Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Ö Y K Ü Nedim Gürsel Beşinci ofradaydılar. Üzerinde akşam sefalarıyla mor menekşeler açan masanın çevresinde dört kişi. Beşinci bekleniyordu. ü gelmcden yemeğc başlamayacaklardı. Annc sofrayı kurtnuş, babanın karşısına oturmuştu. Mutfağa en yakın iskemleye. Büyükanne scdirdcyıii. Sırtını mindere dayanmış, kocaman gövdcsiyle gcriye doğru iyice kaykılmıştı. Duvar hahsının çatal boyııuzlu geyiklerine dikmişti gözlerini. Tespihli eli babadan yanaydı, babanın rakı şişesiyse boş iskenıledcn yana. Çocuk pencerenin tam karşisında oturuyordu. Büyükanneyle gözgöze gelmemek için de kapalı pencereden dışarıya bakar gibi yapıyor, çatıda dolaşan kedileri gözlüyordu. Bir süredir, ılık eylül gecesi iner inmez, çatıda dolaşmaya çıkıyordu kcdiler. Islak apışaralarında kabaran tüyleri ve korkunç bakışlarıyla sabaha dek kiremitlerin arasında gidip geliyor, çığtık çığlığa çiftleşiyorlardı. Onların çığlıklarını duymamak için baba pencerenin açılmasını yasaklamışti. Akşam yemekleri, eylül sıcağına karşın, kapalı pencerenin yanındati masada yeniyor, sonra baba kahvesini salonda, gazetesini okurken içiyordu. Salonun pencereleri, caddeye baktıklarında açıktılar. Ne var ki, evin bu en serin köşesinden pek fazla yararlanılamıyordu. Yemek biter bitmez büyükannenin gözleri kapanıyor, oturduğu sedirde uyuklarken anne mutfakta bulaşık yıkıyor, çocuksa ağabeyiyle ders çalışmak için yan odaya • geçiyordu. Bir tek babaydı salonda sefa süren, o da emekli arkadaşlarıyla dışarı çıkmadığında. Anne rakı şişesini açtı, "Yavaştan başla istersen" dedi babaya. Baba düşünceliydi. Başıyla hayır işareti yaptı. Bu "olmaz" demek değildi, "biraz daha bekleyelim şimdi gelir"e benzer bir şeydi. Tam o da değil, bekleyişin sıkıntılı havasını, duyulan cndişeyi dağıtmak için söylenmekten vazgeçilmiş bir sözün yerine ya S jîrr pılan tuhaf bir hareket. Ne şu ne bu, öylesine bir işaret işte. Çocuk "Nerede kaldı ağabcyim de!" deyiverdi ansızın, beklemekten sıkılmış bir hali yoktu, ama uzun süredir düşünülüp de söylenmcyen bu sözü, herkesin içinden geçirip de bir türlü dışa vurmaya cesaret edemediği bu soruyu birden, (üm doğallığıyla dile getiriverdi. Söz giderek büyüdü boşlukta, bir çığ gibi masanın çevresinde dolaştı. Babadan anneye anneden buyükanneye büyükanneden yine babaya gitti geldi, kapalı pencereden dönüp duvar halısını yaladı, kapıdan çıktı gitti. Sorusuna karşılık beklemiyordu çocuk, Bu yüzden pek şaşırmadı, ama sofranın sessizliğinden ürktü yine de. Yerinden kalkıp sedire, büyükannenin yanına oturdu, bir masal anlatmasıru istedi. Büyükanne "sırası değil şimdi" diyerek tersledi çocuğu, bıraktığı yerden duasını sürdürdü. Çocuk, onun kalın ve mor dudaklan arasından tane tane çıkan Arapça sözcüklerin büyüsüne bıraktı kendini, sedire sırtüstü uzanıp tavana baktı. Tavandan sarkan çıplak ampulün kordonunu gördü önce. Sonra ışığın çevresinde dönüp dııran pervaneyi. "Aa! Kelebeğe bak! diye bir sevirıç çığlığı attı, pencereyi açalım da çıksın." Baba sert sert baktı çocuğa. Çocuk bu sözün de, ilki gibi, söylenmemesi gerektiğini fark edip sustu. tyice sokuldu büyükannesine. Yaşlı kadının ter kokan şişman gövdesini yanıbaşında, yüreğinin ta içinde duydu. Büyükanne bunu anİamış gibi: "Osman oğlum," diye seslendi babaya, "Günahtır. Pencereyi açıver de çıksın!" Baba önce bir şey demedi, sonra yerinden kalkıp pencereyi açtı. Çocuk da ellne geçirdigi peçeteyi ampule doğru sallayarak pervanenin peşine düştü. Bir kovalamacadır başladı odada. Baba açık pencerenin yanında durmuş pervanenin uçup gitmesıni bekliyordu. Bir ara sokağa baktı. A^ağıda, sokak lambasının aydınlattığı iki katlı evin önünde bekleyen askeri cipi gördü. Yıllardır perdeleri çekili duran, kimsenin pek uğramadığı bahçe içindeki bu garip evin havası değişmişti bir süredir. Nedense gidip geleni çoğalmış, önünde geceleri tomsonlu erler nöbet tutar olmuştu. Baba cipin içinden gözleri bağlı bir genç adamın indirildiğini gördü. Adamı silahlı iki asker ite kaka bahçe kapısından içeri sokup merdivenlerden yukarıya çıkardılar. Kapı hcmen açıldı. Gözleri bağlı adamı eşikte bir başka görevli teslim aldı. Baba iki adım geri çekildi clinde olmadan, ani bir tepkiyle pencereyi hemen kapattı. Çocuğun "Kelebek içerde kaldı ama!" diye söylenmesine aldırmadan yerine geçip oturdu. Bardağına rakı doldurdu, bir dikişte yuvarladı. Sigarasını yaktı sonra "Nerede kaldı bu oğlan d a ! " diye söylendi. Onun ağzından bu sözün çıkma.sını bekleyen anne hemen atıldı: "Merak etme gelir şimdi. Fakülteden çıkış ta arkaşlarıyla bir yere uğramışlardır." "Ben acıktım" diye nazlandı çocuk. Baba ona "Şimdi alırım ayağımın altına" der gibi hışımla baktı. BUyükanne havayı biraz yumuşatmak için gelişigüzel bir laf attı ortaya, ama kimse oralı olmadı. Anne salondan babanın gazetesini getirdi, açıp önüne koydu. Baba şöyle bir göz gezdirdi ön sayfaya: ORDU YÖNETİME EL KOYDU İKİNCİ BİR EMRE KADAR SOKAĞA ÇIKMA YASAĞ1 İLAN EDİLDt SINIR KAPILARINDAN ÇIK1ŞLAR VE PASAVANLA GEÇİŞLER DURDURULDU MİLLİ G Ü V E N L I K KONSEYtNİN BtR NUMARALI BİLDlRİSt... Yüzü limon yemiş gibi buruştu, alnı kırış kırış oldu. "Hanım! diye seslendi anneye, nereye varacak bunun soruı..." Çocuk sessizligin orasından burasından delinmeye başladığını görüp lafa karışmak istediyse de, baba konuştuğuna pişman olmuş gibi sustu hemen. Odaya eskisinden daha yoğun, daha iç karartıcı bir sessizlik çöktü. Soframn çevresinde dört kişiydiler. Baba katlayıp masanın üzerine koyduğu gazeteye gözucuyla bakar gibi yapıyor, arada bir rakısını yudumluyordu. Karısının "Boş mideye iyi gelmez" dercesine kendisine baktığını görmedi. Çocuk somurtuyordu. BUyükanneninsc kulağı kirişteydi. Zil bir çalsa, yeni terleyen bıyıklan, güleç yüzüyle bir görünsc kapıda... Birden çalar saatin sesi doldurdu odayı. önce zil sandılar. Durumu ilk fark eden baba oldu. "Sustur şu mereti!" diye bağırdı karısına. Kadın telaşla odadan çıktı, çocuk da arkasından. Geri döndüklerinde büyükanneyi sedirin üstünde uyur buldular. Tespih elinden düşmüş, yazmasından görünen birkaç beyaz saç tere batmıştı. Başı öne düşmüş, mağlıç peyniri gibi yayılan iri gövdesi sedirin tüm yüzeyini kaplamıştı. Uykusunda tuhaf hınltılar çıkarıyordu. Bu kez de o güne dek hiç duymadıklan, motor görültüsüne benzer bir ses bozdu odanın sessizliğini. Büyükanne irkilerek uyandı. Anneyle baba birbirlerine baktılar. Çocuk pek oralı olmadı. Bir süre motor sesine benzcyen acayip gürültüyü dinlediler. Sonunda baba dayanamadı, kalkıp pencereyi açtı. Açar açmaz da gürültü çoğaldı odanın içinde. "Çimleri kesiyorlar!" diye hay etlc söylendi. Buyükanne: "Bu saatte çim mi kesilirmiş, bok yemenin Arapçası!" deyiverdi, sonra peygamberin dilinc hakaret ettiğini fark edip yürekten bir tövbc çekti. Baba aşağıda, sokak lambasının aydınlattığı iki katlı evin bahçesinde bahcıvan kılıklı bir adamın çim makinesiyle dolaştığını gördü. Adam acemi hareketlerle makineyi bir ileri bir geri itiyor, yaz boyu kesilmemiş çimleri biçmcye çalışıyordu. Ağustos güneşinde yanıp kavrulmuş çimlerin nedense gecenin bu saatinde biçilmeye başlanmasına bir anlam veremedi baba. Tam pencereyi kapatıp yerine oturacakken makineden gelen patpatlar azaldı. Sonra birden, sarsılarak stop etıi motor. Odaya yeniden eylül gecesinin sessizliği doldu. Baba belli belirsiz bir inleyiş duydu önce. înleme giderek çoğaldı, bir haykırışa, gece yarısı boğazlanan bir insanın çığlıklarına dönüştü. Baba donakaldı durduğu yerde. ötekiler de konuşmaya cesaret edemediler. Çığlıklar perdeleri çekili evin üst katından geliyor, sokağın iki yanı boyunca sıralanan apartmanların arka balkonlannda yankılanıyordu. Yemek odalarıyla mutfakların baktığı bu kuytu sokaktaki tek ev, bahçe kapısı hep kapalı duran, hiç kimsenin uğramadığı bu tuhaf konut, o güne dek pek dikkatlerini çekmemişti. Kentin yeni mahallelerinden birinde, yüksek apartmaniarla gecekonduların içiçe girdiği, yoksullarla orta hallilerin birlikte oturdukları bu semtte, bahçe içinde iki katlı bir evin de bulunması olağan değildi elbet. Ama herkes kendi halinde, geçim derdindeydi. Aykırılıklarla uğraşacak vakti yoktu kimsenin. Baba açık pencerenin önünde durmuş, aşağıdan yemek odasına dek gelen çığlıkların gece çatılarda dolaşan kedilerin çığlıklarına pek benzemediğini düşünüyor, ne yapması gerektiğine bir türlü karar veremiyordu. Sonunda anne de yerinden kalktı, kocasının koluna girip onu pencerenin önünden uzaklaştırdı. O an çim makinesinin patpatları başladı yeniden. Motor gürültüsü aşağıdan gelen çığlıkları bastırdı. Dördü de rahallar gibi oldular. Baba yerine gcçti, bardağına rakı doldurup bir dikişte içtikten sonra "Artık beklemeyelim" dedi duyulur duyulmaz bir sesle. Anne her akşamki gibi çorbayı bölüştürürken, beşincinin boş tabağına takıldı gözleri. Bir damla yaş sağ yanağından ağzına doğru kaydı, titreyen güzel dudaklarının kıvnmında kayboldu. D 18