiyor, ama önemli olan olay olduğu sıradaki içişleri bakanının ve hükümetin tavırlarıdır. Ülkemizde sorun, bir siyasi cinayet işlendiği zaman hükümetin ve içişleri bakanının yani siyasetin, bu işi sorgulamadaki tavrıdır. Ne yazık ki, ülkemizde daha adli kolluk yerleşmemiştir. Yerleşmeyince, iş İçişleri Bakanlığı’nın inisiyatifine bırakılmaktadır ve polis bizde soruşturma yapmaktadır. Savcılar soruşturmaya başlamakta, fakat onlara bağlı olarak polis çalışsa bile, bugün yaşadığımız olaylarda gördüğümüz gibi içişleri bakanı, yani siyasi iktidar, soruşturmalarda daima inisiyatif almak istemektedir. Uğur Mumcu suikastında da olayla, davanın açılması arasında geçen zaman dilimi yani, 1993 Ocak’tan 2000’in başına kadar bu siyasi cinayetlere karşı siyasetin, hükümetlerin olayın açığa çıkmasındaki isteksizliklerini görmüş olduk. Aslında bugün ne yaşıyorsak, siyasetin hukuk üstündeki etkilerinden ne kadar şikâyet ediyorsak, hiçbir şey değişmemiştir. Uğur’un cinayetinden sonra soruşturmalarda yaşadığımız yönlendirmeler aynı şekilde devam etmektedir. Yargının herhangi bir siyasi olayda özgür davranması oldukça zor. Ülkemizin en büyük sorunu yargının bağımsız olmaması ve ona bağlı olarak çalışan bir adli kolluğun olmaması. ‘ Uğur’dan hoşlanmazdı herhalde l Bir yanda iktidar gazetecileri, bir yanda cemaat gazetecilerinin boy gösterdiği bir Türkiye’den söz ediyoruz. Bu ortamda Uğur Mumcu’ya olan ihtiyaç da her geçen gün artıyor. Mumcu yaşasaydı nasıl bir gazetecilik yapardı: “Türkiye’de “besleme basın” her zaman oldu. İktidarlar, övülmeyi her zaman çok sever, eleştiriden de nefret ederler. Oysa, demokrasilerde iktidarlar eleştirilerden yararlanırlar daha düzgün yönetebilmek için. Bir gazeteci yandaş olamaz. Öyle nitelenen bir gazeteci, mesleği açısından hayal kırıklığıdır. Bir gazeteci, gördüğü ve belgelediği doğruları gözden kaçırılan gerçekleri öğrenip halka sunmakla yükümlüdür. Halkın bilgilenme hakkı, en doğal hakkıdır. Uğur bugün yaşasaydı, gerçekleri o kadar iyi ortaya çıkarabilirdi ki, halkın bilgilenme hakkını en iyi şekilde yerine getirecek yazıları yazar, araştırmaları yapardı. Peki bu iktidarı memnun eder miydi? İ ktidarın basına yönelik tavrını gördüğümüze göre herhalde Uğur’dan pek hoşlanmazdı. Uğur’un da çok umurunda olmazdı ayrı mesele.” Fotoğraf: NECATİ SAVAŞ Yaşasaydı, iktidar MUMCU Çek besmeleyi gelsin dolarlar... Elhamdülillah gelsin paralar... dedi hep. Karşılığında “abartıyor” dediler. Şimdi, az önce Türkiye’nin yönetimsel ve istihbari faaliyetlerinin kimlerle, nasıl ve ne şekilde iç içe geçmiş olduğunu anlatmaya çalıştım eskiden beri. Türkiye’de gerçekten bu ülkenin kendi kaynaklarıyla, halkının yararına yönetimler yıllardır iktidara gelmemiştir. Genelde, iktidar dediğiniz zaman “devlet olanaklarını nasıl kendimize destek olanlarla paylaşırız”a bakılıyor. Yıllar boyunca yapılan şey budur. İktidara geldiğin anda, kendine destek vermiş olan çevrelere bu kaynakları nasıl dağıtacaksın... O kadar çok yolsuzluk üstüne kurgulanmış bir yapılanmaya sahibiz ki, yolsuzluktan, açgözlülükten devlet olanaklarını açıkça ve insafsızca dini değerleri de kullanarak sömürmekten bu ülkenin iktidarları kendini alamıyor. Yöntem hep aynı, isimler değişiyor sadece. Dini değerleri kullanarak dünyada da halka olanaklar sağlayacak, onların refahını artıracak söylemlerle iktidara geliyorlar, fakat Uğur’un yıllar öncesinden yazdıkları gibi sadece kendi çevrelerini, yolsuzlukla elde ettikleri servetlerle besliyorlar. Uğur, kimsenin görmek istemediği köyün göründüğünü ve nasıl olduğunu anlatıyor 20 yıl öncesi yazılarında. O zaman olayların, konuların fotoğrafını çekerek “Bunun sonunda karşılaşacağımız nokta budur” diyor. Müneccimlik yapmıyor. ’ ‘Bir patlama olmuş... Bacaklarım yok...’ l Mumcu’nun eşi Güldal Mumcu, cinayetin öncesini ve sonrasını, kaleme aldığı “İçimden Geçen Zaman” kitabında anlattı. Güldal Mumcu kitapta, Uğur Mumcu’nun suikasttan kısa bir süre önce gördüğü rüyayı şöyle aktardı: “Suikasttan kısa bir süre önce, bir gece yarısı uyandığımda Uğur yatağın kenarında oturuyordu, derin derin soluk alıyor ve bacaklarını yokluyordu. Ne olduğunu sorduğumda bir rüya gördüğünü söyledi. ‘Nasıl bir rüya’ dediğimde önce söylemek istemedi, ayağa kalktı. Üsteleyince de, ‘Güldal, bir patlama olmuş, ben toprağın üstünde yatıyorum bacaklarım yok. Bedenimin bu halini yukarıdan görüyorum’ dedi. Birden içim cız etti. Yüreğim yandı. Ama ona bir şey belli etmedim. ‘Son zamanlarda çok çalışıyorsun. Ondandır. Hadi gel yanıma’ dedim ve onu sakinleştirecek sözler söyledim. Onun sezgileri çok güçlüydü. Olaylar planlandığı zaman, zamanda yolculuk mu yapmıştı?” Gelinen noktada Türkiye’de vicdanlar rahat mı sizce? MUMCU Dönüyor bakıyoruz arkamıza, siyasi cinayetlerde, soruşturmalarda bir arpa boyu bile yol gitmemişiz. Yani adım atmaya çalışmışız ama bir gelişme göstermediğimiz ortada. Uğur Mumcu cinayetinde gerçek ortaya çıkmamıştır. Birçok insan ortaya çıkmıştır, mahkum olmuştur, ama bizim özelimizde bir suikastçı hâlâ yakalanmamıştır. Kamu vicdanı rahat değildir. Çünkü neden işledikleri, hangi saikle işledikleri, kimlerle bağlantılı olarak işledikleri tam ve net olarak açıklanmış değildir. Vicdanlar rahatsız 21 yıllık sürecin 12 yılında AKP iktidarı var. Bu süreçte siz de parlamentoda siyaset yaptınız ve hâlâ yapıyorsunuz. İktidarın Mumcu cinayetinin tamamen aydınlatılması konusundaki samimiyetini nasıl değerlendirirsiniz? MUMCU Yani, iktidarın bu konulara yaklaşımını samimiyetsiz olarak değerlendiriyorum. Şöyle; söylem ve eylem birbirini hiçbir zaman tutmadı. Örneğin 5 kez muhalefet partileri faili meçhullerin araştırılması için önergeler verdi. Her seferinde AKP’nin oylarıyla reddedildi. Bu, derin devleti ortaya çıkartıyoruz, devleti çetelerden temizliyoruz söyleminin de samimi olmadığının göstergesi. Bir şeyi yapma arzunuz varsa, her boyutuyla irdelemek zorundasınız. Meclis’te de araştırmanız lazım, mahkemelerde araştırılması lazım. Toplumun, bu olaylarda neyle karşılaşmışsa onlarla yüzleşmesi lazım. Bir toplumun, beraber yaşayabilmek, birbiriyle hasım olmadan, öfkelenmeden siyaset yapabilmesi için arınması gerekiyor. “Çetelerle yüzleşiyoruz” demekle bu olmaz. Gerçekten toplumu birbiriyle kucaklaştırmak istiyorsak, neler yaşandığını herkesin görmesi, bilmesi, idrak etmesi ve ondan sonra birbirini bağışlaması lazım. Samimiyetsizlik... 2014 Türkiye’sinde tartıştığımız konulara bakarsak, Emniyet’te, yargıda yaşananları düşünürsek ve tablo bu kadar vahimse, 1993’te nasıldır. Hiç karşılaştırma yaptınız mı? MUMCU 90’lı yıllarda Türkiye’de dikkat ederseniz hep söylenen söz “Her zamankinden daha çok birlik ve beraberliğe muhtaç olduğumuz şu son günlerde” klişesiydi. Biz bununla yaşadık uzun yıllar. Bu klişenin altında birlik ve beraberliğin bozulması için ne gerekiyorsa hepsi yapıldı. Bazı filmlerde vardır, iki güç karşı karşıya gelir. Dövüşürler, dereye girerler suyun altında yine dövüşürler, ormana girerler yine dövüşürler. Şimdi uzun süre, görünür olmaktan uzak bir şekilde kavga yapıldı bu ülkede. Biz Dövüşçüler değişti... onları hissettik ama bunları sorguladığımız zaman çeşitli şekillerde baskılara maruz kaldık. Devletin bekası dendi mesela. Şimdi de bu tarz bir tartışma yaşanıyor. İsmi şimdi cemaatdevlet çatışması, geçmişte belki başkaydı. Dediğim gibi arada dövüşçüleri değişerek bir kavga devam ediyor. Bu konuyu bize ne kadar net anlatır bilemiyorum ama Dışişleri Bakanlığı yapmış Sabri Çağlayangil’in bir lafı vardır “CIA altımızı oymuş haberimiz olmamış” diye. O günden bugüne ne değişti çok merak ediyorum. Bugün de bu cemaathükümet çatışmasında gerçekten çatışan kim merak ediyorum... Baktığımız zaman Rabıta, tarikatticaretsiyaset gibi kavramların hepsini Uğur Mumcu tanıttı Türkiye’ye. ‘Elhamdülillah Müslümanız gelsin paralar’ dedi örneğin. Bugün ise siyasetçilerin yakınlarının ‘Elhamdülillah tapuyu aldık’ sözlerini tartışıyoruz. Nasıl yorumlarsınız bu durumu? Uğur Mumcu Araştırmacı Gazetecilik Vakfı, Mumcu’nun mirasının korunması ve yaşatılması için önemli bir işlev yürütüyor. Vakfın çalışmaları hakkında da bilgi verir misiniz? MUMCU Biz bu vakfı neden kurduk? Suikastlarla, insanları öldürmekle bir yere varılamayacağını anlatabilmek için. Ayrıca, öldürmekle bir sonuca ulaşılamayacağını gösterebilmek için. Umutsuzluğa, yılgınlığa, korkuya kapılınmaması için. Bir de Uğur’un gazetecilik anlayışını genç kuşaklara aktarabilecek bir eğitim verebilmek için. Bu eğitim akademik bir eğitim değil, üniversite bitirmiş çocuklara gazetecilik konusunda bir kurs. Ayrıca biz yazmaya biraz uzak bir toplumuz. Bunun için de yazma seminerlerimiz var. Bugüne kadar 98 kişi gazetecilik kurslarımıza katılmış, bunların 35’i fiilen sektörde. Umutsuzluğa karşı... Güldal Mumcu kitabında “Umut Davası”nın ilk gününü, 24 Ekim 2000’i aktarıyor... “Müdahil olma isteğimizin dilekçesini mahkemede okumamın talep edildiği duruşma günü geldi. Sabah devlet güvenlik mahkemesine gittim. Duruşma salonuna çağrılmayı beklerken, sanık yakınlarıyla aynı yeri paylaştım. Kadınların hemen hemen hepsi uzun pardösülü ve başları bağlıydı. Epey bekledikten sonra mahkeme salonuna çağrıldık. Sanıkların gelmeleri gecikmişti. Salona girdim. Mahkeme heyetinin karşısında sayıları yirmi beşi geçen sanıklar oturmuştu. Mahkeme heyetinin sağında müdahil avukatları ve ben, solunda da sanık avukatları yerleşmişti. Dinleyiciler ve basın sanıkların arkasındaki sıralarda oturuyorlardı. Basının görüntü alması yasaktı. Sanıklar uzun saatler boyu tahliye taleplerini ve işkence iddialarını dile getirdiler. Daha sonra hâkim beni çağırdı. Salonda büyük bir sessizlik oldu. Sadece benim topuk seslerim duyuluyordu. Yürürken bütün gözleri üzerimde hissettim.” Mumcu kitabında ilk güne ilişkin duygularını böyle anlattıktan sonra, bizzat okuduğu dilekçeyi paylaşıyor. Dilekçe, “Ben Uğur Mumcu’nun karısı, çocuklarımız Özgür ve Özge, arabaya bomba koyarak bu cinayeti işleyenlerin, Uğur’un öldürülmesi emrini verenlerin ve asıl önemlisi hepsinin arkasındaki güçlerin bütün bağlantıları ile açığa çıkartılmasını, davanın sonuçlandırılmasını ve sorumluların cezalandırılmasını, yüce heyetinizden saygılarımızla talep ederiz” ifadeleri ile bitiyor. Gene saatler süren savunmalarını dinledik. İşkence gördüklerini, İran’a gidip göz ameliyatı olduklarını, baskı altında olduklarını söylediler. Duruşmanın sonuna doğru son sözleri sorulunca sanıklardan biri “benim var” dedi: “Adım Arif Tarı yetmiş beş yaşındayım. Yataklıktan yatıyorum. Ben yataklık yapmışsam kendi polisime jandarmama yaptım. Tahliyemi istiyorum.” Arada birisi daha tahliye istedi. Arif Tarı tekrar söz aldı. Herhalde önce söylediklerinin kayda geçirildiğinden emin olmak istiyordu. “Lütfen kayda geçirilsin. Ben yataklık ettiysem kendi polisime, jandarmama yataklık ettim.” Duruşmadan çıktığımda akşam karanlığı bastırmıştı. Gerçekten Uğur’un katilleri olup olmadıklarını bilmediğim, ama birçok olaya karıştıklarına da kuşku duymadığım birtakım insanlarla sabahtan beri karşı karşıya idim. ‘Umut Davası’nın ilk günü l Güldal Mumcu’nun “İçimden Geçen Zaman” kitabı, um:ag yayınlarından çıktı. İlk baskısını Kasım 2012’de yaptı. Şu an 3. baskıda. 30 bin kişi okudu.