Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
ADNAN DİNÇER’LE F U T B O L eposta:adnandincer@hotmail.com NEYMİŞ ABDÜLKADİR YÜCELMAN FUTBOL VE SİYASET! ayın Spor Bakanımız Başesgioğlu futbolun Ankara’ya taşınarak özerk yapıya kavuşturulacağını söyleyerek belki de en samimi itirafı yaptı. Açıkçası hep futbolu özerk sanırdık değil mi? Oysa ‘futbol asla futbol değildir’ gerçeğinden bakınca öyle olmadığını görebiliriz. Nasıl mı? Dürüst, tarafsız ve samimi olarak. Hepimizin aklını alan bu 453 gramlık kürenin atraksiyonuna takılan bizler hep akıtılan ter ve ıslanan formaların temsilcisi olarak eğitim vermeye kendimizi biraz da safça adadık! Ama ne oldu? 12 Eylül’den sonra İstanbul’a taşınan ve İnönü Stadı’nda merhum Remzi Tosyalı’nın odasında verilen futbol çalışmaları çoğu kez fedakarca amaçlı ama fahri olarak sürdürüldü. Ulusal takım hocalığının aylığı 30 bin lira idi! Hatta bu nedenle ek iş olarak başka takımda çalışmaya da izin verilirdi. Endüsriyel futbol gelene dek daha farklı bir ortam içine girdik. Yani 12 Eylül öncesindeki deplasman korkusu ortadan kalkmış futbol sevdirilirken fanatizm de pompalandı iyi planlanmadığı için. Kulüp yöneticileri kendi amigolarını yarattılar. Yönetimler amigolara taviz verirken özelikle yerel medya mensupları ile de iç içe olmayı tercih ettiler. O sürece kadar gücü olan teknik direktörlük sulanmaya ve her karşılaşmadan sonra seviyesizce sorgulanmaya başlandı. Belediyeler sosyal hizmetler görevini profesyonel futbola akıtma sızıntısını keşfettiler. Her belediye başkanı aynı zamanda kulüpte başkan olmaya zorlandı. Seçim planları profesyonel takımların şampiyonluk umutlarına kurgulandı yerel siyasette... Başesgioğlu. Bugün futbol piyasası kendi gencinin eğitime tahammülü olmayan sıradan ayakçıların yabancı oyuncuları pazarladığı ve buna dayalı lobilerin eline kaldı. Yüzlerce futbolcu eğitip profesyonel başarıları, tabuları yıkan sadece sahada teri ve çalışması ile başarılar kazanmış akademisyenlere kapı açan bir teknik adam olarak bunların gazabına uğradık ve kimse ne oluyor demedi. Meclis kapıları,siyasiler ve iş adamlarını kovalayan simsarların dünyasında dışlandık. Sanki biz olmadık futbolda! Hatta başarılarımız unutturulmaya çalışıldı. Öğrencilerimiz bu kargaşa içinde ayakta kalmak uğruna bizleri unutmayı tercih ettiler. Bir ömür ve ideal uğruna sadece akıtılan ter ile gelen başarılar unutuldu. Ben şahsen kendi adıma hiç çalışmadıysam 20’ye yakın belediye başkanı olan kulüp başkanı ile birlikte bulundum. Onlar hâlâ varlar siyasi platformda. Ya bizim gibiler? İşte tam da bu sırada gelen siyasi liderlik adaylığı teklifleri dahi beni spor adamlığından ve o kutsal emek arzusundan koparamadı. Sayın bakanımızdan isteğimiz geçekten futbolun özerkliğini engelleyen gizli oluşumları yok etmesi ve şefaf hale gelecek uygulamalara olanak tanımasıdır. Sayın Başbakanımız ve bakanımız amatör futbol zevki ve ruhu ile ıslatılan formaların içinden geldiler. Şimdi var mı böyle bir heyacan ve yapı? Bunu yaşamayanların futbol sevgisi sanaldır desek yanlışmı olur acaba! Hatırlatalım dedik... Hepsi bu! Milletvekili ve Futbolcu Dokunulmazlığı Üzerine Futbolculuk bir meslektir. Maaşı vardır, primi vardır, sigortası vardır, her yurttaş gibi sigorta primini öder, vergisini de verir. Devlet hastanelerinde tedavi olur, ilaçlarını yüzde 80 indirimli alır. Milletvekillerinin çok daha büyük avantajları vardır. Ayrıca hukuk sınırları dışında yaşarlar. Şimdi durup dururken milletvekilleriyle futbolcuları aynı torbaya koymak gibi bir düşüncem olmadığını ifade ederek diyorum ki ikisinin de ortak bir yanı var ki o da dokunulmazlıklarıdır. Birisi sandıktan çıkıp kapağı Meclis’e attıktan, diğeri bir şekilde bir spor kulübüyle sözleşme imzaladıktan sonra egemendir. Ancak ikisi de devlet hastanelerine gitmez, her yurttaş gibi yaşamaz. Futbolcuların yaşamları daha gösterişlidir. Villalarda oturur, altlarında Jeep’ler, Jaguar’lar, Lamborghini’ler vardır. Hatta ülkenin en çok kazananları arasındadır. Nereye giderlerse orada sevgiyle karşılanırlar, popülerlikleri tartışılmaz. Milletvekillerinin altlarında devlet malı arabalar, kapılarında devlet memuru şoförler vardır. Devletin lojmanlarında oturur, cep telefonları devletten, benzin paraları, harcırahlar ve daha birtakım harcamalar da devletten yani milletin vergilerinden karşılanır. Şimdi gelelim esas konumuza. Bu iki sınıf meslek sahibi acaba aldıkları paranın karşılığını verir mi? Açıkçası veren de var vermeyen de... Ama onlara kimse “Neden işinizi iyi yapmıyorsunuz?” diyemez. Diyemez derken medyada eleştiriler hatta statlarda ıslıklar, protestolar yapılsa da sonuç değişmez. Sözleşmeler bitinceye dek yer yerinden oynasa da kimse onları yerinden edemez. Çünkü dokunulmazlıkları vardır. Ne hukuk ne de kamu/yandaş vicdanı onları rahatsız edebilir. Birilerinin aklı genel seçimlerde, futbolcuların aklı ise transfer sezonundadır. Milletvekillerini vicdanlarıyla baş başa bırakıp biz futbolumuza dönelim. Her meslekte hatalı, yanlış işler vardır. Buna hukuk ağzıyla ‘ayıplı işler’ deniliyor. Hukuk ayıplı işleri çeşitli şekilde cezalandırıyor. Futbolcular iyi futbol ortaya koymadığı/koyamadığı ve bunu bir değil birçok kez yaptığında ise mesleği gereğince iyi yapmadığı için ‘ayıplı iş’ kategorisine girse de cezalandırılamıyor. Yani sözleşmesi olduğu sürece dokunulmazlığı vardır. Spor medyası genellikle futbolcularla iyi geçinir. Çünkü futbolun hammaddesi futbolcular onların ekmek parasıdır. Hatta kimi zaman öylesine ayıplı iş çıkarırlar ki medyada hedef tahtası olurlar. Ama araya karakediler girse de dargınlıklar çabuk geçer. Bu nedenle de reyting ve tiraj gereği hedef tahtasında genellikle teknik direktörler ve zaman zaman da kulüp başkanı ve yöneticileri yer alır. Milletvekilleriyle futbolcuların dokunulmazlıkları her zaman tartışma konusudur. Hatta her partinin seçim programında dokunulmazlığın kaldırılacağına ilişkin vaatler olsa da seçimden sonra sözler bir sonraki seçime dek rafa kalkar. Futbolcuların dokunulmazlığı ise FIFA tarafından düzenlenmiştir. FIFA futbolcu ve kulüplerin haklarını korumak için kurulmuştur ve birçok anlaşmazlığa hakemlik yapmak zorunda kalır. İlginçtir ki FIFA’daki dava dosyalarının en kabarık olanı da Türkiye’dir. Bunun nedeni de gerek yabancı futbolcu transferinde gerekse teknik direktör seçiminde yeterince araştırma yapılmadan verilen kararlardır. Çoğu kez kişisel istek ve görüşüne uygun yapılan transferlerin istenildiği sonuca varmaması ve spor medyamızın da artan baskı ve yoğun eleştiri karşısında iptal edilen sözleşmelerden doğan tazminatların ödenmemesi FIFA’daki dosyalarımızı kabartmıştır. Ve ne yazık ki her yıl tazminatlardan doğan milyarlar yurtdışına giderken bu yanlışlar büyük kulüplerimizi astronomik borçlara sokmuştur. Ama Futbol Federasyonumuz nedense gözü kapalı yapılan transferlere göz yummak bir yana yabancı futbolcu sayısını gerekli kaliteyi belirlemeden yüzde 50’nin üzerine çıkarmıştır. Dünyanın krize girdiği, her geçen gün işsiz sayısının giderek milyonlara yaklaştığı, dünyanın büyük kulüplerinin petrol zengini ülkelere satıldığı bugünkü kriz ortamında bile dokunulmazlığı olan futbolcuların durumu değişmeyecektir. Ama mesleğinin gereği olan iyi futbol oynamak yerine mesleğini geliştirmeyen hatta sahada gezinen futbolcuların transferde daha fazla para talep etmelerini de anlamak olası değil. Ama görüyorum ki kulüplerinden ayrılmak isteyen kimi futbolcuların aklı başına gelmiş olmalı ki önlerine konulacak sözleşmeye gözü kapalı imza atacak. Her ne kadar ortaya koydukları futbol ayıplı iş sayılsa da böyle bir zamanda milyarları reddedecek kadar aptal değiller... S Sosyal Yardım Paraları Nerede? Futbol Federasyonunun profesyonel futbolculara sosyal yardım amaçlı kurduğu vakfa kulüpler her yıl futbolcu başına 500 dolar ödüyor. 2000 yılından bu yana biriken ve bu gün de 100 milyon doları aşan paranın nereye gittiği sorusu gündeme geldi. Nereye olacak ya fakir fukara için kurulan FAK FUK Fon paralarının gittiği yerlere gitmiştir. ( Bakınız – Fak Fuk fon + Deniz feneri dosyası ) BİR DÖNEMİN ÜNLÜ İSMİ EMİN CANKURTARAN enerbahçe Kulübü’nün eski başkanıydı, işadamı ve futbolun sevdalısıydı. Futbol dünyamızda birtakım ilklere adını veren de o olmuştu. Örneğin Brezilyalıların Türkiye’ye gelmesini Didi ile başlatan da Cankurtaran olmuştu. Dünya çapında bir futbolcu olan Didi’yi 7374 szezonunda Fenerbahçe’nin başına getiren Cankurtaran, Cemil’i İstanbulspor’dan kaçırma yolu ile transfer eden ilk spor adamı olarak da Türk futbol tarihine geçmişti. Ve de Didi’yi yanına alarak gazeteleri teker teker dolaştıran ilk kulüp başkanı olarak da ünlenen rahmetli Emin Cankurtaran ile ilgili birkaç anımı anlatmak isterim. Brezilya futbolunun ünlü adı Didi’nin teknik direktör olarak Fenerbahçe’ye gelişi dünya basınında büyük yankı yapmıştı. Reklamı da fazla seven rahmetlinin yanına Didi’yi alarak gazete gazete dolaşması tuhafıma gitmişti. F 14 Cumhuriyet’in Cağaloğlu’ndaki ahşap binasına birlikte gelmişlerdi. Didi’nin otururken kırdığı iskemleden düşmesi de olay olmuştu... Emin Başkan’a şunları söylemiştim. “Sizin koskoca bir Fenerbahçe başkanı olarak Fenerbahçe’nin teknik direktörü Didi’yi gazete gazete biraz garip değil mi? Verirsiniz yanına bir yönetici ile tercümanını onlar gezdirirler, basına tanıştırırlar” deyince kızmıştı, sinirli bir şekilde “Didi benden meşhur” demişti. Emin Abi ile fazla bir samimiyetim olmamıştı. Birbirimize hep mesafeli olduk. Bazı davranışları hoşuma gitmiyordu. Örneğin bir yılbaşı öncesi gazetecilere cumhuriyet altını dağıtarak bir ilke (!) daha imza atmıştı. Hiç yakışacak iş değildi ama gazetecilerle çok yakın dostluklar kurmasını bilen ve sık sık buluşmalara ev sahipliği yapan bir işadamıydı. Didi’nin kaldığı 2 dönemde Cemil, Yılmaz, Alpaslan, Ziya, Şükrü’lü kadrosu ile Fenerbahçe 2 kez Türkiye ligi şampiyonu olmuş; Türkiye Kupası, Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlık ve TSYD Kupası’nı Fenerbahçe müzesine götürmüştü. Bu güçlü Fenerbahçe takımının başarılı iki sezonunda, antrenmanları otosunun içinden izlediği için sık sık eleştirilen Didi ile tüm kupaları toplayan Başkan Emin Cankurtaran’ın adı vardır. Cümlenin başı sağ olsun...