02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

SECIM117 14/7/07 23:25 Page 7 S EÇİM 2007 Cumhurbaşkanlıgı seçimleri sırasında Erdoğan’ın hiçbir uzlaşma cabası göstermemesi, inatla “ben seçerim’’, “kimseyi dinlemem’’, “uzlaşma yapmam’’ diyerek dayatması, bilindigi gibi Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin Anayasa Mahkemesi’ne gitmesine neden oldu. Anayasa Mahkemesi anayasanın 96 ve 102. maddelerini yorumlayarak, Cumhurbaşkanlıgı seçimi için ilk iki turda Meclis’te 367 milletvekilinin bulunması gerektiği kuralını kabul etti. İnatçılığının ürünü olan bu yenilğiden sonra Erdoğan, anayasanın kimi maddelerini değiştirerek, Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesini öngören bir yasayı Meclis’ten geçirtti. Bu konuda gerek CHP, gerekse Cumhurbaşkanı Sayın Sezer Anayasa Mahkemesi’ne itiraz ederek, bu yasanın iptalinin gerektiğini ileriye sürdüler. Anayasa Mahkemesi, anayasa degişiklik paketine yönelik bu iptal başvurularını gecen hafta reddetti. Bu durumda referandum takvimi işlemeye başladı. Ancak bu red kararı bundan sonraki sürece ilişkin kimi ciddi soruları da beraberinde getirdi. İmtiyaz Sahibi: Cumhuriyet Vakfı adına İlhan Selçuk Genel Yayın Yönetmeni: İbrahim Yıldız, Yazıişleri Müdürü: Mehmet Sucu, Güray Öz (Sorumlu), Haber Müdürü: Hakan Kara, Editör: Hakan Akarsu, Görsel Yönetmen: Özgür Özkü Yayınlayan: Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Yönetim yeri: Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No. 2 Şişli İstanbul Tel: 0 212 343 72 74, Fax: 0 212 343 72 64 Baskı: İhlas Gazetecilik AŞ Cumhurbaşkanı Seçimi Nasıl Olacak? ALEV COŞKUN cağız. Ancak, öncelikle Erdoğan’ın bu süreçteki tavırlarını irdeleyelim: sayısı gereklidir kararının gerekcesi yayımlanmadan kıyameti koparıp, Anayasa Mahkemesi’ne saldıran kendisi değil miydi? Anayasa Mahkemesi’nin bu son kararı Erdoğan’ın ezberini bozmuştur. Çünkü artık bu yüce mahkemeyi halka şikâyet edemeyecektir. Bu yüce mahkemeyi artık halka yuhalatamayacaktır. Bu konuyu artık siyaset için istismar malzemesi yapamayacaktır... Artık Erdoğancı yazaralar, vesayet demokrasisi gibi etiketler yapıştıramayacaktır... Anayasa Mahkemesi önünde otomatik tüfekli askerlerin dolaştığı gibi çirkin iftiralar atamayacaklardır. Ama, bütün bunlardan sonra, ne olacak? Cumhurbaşkanı nasıl seçilecek? Şimdi bu sorulara gelelim: iki oylamada Meclis’te 367 üyenin bulunması zorunludur. SEÇİM ANILARI HİKMET ÇETİNKAYA Seçilmezse ne olur Anayasamıza göre seçimlerden sonra 30 gün içinde cumhurbaşkanının seçilmesi gerekir. Eger seçim gerçekleşmezse, yeni seçime gitmek zorunluluğu olacaktır. Kanımca, henüz seçilmiş, henüz Meclis’e gelmiş milletvekillerinin yeniden genel seçimlere gitmek istemeleri yaşamın doğal akışına terstir. 12 Eylül ve Mustafa Ekmekçi... Mustafa Ekmekçi’yi yıllar önce yitirdik... Uzun yıllar Cumhuriyet’te birlikte çalıştık... Ben Mustafa Ağabeyin gazeteciliğinden çok şey öğrendim... İlkeli ve dürüst bir gazeteci ve köşe yazarıydı Mustafa Ağabey... Ekmekçi’den bir anı... 12 Eylül 1980 sonrası... 12 Eylül sıcağında, kimi Hamzaköy’e, kimi Uzunada’ya gönderilmiş parti liderlerini telefonla arayıp birkaç tümcecik de olsa konuşmaya çalışıyorduk. Hacı Başbuğ’u hiç aramadım doğrusu; elim varmıyor muydu neydi? Erbakan Hoca’yla konuşuyordum, Uzunada’da askerlik yapmıştım. Her bir yerini biliyordum: “Hocam, incirler, zeytinler nasıl, duruyorlar mı yerlerinde?” Necmettin Hoca, “Ne yapayım bu mevsimde zeytini, inciri” der gibi karşılık veriyordu: “Duruyorlar!” 1951’de yapmıştım askerliğimi Uzunada’da. Buraya Kösten Adası dedikleri gibi, “Eşek Adası” da diyorlardı. Adada iki yüze yakın eşek vardı. Bu eşekler, İzmir’e inemeyenlerin kadın gereksinimlerini de mi karşılıyorlardı ne? Erbakan Mustafa Hoca, bir ara telefonda; Ekmekçi “Sayın Ekmekçi” dedi, “askerlerden tanıdıklarınız vardır; onlara söyleyin, bizi buradan çıkarsınlar, onlara yardımcı olalım. Bizim deneyimlerimiz var. Yardımcı oluruz!” İçimden, “Hocam oturun oturduğunuz yerde! Sizin yardımlarınıza gereksinimleri olsa, niye oralara göndersinler?” diye geçirir, “Olur hocam olur!” derdim. Aramalarımdan çok duygulanmıştı hoca, Ankara’ya döndüğünde, “Şu Ekmekçi, ne vefalı adam!” demiş, yakını bir gazeteciye. Dönüşünden sonra, hemen hiç görüşmedik. Bazı gazeteci arkadaşlarla yemek yedi, çay içti. Belki de, benim “domuz”la ilgili yazılara bozulmuştu. Olabilir. Erbakan Hoca bozulacak diye, doğruları yazmaktan geçemem. Hacı Başbuğ’a gelince, MHP’nin duruşması vardı; Mamak’ta birkaç duruşma birden görülüyordu mahkemelerde. Bir duruşmayı izlerken, birlikte gittiğimiz Teoman Erel’e; “Haydi MHP’lilerin duruşmalarına gidelim” dedim... “Gidelim!” Basına, sanıkların en arkasında yer ayrılmıştı. Hacı Başbuğ’la öbür sanıklarsa öndeydi. Teoman’a; “Ben, öne gidip yüzlerini de görmek istiyorum!” dedim. “Sen git, ben gitmem!” dedi Teoman. Boynumda fotoğraf makinemle, öne gittim. Şöyle seyrediyorum. Hacı Başbuğ, Agah Oktay Güner’le yan yana oturuyorlar. Yanlarında da Tahsin Önal. Tahsin Önal, çocukluktan arkadaşım Kevser’in eşi. Agah Oktay Güner’le göz göze geldik. Karşılıklı gülümsedik, o, koluyla, Hacı Başbuğ’u dürttü, “Ekmekçi gelmiş!” diye fısıldadı. Onunla da selamlaştık. Sonra, gidip Teoman’ın yanına, yerime oturdum. Agah Oktay Güner, ilk salıverilenlerdendi. Milliyet’in yaş günü kokteylinde, karşılaştıklarının “geçmiş olsun”larına karşılık verirken, bir bir ellerini sıkıyor, teşekkür ediyordu. Orda Feyzioğlu filan da var. Agah Oktay Güner, oradakilere; “Kusura bakmayın, buradakilerden bir, Ekmekçi’yi öpeceğim” dedi. “Çünkü o, bir kara günümüzde bize gülümsedi!” diye ekledi. Kucakladı... Agah Oktay Güner’e sordum: “Sizi gördüğümde, Tahsin Önal, size bir şey söyledi. Ne dedi?” “Bak, ne varsa yine Konyalılarda var, dedi. Orada bize gülümsemen, onu çok mutlu etmiş!” Süleyman Bey, bir gün telefonda şöyle dedi: “Ekmekçi, Allah senden razı olsun!” “Neden?” “Yine de insaflı yazıyorsun.” Mazlum rolü oynadı Erdoğan, Cumhurbaşkanlığı seçimlerini mitinglerde kullandı, bir mazlum rolü oynadı. Kendi uzlaşmaz tavrını ve beceriksizliğini örtbas etmek için Anayasa Mahkemesi’ne saldırdı. Anayasa Mahkemesi’ni halka şikâyet etti. Hiçbir demokrata yakışmayacak bir tutumla Anayasa Mahkemesi’ni ve Cumhurbaşkanı’nı halka yuhalattı. Erdoğancı kimi yazarlar da Anayasa Mahkemesi’nin 367 sayı gereklidir biçimindeki kararını eleştirdiler. Türkiye’yi “bir vesayet demokrasisi” biçiminde değerlendirdiler. Referandum ne zaman? Yasaya göre referandum 120 günün dolduğu 21 Ekim Pazar günü olması gerekmektedir. Ancak AKP, Cumhurbaşkanı tarafından veto edilen referandumu 45 güne indiren yasada ısrarcı olup Meclis’i bu arada toplantıya çagırırsa, referandum süresi kısaltılabilir. Ancak seçimlerin sürdüğü bu sırada AKP nin Meclisi toplantıya çağırma gibi rizikolu bir sürece girebilmesi beklenmemektedir. Bu durumda referandum için 120 günlük süre işleyecektir. Ancak bu tarihe kadar Türkiye Cumhuriyeti cumhurbaşkansız kalamaz. Yeni seçilen Meclis, yeni cumhurbaşkanını seçmek zorundadır. Bu da uzlaşma ile olacaktır. Demokrasi kurallar ve hukuk rejimidir. Erdoğan’ın uzlaşmaz tutumu ve inatçılığı bir işe yaramamış, ülkeyi karmaşaya götürmüştür. Ezber bozuldu Anayasa Mahkemesi’nin son ret kararı Erdoğan’da ve bu yazarlarda şok etkisi yarattı. Anayasa Mahkemesi’ni sürekli halka şikâyet eden Erdoğan, bu son karar karşısında birden zor duruma düştü. Öyleki, Erdoğan karardan hemen sonra Bolu’da miting öncesinde konuyu soran gazetecilere, kararın gerekçesini görmem gerekir diyerek işi geçiştirdi. Oysa 367 Kim seçecek? Cumhurbaşkanını 22 Temmuz 2007 seçimleriyle oluşacak Meclis seçecektir. Anayasa açıktır. Meclis anayasanın 94. maddesine göre önce Meclis Başkanı’nı seçecektir. Meclis Başkanlık Divanı oluştuktan sonra, anayasanın 102. maddesi geregince cumhurbaşkanı seçimi yapılması zorunluluğu vardır. İlk Mustafa Ekmekçi, Hikmet Çetinkaya, Melih Cevdet, İlhan Selçuk ve Uğur Mumcu aynı panelde. “Elbette Süleyman Bey bizden başka ne bekliyordunuz? Elbette insaflı yazacağız!” “Allah sizden razı olsun!” 12 Eylül öncesinde Süleyman Bey’e en ağır eleştirileri yöneltenlerdendim. Bir yazımda, “Bir daha geri dönmemek üzere, politikadan gideceğini” yazdım. 12 Eylül’ün olacağını düşünmemiştim! Ecevit’e halkın “Karaoğlan” dediğini basına ilk yazan, bunu tutturan bir gazeteciydim. Onunla da Süleyman Bey’le olduğu gibi Hamzaköy’deyken telefonla çok konuştum. Konuşmalar ne olabilir? Hep havadan sudan. Bülent Bey bir kez “Konuşmalarımız meteorolojik oluyor!” demişti. Gülüştük. Oradan geldikten sonra, bir iki kez ya konuştuk, ya konuşmadık. Bir ara; “Türkiye’de tek yazar var. O da Nazlı Ilıcak!” demişti. Bir daha şöyle oturup konuşmadık. Aradığı gazeteciler arasında değildim sanıyorum. Süleyman Bey de, Bülent Bey de 6 Eylül halkoylaması ile ilgili anayasa değişikliği sırasında oyuna geldiler. Hinthorozu’nu bu konuda yapayalnız bıraktılar. Turgut Bey’in oyununa boyunlarını uzattılar. Kurbanlık koyun gibi meleyip durmanın bir yararı olmayacağını düşünmediler. “Nasıl olsa, halk bizi sever, yasakları kaldırır!” diye geçirdiler içlerinden. Oysa 175. maddeye karşı direnip “Gerekirse, gerekiyorsa yasalar kalkmasın!” diyebilselerdi, Turgut Bey’in bir oyununu bozabileceklerdi. Bunca yıllık deneyimi oldukları sananlar, bunu beceremediler. Yasaklı kalsalardı, daha güçlü olacaklardı. Bunu bilemediler. Yine halkoylamasında “evet” değil de “hayır” çıkarsa, bundan onlar bir şey yitirmeyecekler, yitiren Turgut Bey olacak. O da kendi oyununa gelecek sonunda. Demokrasi, kurallarıyla oynanan bir oyundur. Oyun içinde oyun değildir. 12 Eylül’ün tek partisi kaldı ülkede o da gidecek. Turgut Bey’in “evet”çi görünerek “hayır”cı olması unutulmayacak bir örnek olsa gerektir. Halk çoğunluğu artık politikacı hakkında notunu tam verse yeridir. “Halk bizi sever” derler. “Debbağ (derici), sevdiği deriyi, yerden yere vurur” sözünü unuturlar. Sevgi oya dönüştü mü, dönüşmez mi kim biliyor? İnsanlar sevdiklerine mi oy veriyorlar? 6 Eylül’de “evet” çıkmasın. Öyle istiyorum ki, o zaman birçok oyun bozulmuş olacak. 12 Eylül partisi daha tez gideceği gibi, 12 Eylül’ün “kahraman” yaptıkları da gidecek. Kemal Türkler öldürüleli yedi yıl geçmiş! Cumhuriyet’te yıldönümü ilanı çıkmasa, kim farkındaydı Kemal Türkler’in? Kimi sağcı yazarlar, kekeleyip duruyorlar. Bir yandan 6 Eylül oylamasına “evet” oyu toplamaya çalışırlarken, bir yandan da SHP toplantılarını filme alan polisin davranışını sorguluyorlar. Buna da “demokrasi” diyorlar. Yaşamlarında tek bir gün “demokrat” olmamışlar ki 12 Eylülcülere, “Nereye gidiyorsun?” diye çığrışıp, askerlerin paçalarına yapışanlar, kalkmışlar bir de “demokrasi” dersi veriyorlar. Oyunun bir perdesi de bu olmalı! Sorular... Türkiye’nin 11. cumhurbaşkanını kim seçecek? Meclis mi, halk mı? Süreç nasıl işleyecek? Bu soruların hukuksal ve siyasal yanıtlarını bu yazının ikinci bölümünde vermeye çalışa Farklı kültürlerin ‘ortak uygarlık’ yarattıkları Antakya, seçimleri ‘parçalanmış kent’le karşılıyor Hatay’da ‘Kentsel bölücü’lük’ OKTAY EKİNCİ HATAY Seçime doğru azgınlaşan “ABD himayesindeki ırkçı terör”ü kınamak için 22 Haziran’daki yürüyüşün Kurtuluş Caddesi’nde yapılması daha bir anlamlıydı. Çünkü antik Roma’dan kalma bu tarihsel caddedeki Ulu Cami, Habib Neccar Camisi, Süveyka Camisi, Katolik Kilisesi gibi yapılar “farklı kültürlerin ortak Antakya uygarlığı”nı simgeliyor. Bunları, aynı caddeye komşu Ortodoks Kilisesi ile çok sayıda eski Antakya evi tamamlıyor... Tümünün kentsel birlikteliği ise Pagan, Musevi, Hıristiyan ve Müslüman kültürlerin “hemşeri”likleri demek... Hele şu Habib Neccar Camisi. Halkının “ortak sevgilisi” olmuş bir “Hıristiyan”ın adını bir camide sürdürmenin; böylece “Sevgili Marangoz”u Müslüman Antakyalıların da kuşaktan kuşağa anmasını sağlamanın “derin insancıllığı”na ne kadar ihtiyacımız var? Nitekim geçtiğimiz aylarda Malatya’da Hıristiyan yayınları satan yurttaşlarımıza yapılan saldırıya karşı Antakya’daki İl Müftüsü Sinanoğlu, Musevi Cemaati Başkanı Cenudioğlu ve Hıristiyan Ortodoks Kilisesi Cemaati Vakfı Başkanı Naseh, Büyük Antaya Oteli’nde bir araya gelerek olayı kınamışlardı. Ne var ki kentin bu ayrıcalığı şu seçim söylemlerinde öne çıkmadığı gibi, “tarihsel kimliği gözetmeyen rantçı imar düzeni” de sorgulanmıyor. Antakya ne yazık ki, sahip oldu e ğer Kurtuluş Caddesi’nde tarihle bütünleşen yürüyüş, kentin uygarlık kimliğini de yeniden herkese anımsatabilirse Türkiye’ye AB ve ABD gözlükleri yerine “Anadolu bilgeliği” ile bakmasına umut bağlanan CHP öne bile çıkabilir.... Hıristiyanların tarihteki ilk toplantılarını yaptıkları “Saint Pierre Kilisesi” bile Antakya’nın tarihi kent dokusunu tamamlamasına rağmen “Küçükdalyan Belediyesi”nde… Bunların arasında adeta sıkışmış konumdaki Antakya Belediyesi’nin doğusu Narlıca, Maşuklu, Küçükdalyan, batısı Dursunlu, Harbiye ve Turunçlu belediyeleriyle kuşatılmış. Aynı semtlerin ovaya doğru kentsel komşuları da Çekmece, Odabaşı, Ekinci ve Güzelburç belediyeleri... Bu ayrışma sonucunda, Kentin sit ilan edilmiş eski yerleşim bölgesini daha da “metruklaştıran” kimliksiz apartmanlaşma almış başını gidiyor. Nüfusu 150 bini bulmayan bir kent, tam “18 belediye”ye parçalanarak sözde yerel demokrasi adına imar düzeni ve diğer yerel hizmetler açısından can çekişiyor... ğu değerlerden uzak ve içeriksiz siyasi çekişmelerle seçim sürecini yaşıyor... ‘İmar Demokrasisi’(!) Kente karşı bu siyasal aymazlığın en çarpıcı sonucu, neredeyse her mahallenin “ayrı belediye”lere ayrıldığı “kentsel parçalanma”... Tümü iç içe girmiş belde belediyelerindeki “yerel demokrasi” sadece “imar özgürlüğü” olarak anlaşıldığı için de kentin tarihsel görkemiyle şimdiki “rant yapılaşması” arasında “yüz kızartıcı” bir farklılık var. Örneğin Antakya’nın tarihsel dinlence semti Harbiye ayrı bir belediye. Burayı kent merkezinden Dursunlu belediyesi ayırıyor. Vekiller ve adaylar İşte bu sorun, ancak Ankara’dan ve gerekirse TBMM’den özel yasayla çözümlenebilecekken kentin bütüncül yönetime kavuşması için 25 Ocak 2007’deki mimarlar ve inşaat mühendislerinin paneline “milletvekilleri” gelmemişlerdi.. Şimdi de aynı umarsızlık “aday”ların çoğunda yine gözleniyor. Panelin kitabı tümüne iletilme sine rağmen, partiler de oralı değiller. Çünkü bu karmaşa, Antakya’daki “denetimsiz imar rantları”nın sürmesi için adeta “demokratik güvence”... Böylesi bir ortamda Antakya’nın yine de planlı yapılaşabilmesine uğraşan sivil çabalar da siyasilerden ilgi görmüyor. Örneğin Antakya Belediyesi’nin mücavir alanlarını “Toprak Koruma Kanunu’na aykırı” olarak imara açmasını mahkemeye veren Mimarlar Odası Hatay Şubesi’ne, CHP’li belediye meclis üyeleri dışında teşekkür eden yok... Bütün bunlara rağmen Antakya’da yüz güldüren gelişme ise kentin “antik bereketi” olan “defne” için ildeki 40 bin dönümlük alana 110 bin dönümün daha eklenmesi... Yerel basındaki “defne yükselen değer oldu” başlıklı haberlere bakılırsa Samandağ, Yayladağı, Altınözü, İskenderun, Dörtyol ve Erzin ilçelerindeki dağlık ve kıraç arazilerde orman köylüleri 300 milyon YTL kazanacak... Peki, 22 Temmuz’un galipleri Hatay için ne yapacaklar? Bu soru bilinemediği için sandığa “kent bilinci”nin değil, yine geleneksel “siyasal gen”lerin yansıyacağı söyleniyor. Bu genlerin 2002’de AKP’ye yüzde 29’u, CHP’ye de yüzde 26’sı dağılmış, iki parti 10 milletvekilini eşit sayıda üleşmişlerdi. Şimdi ise Kurtuluş Caddesi’nde tarihle bütünleşen yürüyüş, eğer “uygarlık kimliği”ni de yeniden herkese anımsatabilirse Türkiye’ye AB ve ABD gözlükleri yerine “Anadolu bilgeliği” ile bakmasına umut bağlanan CHP öne bile çıkabilir... SERDAR KIZIK İktidarın Sinirleri Dikiş Tutmuyor pında tepki gören “Laikliğin yeniden tanımı gerekiyor” sözlerini anımsıyorsunuz... 23 Nisan kutlamalarında “çocuk” diye imam hatipli bir genci koltuğuna oturtmasını da. ‘Başörtüsü bizim namus borcumuzdur’ demişti. Moskova’da ‘Lenin’i ölü görmek çok güzel’ sözlerini de unutmamışsınızdır. Ya 23 Nisan Resepsiyonu davetiyelerine eşinin adını neden yazdırmadığını soran gazetecilere sinirlenerek ‘Bu sorunun karşılığı şeyini şey ettiğimin şeyidir’ yanıtını... Daha başka? Ne demişti, geçen yıl Meclis’te 23 Nisan özel oturumunda yaptığı konuşmada: “Demokrasilerde Milli Güvenlik Siyaset Belgesi gibi gizli anayasalar olamaz. Bizde kurumlar saltanatı var... Devlet, dini inançları kısıtlıyor...” Bu cümlenin nasıl bir düzen beklentisini yansıttığı apaçık ortada. Daha yakın bir tarih verelim. 12 Temmuz 2007, Kanal 24 Televizyonu’nda yeni cumhurbaşkanının Ahmet Necdet Sezer gibi olamayacağını belirtirken “Çünkü o türünün ilk ve tek örneği” demesi, nasıl açıklanabilir acaba? Cumhurbaşkanlığı sevdasını mayıs ayında AKP içindeki tartışmalarda yitirmişti. Yeni dönemde tek başına iktidar seçeneğini de tüketmiş olmalı ki, Meclis başkanlık koltuğunu kaçırdığının farkında Bizim medyanın, ABD ve AB’nin, bunların uzantısı Soros “aydınları”nın pek demokrat bulduğu AKP’nin durumu, öyle anketlerde sunulduğu gibi olmamalı ki, partinin üst düzey yöneticileri gergin ve tedirgin. AKP’nin sacayaklarından Bülent Arınç da sanırım paniklemiş. Tıpkı yüzde 40’lara, “tek başına iktidara” inanmayıp Cumhurbaşkanlığı seçiminde “uzlaşma”dan bahseden Tayyip Erdoğan gibi... Televizyonda seçimlerle ilgili bir soruya bakın ne karşılık vermiş TBMM Başkanı: “Seçim sonuçlarının şu veya bu şekilde provoke edilmesi, sandık başlarında birtakım hileli işlemlere başvurulması mümkündür. Bunun için bazı grupların özel çaba gösterdiklerini biliyoruz...” Onca gaza, onca dış desteğe karşın, sinirler gergin AKP’de. Baksanıza küreselleşmecilerin, TÜSİAD’ın, genel yayın yönetmenlerinin pek uysal, pek uyumlu, pek güleryüzlü bulduğu Abdullah Gül bile seçim meydanlarında, hele de konu cumhurbaşkanlığıysa, nasıl da aslan kesiliyor, kükrüyor, hırçınlaşıyor... Gül cemali dağılıyor... Dönelim yeniden Cumhurbaşkanı’na bile alaycı tutumla yaklaşan, genellikle dudak ucundan ve bıyık altından gülen, ama zaman zaman siyaset tarihinde duymadığımız sözlerle gaf yaratan Arınç’a... TBMM Başkanı koltuğunda otururken ülke ça görünüyor. Neden? “Beş yıl dolu dolu görev yaptım. Mahkeme kadıya mülk değil” diyor... Bu AKP’lilerin üreticiyle derdi olmalı. Başbakan “Hadi lan, ananı da al git”, Tarım Bakanı “Gözünüzü toprak doyursun” demişti ya üreticiye, geçen hafta da Alaşehir ve Sarıgöl’de Arınç bastı fırçayı köylüye. “Çiftçiyi öldürdünüz. Alaşehir Suma Fabrikası’nı sattınız. Üzümün kilosu 40 Ykr’tan satıldı” diye yüklenen, geçen seçimlerde AKP’ye oy verdiğini söyleyen 70 yaşındaki Mehmet Boğa’ya verdiği yanıtı anımsatalım: “Kes sesini terbiyesiz adam... Sağdan soldan laf atarsanız, hem kötü niyetli hem saygısız olursunuz. Herkes haddini bilecek...” Bu kez Alaşehir’de, “Seçimden sonra bizi unutursunuz” diyen Yusuf Genç’e verdiği yanıta bakalım: “Unutmayız. Sen, seni unutanlara bak derdine yan. Sen millete saygılı ol, haddini bil. Ben, senin gibi yalancı somun pehlivanı değilim.” Terbiyesiz... Kes senini... Haddini bil... Bir meclis başkanı halka, seçmenine böyle söylemler kullanabilir mi? Nasıl bir yaklaşım, nasıl “şeyini şey ettiğimin şeyidir” bu? Sanırım Manisa’da CHP’nin 1. sıra milletvekili adayı Şahin Mengü çok haklı. Arınç’ı, CHP’nin şansı gören Mengü diyor ki: “İyi ki Bülent Arınç gibi bir şansımız var. Arınç, AKP’nin maskesini düşürüyor, partisinin gerçek yüzünü sergiliyor...” NOT: Okurlar ve siyasetçiler ilginç gördükleri seçim anılarını aşağıdaki elektronik posta adresine ve faksa gönderebilirler. hikmet.cetinkaya?cumhuriyet.com.trFaks: 0212/343 72 69 7
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle