Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
BIR ZAMANLAR Mustafa Ulusoy. Metin Tükenmez NÜVİT TOKDEMİR Avrupalı Göztepe’den Bugüne... Mahmut Sert G Mustafa Ulusoy’un ardından METİN TÜKENMEZ 1 97273 eğitim öğretim yılıydı. Levent Lisesi’nin (bugünkü Etiler Lisesi) 2. sınıf öğrencisiydim. Karne tatilinden okula dönmenin ağırlığını henüz üzerimizden atamadığımız günlerdi. Sınıfa geldiğimde arka sıraların birinde tanımadığımız bir öğrenci oturuyordu. Tavırlarında tanımadığı bir ortama ilk kez gelen birinin ürkekliği vardı. Belli ki başka yerden nakil gelmişti. Ondan 78 yıl önce İstanbul’a gelen biri olarak sınıftaki yabancının içinde bulunduğu durumu anlayabildim. Yanına gittim. Trabzon’dan geldiğini ve isminin Mustafa Ulusoy olduğunu söyledi. Ulusoy otobüsleriyle ilişkisinin olup olmadığını sordum. Yanakları kızardı, “Evet, onlardan birinin çocuğuyum” dedi. Arka sıradan kaldırıp önden ikinci sıraya yanıma oturttum. 2. sınıftan 3’e aynı sırada oturarak geçtik. Mustafa, varlıklı olmanın avantajı ve Karadenizliliğinden kaynaklanan cana yakınlığıyla kısa zamanda sınıfın sempatisini kazandı. Lise takımının değişmez solaçığı oldu. Son derece kuvvetli yapısı ve klas sol ayağıyla lise liginin üzerinde bir performansa sahipti. Takım kaptanımız Mahmut Sert ve ben orta alanda görev yapıyorduk. Mustafa’ya verdiğimiz paslar rakipler için sorun olurdu çoğunlukla. O günlerde bugün olduğu gibi lise takımları 1 maç oynayıp elenmiyordu. 4 lise ligi vardı İstanbul’da. Mustafa Ulusoy’un da oynadığı bizim lise 3. Lig’den 1. Lig’e terfi etti. Bu ligler sayesinde liseden Türkiye 1. Ligi’ne futbolcu transferi yapılırdı. Mustafa, futbolda önemli aşama kaydedecek birikime sahip olduğu halde varlıklı olmak ve İstanbul’un tatlı hayatıyla erken tanışmak nedeniyle futbola devam etmedi. Liseyi bitirdikten sonra bir daha görüşemedik. 1984’te Adnan Dinçer hocamla F.Bahçe altyapısında çalışıyorduk. Mustafa’nın ağabeyi Başaran Ulusoy, F.Bahçe Yönetim Kurulu üyesiydi. Ona Mustafa’yı sorduğumda “Beşiktaş’taki işyerimizde, orada bulursun” derdi. Öğrenciliğimizde Barbaros Bulvarı’ndaki Başaran Apartmanı’na sık sık giderdik. Ama sonrasında her uğradığımda iş için ofis dışında olduğunu söylediler. Mustafa’yla tam 35 yıl sonra geçen yıl yine ocakta kaybettiğimiz Gündüz Tekin Onay’ın cenaze töreninde karşılaştık. O günlerde Futbol Federasyonu Başkanı olan amcasının oğlu Haluk Ulusoy’un makamında karşılaştık. Sarıldık, hasret giderdik. Telefonlar alındı, daha sık görüşmek üzere ayrıldık. Ama bir daha görüşemedik, bundan sonra da görüşemeyeceğiz. Mustafa’yı 17 Ocak günü sonsuzluğa uğurladık. Ben Kars’tan, Mustafa ise Trabzon’dan İstanbul’a gelmiş ve çocuk sayılacak yaşlarda yolumuz kesişmişti. Göç, yaşamı devam ettirme çabasıdır. Bu çabayla geldik çoğumuz İstanbul’a. Ama ya İstanbul bizi sevmedi ya da İstanbul’un yaşam koşulları bizim boyumuzu aştı. İstanbul Mustafa’nın kalbini yordu, bizi ve İstanbul’u erken terk etti. Hiç kuşku yok ki bir gün hepimiz yaşamdan ayrılacağız. Ama İstanbul, ayrılık zamanlarını hep erkene alıyor. Işıklar içinde yat sevgili kardeşim. erçekten insan düşünüyor; geçmişin görkeminden bugüne nasıl gelindi diye... Usunuzdan bir geçirin bakalım; Fenerbahçe’nin, Beşiktaş’ın ve Galatasaray’ın daha ilk turlarda elenip, silinip gittiği günleri... İzmir başka ufuklara yelken açmıştı o günlerde... Çünkü, Türkiye’nin üçüncü büyük kenti diye anılan bu kentte Göztepe diye efsanevi bir takım vardı. Neydi Göztepe’nin yaptığı? O efsane takım İzmir’e futbolu sevdirdi; öncelikle bilinmesi gereken buydu. Sonrasında arkasında bir taraftar kitlesi oluşturmayı başardı. Bugün Göztepe’nin bir altyapısı gibi görebileceğimiz kitlesel hareketinin oluşumu da geçmişteki başarıya yöneliktir. O günün Göztepelileri sevgilerini, takım tutkularını, futbolcu aşklarını bugüne taşırken sürekli olarak, “Bu takımın geçmişi var ya, siz o değeri ileriye taşıyacak kuşaklarsınız” demişlerdir... EFSANE TAKIM VE AVRUPA İzmir Alsancak Stadı’nın kömür tozuyla kaplı alanını bu kentin spor havasını solumuş insanlar çok iyi bilir. Bu alanda elbet İzmir’in köklü kuküpleri Altay, Altınordu, Karşıyaka, İzmirspor ve Göztepe inanılmaz doyum hoşluğu yaratan maçlar oynadılar. Kendi aralarında oynadıkları maçlarda yaşanan yerel heyecanı duyumsamamak olanaksız. Üstelik o günün büyük futbol ustalarının resitallerini bugün hâlâ dinlemekteyiz... O süreç içerisinde Göztepe Adnan Süvari yönetiminde öyle bir takım ortaya çıkardı ki, herkes şaşırıp kaldı. Kimsenin hiç bir şey beklemediği bu takım, o günün koşullarında ve bugün için adı UEFA ama o gün Avrupa Fuar Şehirleri Kupası’nda çeyrek final oynama başarısını gösterdi... O takımda kaleci Ali Artuner, B.Mehmet, K.Mehmet, Sebahattin, İhsan, Nihat, Halil, Gürsel, K.Mehmet, Fevzi, Nevzat, Ertan ve daha sonra girmiş çıkmış niceleri vardı... 1967’den başlayarak Avrupa Fuar Şehirleri Kupası’nda Türk futbolunu temsil ettiler. Beograd, Voyvodina maçları onlar için unutulmaz, Polonya’nın Gornik takımı karşısında Halil’in penaltı kaçırması da hep anlatılır anılar arasında... Ama o efsane takımdır. Nicelerini devirip Alsancak’ta Atletico Madrid’i, özellikle de Halil’in (Kiraz) ağları yırtan golüyle aşınca Fuar Şehirleri Kupası’nda çeyrek finale çıkıp, Türkiye’yi Avrupa’da bu onura taşıyan tek takımdır. Çok söylendi ve çok anıldı bu onurlu günler. Göztepe bu ülkenin farklı bir takımı olarak sunuldu, tanıtıldı. Ya sonra? ÇÖKÜŞ VE BUGÜN Aradan çok geçmedi; 1970’li yılların iknci yarısında İzmir futbolunda yaşanan çöküş Avrupa Fatihi diye adlandırdığımız Göztepe’yi de vurdu. Ekonomik yoksulluğun getirdiği sonuçla 2.Lig’de uzunca bir süre takılıp kaldılar. Dinç Bilgin’in şirketleştirme hareketiyle tekrar bir Süper Lig havası geçirmiş olsalar da, iki yıl içerisinde üç lig birden gerleyerek 3.Lig’e düştüler. Ardından da dayanılmaz bir sonuç olarak, sahipsizlikle o görkemli günlerden amatöre gidiş var. Şimdi diyeceksiniz ki, sözü nereye getirmek istiyorsun? Evet Göztepe için de en önemli sorun budur. Sarı Kırmızılı kulübün geleceğini belirleyici en önemli rolü oynayan Altınbaş Holding, Aliağa Belediyespor’un 3.Lig birleşimini sağlayıp Göztepe’ye hayat verdi. Her ne kadar taraftar şirket kulüp ilişkisi sağlanmamış olsa da Göztepe son haftada playoff maçlarına katılma hakkı elde etti. Yola Mustafa Fedai ile çıkılmıştı, ayrı düşülüp Akif Başaran seçildi ve göreve başladı. Bunlar önemli değil gibi görünse de Göztepe için gelecekte çok önemli olgular. Şimdi önemli bir aşamaya gelindi. Göztepe taraftarın Altınbaş Holding ile arasındaki sorunu nasıl çözecek? Ya da Altrıbaş taraftarla arasındaki sorunda nasıl bir tavır takınacak? Çok belli ki iki taraf arasında yaşanan sorunların çözümü uzak. Yaklaşımlar belirleyici olacak. Yoksulluğa düştüğü anda herşeyini yitiren ama taraftarını yitirmeyen bir Göztepe var gözümüzün önünde. Şirket olarak satıldığı andan başlayarak bugünü kabullenmeyenler de ortada. Şimdi önlerinde playoff mücadelesi var. Birleştikleri noktada geleceklerini birlikte belirleyecekler. Göztepe o görkemli günlerine birlikte hareketle dönecek. İyi ama, “Ben bu takımı uçuracağım” diye alan Altınbaş Holding’e ne demeli? Hani atılımlarınız, hani uçuracak projeleriniz ve nerede Göztepe taraftarı ile birlikteliğiniz? Eski Göztepe’yi yaratmak öyle zor ki, çok zor... Ali Emeç ve Metin Tükenmez. Gerçek bir Beşiktaşlı: Ali Emeç irçok insanla olduğu gibi Ali Emeç’le de Cumhuriyet’teki yazılarım aracılığıyla tanıştım. Beşiktaş hakkında yazdığım yazılarımı Gordon Milne’e tercüme edermiş. Bir gün gazeteye geldi ve Gordon’un benimle tanışmak istediğini söyledi. Sonra da aramızdaki dostluk gelişti. Çoğumuz Ali Emeç’i bir tercüman veya ‘Beşiktaşlı Ali’ olarak biliriz. Bunlardan daha önce Ali Ağabey bir vatansever, bir cumhuriyetçi, sanatsever ve aydındı. Benim de müziğe olan düşkünlüğümü öğrendiği gün B Carmina Burana’nın 13. yüzyılda yazılan duvar yazıtlarını besteleyip söylediğini bana anlatmıştı; üşenmeden sayfalarca tutan o yazıtları tercüme ederek bana getirmişti. Ali Ağabeyin Beşiktaşlılığı günümüz yandaşlığına benzemezdi. O tutkunun değil, aklın ve eleştirinin egemen olduğu bir taraftarlık anlayışından yanaydı. “İyi bir Beşiktaşlı nasıl olunur” sorusunun karşılığında Ali Emeç’in Beşiktaşlılığı vardır. Ocakta onu da sonsuzluğa uğurladık. Işıklar içinde yatsın. 15