Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
ADNAN DİNÇER’LE F U T B O L eposta:adnandincer@hotmail.com N E Y M İ Ş ABDÜLKADİR YÜCELMAN Küreselleşirken Küreyi Delmek A vucumuza sığan kırmızı lastik top ile başlayan ve öğrendikçe daha büyük olanı ile geliştirdiğimiz hayal gücünün futbolcuları olduk hep. Tüm bilgileri aile, okul ve yaşamın içinden alırken hayal gücümüzün yaratıcılığı ile icatlar yapardık. İlkokul bitirme sınavına girerken Galenli radyom, altı voltluk transformotörüm ile yanan ampulüm, yön tayin eden rüzgâr gülüm, şehir şebeke elektriğinin maket dağılımını anlatan maketim, Mors alfabesi ile haberleşmenin canlı maniplesi ile öğretmenlerimin karşısında yer aldığımda 11 yaşımdaydım. Öğretmenlerim bana hiç soru sormadılar. Sadece bu aşığı olduğum küçük beynimin önemli eserlerine sahip çıkıp beni kutladılar. Pekiyi dolu karnemin karşılığında imtiyazlı bir çocuk olduğumu günlerce hayal gücü ve emeğimle bütünleştirerek yaptıklarımı okul laboratuarına hediye etmemle yaşadım. Onlar o zaman bir çocuk için önemli ilklerdi. Sonra rahmetli Naci Hocam babamla görüşüp benim yatılı okuyarak farklı bir eğitim almamı istemişti. Ancak babam izin vermedi. İstanbul’un 500. fetih yılında tahta ile yaptığım Fatih Sultan Mehmet kılıcı okulda çok beğenilmişti. Arkadaşım Sebahattin ile kutlamalardan sonra Şehzadebaşı sinemasına girerek izlediğimiz Şeyh Ahmet filminin cazibesi nedeniyle zamanı unutmuş ve akşam karanlığında paramız olmadığından yürüyerek Rami’deki eve geldiğimde beni arayan polislerle karşılaşınca çok korkmuştum. Annem kaybolduğumu sanıp meraktan karakola gimişti! Hâlâ babamın kızılcık sopasının tadını (!) hissederken heyecanlanırım. O kırmızı lastik topun meşin yuvarlak olma gelişimine terfi ettiğimiz okul ve külüp günlerimizde ailemin tepkisine karşın toprak sahalarda inanılmaz bir aşk tüm benliğimi cazibesi altına almıştı. Rami’de yenilmez bir takımımız vardı. Geçmiş haftalarda Nüvit Tokdemir’in sayfasında yer verdiği Mahmut, Ahmet ve Mehmet Evren kardeşlerin arasında bir çömezdim! Mahmut sanki bir futbol ilahıydı İstanbullu çocuklar arasında... Tıngalata, Köşe ve Rami Kışlası oyun alanlarımızdı. Kimse yenemiyordu 5 6 kişilik takımımızı. Ben küçük yaşım nedeniyle takıma zor girerken harçlıklarımla biriktirip aldığım keçi derisi topumun da torpilini biliyordum. Bu aşk benim öteki becerilerimle yer değiştirirken yasakların tercihi oluyordu. Çünkü babam okumamı çok istiyor ve tersi olur diye korkuyordu. Çareyi icatlarıma dur demek için tornavida sapı ile parmaklarıma vurarak engellemekte buldu! Ama futbol oynamamı engellemeye çare bulamadı rahmetli... Bazen bizden büyükleri yendiğimiz maçlar yapardık ama sonuçta topumuzu delerlerdi ve galibiyet sevincimizi göz yaşlarımıza terk ederdik. Yeni bir meşin küreye kavuşmak çok zaman alırdı. Sonuna kadar gençliğe ve ülkeme eğitimci olarak hizmet etmeye karar vermemde Atatürk’ün gençliğe hitabesi en büyük idolüm olarak etkendir... Subaylık, teknik direktörlük ile birlikte devam eden orta ve yüksek öğretim hizmetlerimin yanı sıra medyada aldığım fahri görevler bani hiç yormadı. Ülkemde bayrağımın dalgalandığı her yerde genç futbolcularla büyük başarılara imza attık. Şimdilerde endüstriyel futbol fırtınası beni sevgilimden bir süredir uzak tutuyor. Öğrencilerimin başarısı için duacıyken onların geçmişleri ile nostaljik bağlarının zayıf olduğunu görmek beni üzüyor. Küreselleşen bir dünya yaratmaya çalışanların insani çalışmalar karşısında duygularını kaybetmelerine şahit oluyoruz. Ekranların başında küçücük beyinlerin yaratıcılıkları yerine, onlara empoze edilen kirlilikler yarışının bedelini ağır ödüyor küremiz. Çivi ile delinip havası inen futbol topu gibi dünyamızın içi boşalıyor, havası kaçıyor sanki! Barış adına savaş ihraç eder oldu insanoğlu. Geçmişten ders almadan kısalan insan hayatında doğa ile arasına girilen ayıpların örnekleri arttı. Antalya’da çalıştığım sürece bir futbol sahası kadar orman ağacı kestirmeyen kişi olarak binlerce ağacın yanması ile ciğerlerimiz yok oluyor. Yangının kenelerin yok olmasında faydası olduğunu söyleyen mantığı izah etmek mümkün olamaz. Daha çok sporcu üretecek bir ülke olmamız gerekirken (endüstriyel baskının parasal boyutunun önceliğinden olacak) az ve devşirme sporcu ile kendimizi temsil etmemizin nedenini araştırmalıyız. Bizler toprak sahalarda sönük toplarla, yırtık ayakkabılarla ailelerimizin baskısına karşın zor da olsa sporu geliştirmek için mücadele verdik. Ancak siz gençler enerjinizi farklı alanlarda (!) tüketmemeli ve Türk’ü temsil edecek şampiyonalardan yoksun olmamalısınız. Devlet başkanlarını dahi özendiren plaj voleybolunun güzel kızları kadar olamıyorsak iyi düşünmelisiniz. Sporda ithal değil ihraç etme kampanyasına ihtiyaç vardır. Bu başarı bizim kenarda oturtulmamızdan değil, işin içinde olmamızdan geçmez mi? Canı sıkılanın insanlara bomba yağdırdığı bu kısa yaşamda insanlığa yaşam ve mutluluk vermeyenler küremize soktukları çivilerle dünyamızı söndürdüklerinin farkına ne zaman varacaklar acaba? Spora Hizmet İçin Devletten Para Kopartmak Şart Değil!.. eçenlerde Legends, yani usta raketler turnuvasını düzenleyen TED, 1946’da ATP’ye üye olup ismini verdiği TED OPEN’ı sürdürüyor. TED, Elmadağ’dan kovulup Tarabya sırtlarına gitmesine ve değişen başkan ve yönetim kurullarına karşın 60. kez kortlarını açıyor. Devletten tek kuruş almadan, sponsorlardan elde edilen 500 bin dolarla gerçekleştirilen ‘Usta Raketler Turnuvası’ büyük ilgi görünce duyumlarıma göre kimi büyük şirketler şimdiden gelecek yılın turnuvasına bütçe ayırmış. Ne güzel, değil mi? Ayrıca sporcular arasındaki rekabete paralel olarak sponsorların yarışması da bir başka güzel. Amatör kulüpler yetiştirdikleri sporcularla gururlanır, sponsorların destekleriyle de nefes alır. İşte bir yeni turnuva daha başladı Tarabya’daki kortlarda. Ama bu işleri yoluna koymak, kortlarda maçları izlemek, masa başında yazı yazmaya benzemiyor. Yarım yüzyılı aşkın Türk sporuna destek veren TED Kulübü’nün başkanı Prof. Dr. Mehmet Tınaz, “Bu yıl 6 uluslararası turnuva düzenledik. Turkcell’in ana sponsorluğunda Türkiye’nin en büyük ödüllü turnuvasını yaptık. İstanbullulara tenis ziyafeti verdik” diyor. Bu yıl Akbank Private Banking’in ana sponsorluğunda ve cosponsorlarla 100 bin dolarlık mali portesi olan TED OPEN’a, tenisin büyük otoritesi ATP’nin dünya sıralamasında ilk 100’ün içinde olan raketler geliyor. Alman Becker (86), Alman Berrer (91), Fransız Chardy (86), Ukraynalı Stakhovsky’nin (94) katılımıyla iyi bir tenis mücadelesi sanırım tenisseverlere heyecanlı bir hafta yaşatacak. Kortlarda bir başka heyecan da ENKA kortlarında yaşandı. Algida’nın sponsorluğunda 18 yaş altı tenisçiler kıyasıya mücadele etti. G Olimpiyatlarda Sporcular da Yarışıyor Sponsorlar da ekin’de başlayan Olimpiyat oyunlarından önce dünyanın en büyük spor organizasyonunun mali portresi haberi geldi. 2004 Atina Olimpiyatları’nın mali portresi 9 milyar dolarken Pekin’inki 30 milyar dolarmış. Büyük para ama Çin’in amacı büyük oynamak ve ne varsa toplamak. Henüz açıklanmadı, sadece TV naklen yayınlarından 20 milyar dolar beklentileri pek inandırıcı olmasa da harcanana yakın para tanıtım, ekonomik ilişkiler, tüketici katkılarıyla kapatılması olası. Spor ekonomisi günümüzde global endüstriye dönmüşse giderle gelir ne olursa olsun eşitlenebiliyor. Tabii ki tanıtım cabası... Örnek; ilk kez geliri giderinden çok büyük olimpiyat Los Angeles Olimpiyakları olmuştur. 204 ülkenin katıldığı, 3 bini aşan sporcunun toplandığı ve bin 500 medya mensubunun takip ettiği dünyanın en büyük spor organizasyonunu 4 milyar insan izlemişse elbette ki kıyasıya yarışan sponsorlar marka ve şirketlerinin değerini arttırma amacıyla bütçelerini gözünü karartarak Pekin’e akıtmıştır. Ekran başındaki 4 milyar insanın sadece açılış gününde tükettiği fındık, fıstık, içki ve meşrubatın parasal değerini düşünürsek olayın büyüklüğünü tahmin etmek güç olmasa gerek. “Pekin nire, Türkiye nire” demeyin. Ülkemizde Avrupa Futbol Şampiyonası’nın hemen ardından gelen olimpiyatlar için satılan elektronik eşyaların değerini tam olarak bilmem ama astronomik rakamlara ulaştığını söylemek olası. İşte globalleşmenin getirdiği noktada biz de varız, Pekin dediğin bir metre ötemizde. Diyelim ki olimpiyat bizim neyimize... Eskiden güreşte madalyalar alırdık, şimdi o da kalmadı diyerek olimpiyat çengelinden kurtulsanız bile Şampiyonlar Ligi, UEFA Kupası, ardından Süper Lig başlayınca kendinizi küreselleşmenin kuyruğuna yapışmış görürseniz şaşırmayın. Ya Digitürk’ün ya da DSmart’ın dalgasına kapılıp gideceğiz. Bendeniz şu anda yarım yarım Digitürk’teyim, DSmart’a direniyorum ama ligler başlar da Şampiyonlar Ligi’nde havaya girersek ne olacağını kestiremem. TV’deki inatçı baba sonunda Acun’un oyununa nasıl geldiyse biz de bir gün gelecek miyiz dersiniz? Diyemeyiz... Milenyum çağında tüketici ordusunun içinde eriyip gitmek globalleşmenin, daha iyi bir sözcükle küreselleşmenin gerçeğidir. P 15