Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Günler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
JOSEPH LOSEY: SINIF VE GÜÇ oseph Losey, Orson Welles, Elia Kazan gibi1930’ların Amerika’sının devinimli yıllarında büyüdü. Sanata tiyatroyla başlayan Losey köklü bir İngiliz ailesinin püriten ahlak yapısıyla yetişti. Tiyatronun etkisine karşın sinema dili akıcıydı. Yönetmen sürekli aynı temaları büyük bir ustalıkla işledi: örselenmiş kimliklere duyduğu acıma duygusu, toplumsal ilişkilerdeki çıkmazlar, vicdanın ayrıntılı sorgulanması, fiziksel gerçek ve bireyin giderilemez yalnızlığı. McCarthy döneminde sol görüşlerinden ötürü Amerika Karşıtı Eylemleri Araştırma Komitesi’nce komünistlikle suçlanan Losey İngiltere’ye gitti. Blind Date(Kaderin Cilvesi/1959), The Criminal (Suç Altında/1960), The Damned (İstenmeyenler/1961) gibi ilk dönem filmleri karanlık, sert ve kötümserdiler. Ortak temalarıysa idam cezası, polis şiddeti, tutukevleri gerçeği, nükleer tehlikeydi. Sinemacının gözde konularıysa annekız, babaoğul, kadınerkek ilişkileri ve kimlik arayışıydı. İngiliz Yeni Dalga akımının ilk örneklerinden Eva’da(Aldatan Kadın/1962) bir çiftin özel yaşamına giren Losey, aynaları ve heykelleri kadınla erkeğin dramını doruğa taşımak için kullandı. Yönetmen, sadomazohist ilişkilerin görsel çekiciliğini, köşe bucak gizlenen toplumun analizini yetkinlikle yaptı. Harold Pinter’in katkısıyla sinemacı bu analizlerini 1960’larda da sürdürerek başyapıtlarını gerçekleştirdi. The Servant(Genç Hizmetçiler/1963) adlı psikolojik dramında efendiuşak ilişkisini, rollerin değişimini, sınıf çatışmasını, gizli eşcinselliği sorguladı. The Accident’te (Kaza Gecesi/1967) aydın, soylu küçük burjuvaları eleştirdi. İkinci Dünya Savaşı öncesindeki dramı The GoBetween’de (Arabulucu/1971) beklenmedik olay örgüsüyle yine sınıf ayrımını, yine sosyal adaletsizlikleri vurguladı. Ünlü İngiliz çizgi romanından uyarladığı dünyanın en tehlikeli dişi ajanı Modesty Blaise’in serüvenlerini anlattığı Modesty Blaise(Dişi James Bond/1966) onun en eğlenceli filmiydi. Secret Ceremony’de(Gizli Merasim/1968) karmaşık aile ilişkilerini işledi. Yetmişlerde İngiltere’deki ekonomik krizden ötürü Avrupa’ya giden Losey, Fransa’da Monsieur Klein’ı (Kaderini Arayan Adam/1977) çekti. Nazi istilasındaki Fransa’da Yahudilerin çaresizliğinden yararlanarak sanat simsarlığı yapan Joseph Klein sonunda kendini bir labirentin içinde bulur. Losey sinemanın anlatım gücüyle çağdaş insanın karmaşık yapısını anlattı. Bireylerin çatışmalarını, Suç Altında’ki tutukevi, Boom’daki(Aşkı Arayan Kadın/1968) ada, Gizli Merasim’deki gotik ev, Genç Hizmetçiler’deki malikane, Kaza Gecesi’ndeki Oxford Üniversitesi gibi tek mekanlarda anlatmayı yeğledi. Bu mekanlar onun yetkin yorumuyla küçük evrenlere dönüştüler, sosyal ve metafizik haksızlıkları ortaya çıkardılar. ASLI SELÇUK J DÜNYA FESTİVALLERİNDEN Ödüllü filmler bir arada Tek tutkusu hiphop olan 15 yaşındaki Mia’nın yaşamı, annesinin eve yeni bir erkek arkadaş getirmesiyle değişir. Gelen, büyüleyici bir adam, bir baba figürü, seksi herifin tekidir… Lucas Belvaux, Baron Empain’in gerçek yaşam öyküsünden esinlenen, bu politikpolisiye filminde gangsterler tarafından kaçırılmasıyla gizli dünyası açığa çıkan ve tanıdıklarının gözünde değersizleşen güçlü bir sanayicinin hikayesini anlatıyor. Film, yerel bir madenden yayılan civanın neden olduğu hastalıklarla boğuşan köylülerin isyanını anlatıyor. 1980’lerin başında, Soğuk Savaş‘ın en kızıştığı dönemde geçen bu casus filminde, usta yönetmen Emir Kusturica ise Batı‘ya bilgi sızdırmaya karar veren KGB subayı Grigoriev’i canlandırıyor. Günümüz İtalya’sında toplumdan dışlananlar hakkındaki film, cesaret, ayrımcılık ve kaybetme hakkında dokunaklı bir dram. Filmi Tizza Covi ve Rainer Frimmel birlikte yönetiyor. Filmin başrollerinde ise Isabelle Huppert, Isaach De Bankolé, Christophe Lambert var. Bruno Dumont’un filmi, bir bakan kızı olmasına rağmen, İsa’ya duyduğu aşkı bağlılığın çok ötesine taşıyan Céline’in hikâyesini anlatıyor. Film, Fransız yeraltı hareketinin komünist direniş kahramanlarından Ermeni şair Misak Manuşyan’ın gerçek hikâyesini anlatıyor. Christophe Honoré’nin, özgür ruhlu genç Lena’nın iki çocuğuyla birlikte ayakta kalma mücadelesi verdiği bir aile dramını konu alan filminde Chiara Mastroianni, Marina Foïs, JeanMarc Barr rol alıyor. Yaratık’ın yönetmeni Bong Joonho’nun bir cinayet filmi olmanın yanı sıra anne sevgisini ele alan duygusal bir hikâye. Kim Hyeja filmde aşırı korumacı anneyi canlandırıyor. Emektar Fransız yönetmen Claude Miller, oğlu Nathan’la işbirliğinde gerçek olaylardan esinlenen film öz annesiyle yıllar sonra barışmanın bir yolunu arayan Thomas’nın hikâyesini anlatıyor. II. Dünya Savaşı sırasında açıkça belirtilmeyen “kahramanca” davranışlarından dolayı Onur Madalyası almış 75 yaşındaki bir adamı anlatan, komünizm sonrası bir trajikomedi. Filmin yönetmeni ise Calin Peter Netzer. François Ozon’un bu son filminde Isabelle Carré ve LouısRonan Choisy başrolleri paylaşıyor. Mousse ve Louis, genç, güzel, zengin, âşık ve uyuşturucu bağımlısıdır. Bir gün aşırı doz alırlar ve Louis ölür, Mousse ise hem hayattadır hem de hamile… Özellikle Jude Law’un bir kadın mankeni canlandırmasıyla ses getiren film, New York’taki bir modaevinin çalışanlarının özel dünyalarını iğneleyici ve komik bir şekilde anlatırken, podyumdaki bir kaza, cinayet soruşturmasına dönüşüyor. Yönetmen Sally Potter’ın ilk kez cep telefonlarından gösterime giren uzun metrajlı filmi. Katalan yönetmen Marc Recha, kent yaşamıyla kır yaşamı arasında kalmış bir gence dair çağdaş bir masalla karşımızda. Barselona’nın eteklerinde kendini ötücü kuş yarışmalarına veren genç Arnau, bir süre sonra hayatın gerçekleriyle yüzleşmek zorunda kalacaktır. Oscarlı Fernando Trueba’nın filmi, hem bir aşk hikâyesi hem de hareketli bir polisiye. Film Şili’nin başkenti Santiago’da, Pinochet’nin devrilmesinden sonraki dönemde geçiyor. Filmin oyuncuları ise Ricardo Darín, Abel Ayala, Miranda Bodenhöfer. Stefan Komandarev’in Ilija Trojanow’un romanına dayanan filminde karizmatik büyükbabasının yardımı, iki kişilik bisikleti ve tavlasıyla kendini arayış yolculuğuna çıkan Alex’in hikâyesi anlatılıyor. Japon yönetmen Koreeda’nın filmi, Pinokyo’yu andıran bir kent masalı; ama kahramanı kukla yerine Nozomi adlı şişme bebek. Güzel Nozomi bir ruha sahip olur ve bir sabah canlanıverir. JeanPaul Lilienfeld’in kara mizah bu sürükleyici dramında, Isabelle Adjani yılgın ve depresif lise öğretmenini canlandırıyor. Film, kültürel kimlik, eğitim sisteminin çuvallaması, gençlik sıkıntıları gibi konuları ele alıyor. Hayatında daha önce şiddete hiç yer vermemişken 1982’deki Lübnan Savaşı‘nda kendini insan öldürürken bulan dört askeri anlatan film, tankçı olarak görev yapan yönetmen Samuel Maoz’un deneyimlerinden yola çıkıyor ve film baştan sona bir tankın içinde geçiyor. Genç Hizletçiler Dublin’de geçen tempolu bir komedigerilim olan filmin yönetmeni Ian Fitzgibbon. FransızErmeni yönetmen Robert Guédiguian’ın bu son filmi, etkileyici bir İkinci Dünya Savaşı gerilimi. 13. SAYFA Plato