Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
C SPOR FUTBOL 12 MAYIS 2009 SALI SUNİ ÇİMDEN ÇORBA SİSTEMİNE… METİN TÜKENMEZ Aralık benim doğum günümdür. 1 Aralık 2008 bugüne kadar yaşadığım doğum günlerimin en mutlusu oldu benim için. 1973 yılında Levent Lisesi’nin futbol takımında oynarken beni İstanbulspor’a kazandıran Tuğrul Alkaya telefon etti, dedi ki: “Metin, doğum günün kutlu olsun. Anılara dalmışım, lisanslara bakıyordum. Senin ilk çıkan lisansın elinde. Bugün doğum günün olduğunu öğrendim.” Ne denli mutlu olduğumu tahmin edemezsiniz. 1970’li yılların başından itibaren İstanbulspor’da yetişen tüm genç futbolcuların ‘Ağabeyi’ doğum günümü kutluyordu. Hem de tam 35 yıl sonra... Raşit Çetiner’i, Fenerbahçe’de oynayan Özcan Kızıltan’ı, Galatasaray’da oynayan Faruk ve Fettah’ı, Mersin İdman Yurdu’nda oynayan Mehmet Ali’yi, Adana Demirspor’da oynayan Ümit’i, Mete’yi, Ali’yi, Küçük Kemal’i, Bakırköy’de oynayan kaleci Yılmaz’ı, kaleci Sarı Levent’i, Altay’a giden Enver’i, Kamuran’ı, Selami’yi, solbek Şeref’i ve daha nice gençleri, semt sahalarından keşfeden Tuğrul Ağabey derdi ki: “Metin, İstanbulspor futbolda bir ekoldür. Hangi ligde oynarsa oynasın kuvvetli, uzun boylu futbolcuları seçer, Türk futboluna kazandırır. Bu tanıma uyan gençler varsa takıma alalım. Futbolu bilmesi önemli değil. Fiziği kuvvetli olsun, biz ona futbolu öğretiriz.” 1973 yılında aramızda geçen bu sohbetten sonra, futbol söz konusu olduğunda aklıma ilk gelen okul ve ekol olmuştur. İstanbulspor okulu ve ekolünden gelmekten de hep mutluluk duymuşumdur. Artık İstanbul’da ne semt sahaları ne de Tuğrul Alkaya gibi yöneticiler var. Şimdi göstermelik alt yapılarda, suni çim alanlarda doğal ve bilimsel olmayan yöntemlerle futbolcu yetiştirilmeye çalışıyor. Onca emek, çaba ve yatırıma karşın elde edilenler de ortada. Bugün İstanbul’daki tüm profesyonel takımların yetiştirdiği genç futbolcu sayısı 1975’deki İstanbulspor kadar değildir. Üstelik o futbolcuların tamamı toprak alanlarda yetişirdi. Şimdi, hemen hemen bütün takımların alt yapısında futbola gönül vermiş çocuklar ve gençler suni çim ile kaplı alanlarda antrenman yapıyorlar. Yani bir anlamda Mustafa Denizli’nin düşü gerçek oluyor. Çünkü yanılmıyorsam 1990’lı yılların ortasında İstanbul Teknik Üniversitesi’nde bir panel düzenledik. Panelin konusu o zamanki adıyla halı sahalardı. Mustafa Denizli’de konuklar arasındaydı. Denizli konuşmasında, “Halı sahalar gelecekte Türk gençlerinin altyapısında önemli rol oynayacak. Halı sahaların gelişmesini hepimiz desteklemeliyiz” demişti. Ben ise halı sahaların ve bugün tüm futbol takımlarının alt yapılarındaki alanlara döşenen suni çimi ülkemiz gençliği için bir tuzak olarak görmüşümdür. Şehirlerin çeşitli semtlerinde para kazanmak için yapılan suni çim alanlarda, hiçbir sağlık kontrolü yaptırmadan, kilo sorunu olan, hatta kalp, şeker, tansiyon gibi egzersiz Bir final, iki meydan okuma MELİH ŞABANOĞLU ört yıl daha küçük Türkiye Kupası’nın yaşı Süper Ligimizden. Şimdilerdeki ismi Turkcell Süper Lig olan Milli Lig’in başlamasından 4 sene sonra 196263 sezonunda ilk sahibini bulmuştu kupa. 46’ncı kupanın finali İzmir’de oynanacak yarın, Beşiktaş’la Fenerbahçe arasında. Bu 46 yılın 7’sinde kupayla buluştu Beşiktaş, 4’ünde de Fenerbahçe. Finale çıkmasına karşın Beşiktaş’ın payına hüsran düşen yılların sayısı 6. SarıLacivertliler ise 7 kez kupanın tek kulbunu yakalamışken kaybetti finali. Türkiye Kupası’nın tarihçesi izlendiğinde Fenerbahçe adına ilginç bir özellik ortaya çıkıyor. SarıLacivertlilerin finale çıktığı ya da kupayı kazandığı yıllarla ligde şampiyonluğu kazandığı yıllar arasında müthiş bir örtüşme var. Öyle ki Fenerbahçe 4 kez kupayı kazanırken bu sezonların 3’ünde (196768, 197374 ve 198283) duble yapmıştı. SarıLacivertlilerin ligde şampiyon olmazken kupayı kazandığı tek yıl ise 197879 sezonu. Finale çıkmayı başardığı 7 sezonun 5’inde de (196465, 198889, 199596, 200001 ve 200405) Fenerbahçe’yi şampiyon olarak görüyoruz. SarıLacivertlilerin şampiyon olmamasına karşın finale ulaştığı sezon sayısı ise sadece 2. Fenerbahçe 196263 ve 200506 sezonlarında şampiyon olmamasına karşın final oynamayı başardı. Ki bu 2 sezonda da ligi ikinci olarak tamamlamıştı SarıLacivertliler... Neyi gösterir bu? İki şeyi. İlki Fenerbahçe’nin temelde bir kupa takımı değil, lig ekibi olduğunu. İkincisi SarıLacivertlilerin lig için mücadele ederken oluşturduğu sistemle kupada ilerleyebildiğini; kupaya özel olarak odaklan(a)madığını. Fenerbahçe tarihinde bunun iki istisnası var. İlki 197879 sezonu. O yıl ligde ilk 2’ye girmemesine karşın SarıLacivertliler bir kupa takımı karakteri göstererek mutlu sona ulaşmıştı. İkinci istisna da bu sezon gerçekleşti. Tıpkı 79’da olduğu gibi Fenerbahçe bu sezon da bir kupa takımı karakteri ortaya koyarak finale yükselmeyi başardı. Kupanın tarihçesine Beşiktaş açısından bakıldığında önemli bir kahraman çıkıyor ortaya. O kahramanın ismi Gordon Milne. Bir anlamda Beşiktaş’ın kupa tarihi de Milne’den Önce (MÖ) ve Milne’den Sonra (MS) diye ikiye ayrılıyor. Gordon Milne’in işbaşı yaptığı 198788 sezonuna kadar yani 46 yılın ilk 25’inde Beşiktaş’ın kazandığı kupa sayısı sadece birdi. Milne’le beraber bir anda hem lig hem de kupa takımı karakteri kazanan Beşiktaş, İngiliz teknik direktörün görev yaptığı 6 yılda 3 kez ligi, 2 kez de kupayı kazanırken, bir de final oynama başarısı göstermişti. Gordon Milne’den sonra 4 kez daha müzesine götürdü kupayı Beşiktaş. 2 kez de final oynadı. Yani son 20 yılda ortalama olarak neredeyse her 2i sezondan birinde finale çıktı SiyahBeyazlılar, çoğunda da kupayı kazandı. Fenerbahçe’nin hem lig hem de kupayı aldığı 3 sezona karşın Beşiktaş’ın duble yaptığı sezon sayısı ise sadece bir. O unvana da yine Gordon Milne sahip. İngiliz çalıştırıcı 19891990 sezonunda duble kupa kazanmıştı Beşiktaş’la. Beşiktaş’ta şu ana dek sadece Milne’e ait olan “duble yapma” unvanının eşiğinde bulunuyor Mustafa Denizli. Eğer bunu başarırsa duble yapan üçüncü Türk teknik direktör olacak Mustafa Denizli, Gündüz Kılıç ve Fatih Terim’den sonra. Bu anlamda Beşiktaş’tan daha çok Mustafa Denizli için bir meydan okuma sanki kupa finali. Fenerbahçe açısından en büyük meydan okuma ise 26 yıllık bir tabuyu yıkmak. En son kupasını 198283 sezonunda kazanan Fenerbahçe sahaya, ligden yana kafası rahat olduğu için tarihinde ikinci kez kupa takımı olduğunu göstermek için çıkacak. 1 anında yaşamsal önem taşıyan sorunlarından habersiz nice insanımız bu alanlara koşmaktadır. Üstelik gece yarılarına kadar, ısınmadan, vücudu hazırlamadan performans vermeye çalışan insanlar… Halı sahalarda kalp krizi geçirerek ölen insanların sayısı hayli kabarıktır. Hatta Fenerbahçe’nin eski başkanlarından Hasan Özaydın da halı sahada yaptığı bir maç sırasında kalp krizi geçirerek aramızdan ayrılmıştı. Ne zaman suni çime ilişkin bir yazı yazsam FIFA ve UEFA’nın bu çimi desteklediği tezi ile karşılaşırım. Futbolu yöneten bu iki uluslararası kurum için futbolun gelişmesi önemlidir belki, ama daha önemlisi de uluslararası şirketlerin çıkarlarını korumak olsa gerek. Avrupa’nın futbolda ileri ülkeleri sunu çime sıcak bakmıyor. O zaman bir sektör haline gelen suni çim üçüncü dünya ülkeleri ve gelişmekte olan ülkelere özendirilmelidir. Bunu da hakkıyla yapıyor olmalılar ki yılların Ankara 19 Mayıs Stadı’nın zemini de suni çimle kaplatıldı. Yakın gelecekte başka statlar da suni çim zemine sahip olursa şaşmamak gerekir. Ancak 19 Mayıs Stadı’nın zemininin neden olduğu kayıplar pratikte ortaya çıkmıştır. Bu zeminde oynamak zorunda kalan Ankaragücü ve Gençlerbirliği küme düşmeme mücadelesi vermektedir, Hacettepe ise iyi futbol oynadığı halde şimdiden küme düşmüştür. Ligin en kaliteli kadrosuna sahip olan Galatasaray ve Fenerbahçe’nin de Ankara 19 Mayıs Stadı’nda oynadığı maçlar sonucunda ligden kopmaları da suni çimin masum olmadığının bir göstergesi olsa gerek. Ayakkabının zemin ile sürtünmesi sonucu kalbe giden statik elektrik bir yana, suni çimin içine atılan gravürün solunum yoluyla kansere neden olduğu da bilimsel olarak kanıtlanmıştır. Özellikle ticari olarak yapılan halı sahalara serpiştirilen siyah madde çok tehlikelidir. Çünkü otomobil tekerinden imal edilmektedir. Beşiktaş Belediyesi sınırları içindeki Çilekli Tesisleri büyük tehlike içermektedir. Çünkü Beşiktaş’ın futbol okulunun bir kısmı ve birçok semt takımı orada antrenman yapmakta, hafta sonu da sabahtan akşama değin maçlar oynanmaktadır. Amatör takımların lig maçlarını oynadığı bütün semt sahaları artık suni çimle kaplı. Bu demektir ki bugün hangi yaşta olursa olsun büyük kentlerde futbol oynayan tüm insanlar sağlıklı olmak uğruna gelecekteki yaşamlarını tehlikeye atıyorlar. Yaklaşık 20 yıl önce Baltalimanı Kemik Hastanesi’nde görevli Doç. Dr. Şinasi Numan bizzat bana şöyle demişti: “Hastanemize gelen 10 ortopedik vakadan dokuzu halı saha mağdurudur.” Futbolumuzun okulunu suni çim sahalara taşıdık, oradan da bir ekol yaratmaya çalışıyoruz. Suni ortamdan doğal futbolcu çıkar mı? Belki çıkar, ama çıksa da 2008 Avrupa Şampiyonası’nda olduğu gibi ‘çorba’ sistemiyle oynarlar… Eposta: tukenmezm@itu.edu.tr D 7