18 Haziran 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

4 Lise Öğrencisi Olmak... G eçen gün “Kabataş Lisesi günleri” konulu bir ropörtaj yapılması konusunda arandım. Lisenin üç yılını da (liseler üç yıllık idi) Kabataş Lisesi’nde okuyan birisi için heyecan verici bir öneriydi bu. Kabataş Lisesi’nin 100. yılı bu yıl (19082008). Okul, Kabataş Lisesi Vakfı ve Dernek, bir 100. yıl kitabı yapmaya karar vermişler. Kabataş Lisesi’ni bitirenlerin bir bölümüyle görüşmek istemişler. Bu seçmeyi nasıl yaptıklarını bilmiyorum. Belki tanıdıkları ya da duydukları, buldukları olabilir. Görüşme sırasında lisedeki yaşamımızı yeniden yaşamış gibi oldum. Öğretmenler, arkadaşlarım, yıllar içindeki değişim. O zamanki hedeflerimizi düşündüm. İlk hedefimiz derslerde başarılı olmaktı ve çok önemliydi. Ders başarısındaki hedefimiz notlar değildi, öğrenmekti. Öğrenmek konusuna çok önem verirdik. Bir şeyi öğrenenemeyi kabul edemezdik, öğreninceye kadar uğraşırdık. En çok da biz öğrenciler aramızda tartışırdık. En doğruyu bilme, daha doğrusunu bulma konusunda hepimiz iddia sahibiydik. Bu konuda zaman zaman birbirimizi kırdığımızı da anımsıyordum. Notlarımız mı? Yüksekti elbette ama bizim için önemli olan bu değildi. Bizim için önemli olan; bilgili olmaktı, çok bilgili olmaktı, en bilgili olmaktı. BİLGİ. Bizim Nirvanamız buydu. 19451948 yılları. İkinci Dünya Savaşı 1945 yılında bitmişti. Bilgi bizim için sadece matematik, fizik, kimya, biyoloji, tarih, coğrafya, Almanca değildi. (Biz, Almanca şubesiydik. İngilizce ve Fransızca şubeleri de vardı.) Müzik kültürü de çok önemliydi. Beethoven, Bach, Mozart, Vivaldi. Resim kültürü, heykeller. Leonardo da Vinci. Rafaello. Van Gogh. (Vincent elbette...) Adlarının tamamını, yapıtlarını bilmek, yorumlamak, görüş belirtmek çok önemliydi. Çok kitap okurduk. Çok kitap tartışırdık. Fen öğrencileri de edebiyata düşkündü. Öyle bir ayrım yapmazdık. Sonradan düşününce bunların çok önemli olduğunu bir kez daha anlıyorum. ÖĞRENMEK. Bütün dünyayı öğrenmek. Yazılanları, yapılanları, bulunanları, icat edilenleri öğrenmek. Kopya çekmek. Aklımıza bile gelmezdi. Küçümserdik. Aşağılardık. Kopya kendini aşağılamaktı. Cep telefonumuz yoktu. Mesajlaşmayı bilmiyorduk. Birbirimizden ayrılınca ertesi güne kadar görüşmeyeceğimizi biliyorduk. Yaşam dilimlerimiz birbirinin içinde karmaşık bir düğüm değildi. Her işimizin zamanı ona ayrılmıştı ve bunu uygulamak asıl görevimizdi. Ders çalışırken telefona dalmak, işimiz varken yarım bırakıp gezmeye çıkmak bize göre değildi. Böyle şeyleri kendimize saygısızlık olarak algılardık. YAPMAMIZ GEREKENİ YAPARDIK. Yapılması gereken yapılmalıydı. Bu bir görev bilincidir ki yaşam boyu sürer. Kabataş Lisesi’nin öğrencilerinin çoğunda bu tutumun yerleşik bir alışkanlık olduğunu düşünürüm. Bu yaklaşım elbette Kabataş Lisesi’ne özgü değildi. Öteki önemli liseler de bu alışkanlığı kazandırmışlardır. İstanbul Erkek Lisesi, Pertevniyal Lisesi, Galatasaray Lisesi, ŞişliTerakki Lisesi, Maarif Kolejleri, İzmir, Ankara Atatürk Liseleri, daha başka önemli liseler... Öğrencilerini yaşam boyu sürecek görev bilinci ile yetiştirmişlerdir. Sonra öğretmenleri anımsamaya başladım. ÖĞRETMENLER... İşi de görevi de aşan MİSYON KAHRAMANLARI. Her öğrenciyi tanırlardı. Şimdi şaşıyorum. Her öğrenci ile uğraşan, öğrenciyi kazanmaya çalışan öğretmenler. Dersini verip çıkan öğretmenler değildi. Ne anlattığına bakıp yetinen öğretmenler değillerdi. Anlattığından kimin ne anladığını merak eder, sorar, uğraşırlardı. ÖĞRETMEYE ÇALIŞIRLARDI. Onların işi gerçekten “öğretmek” idi. Şimdi “Öğrenci Odaklı Eğitim” metotları konuşuluyor ki çok doğru. O zaman belki yöntem olarak bilinmiyordu ama öğretmen sezgisiyle yapılanın tam da bu olduğunu anımsıyorum. Öğrenemeyen öğrenci öğretmenin odağına alınırdı. Anlamıyor muydu? Sevmiyor muydu? Bir sorunu mu vardı? Öğretmen onunla uğraşırdı, anlamaya çalışırdı. Sadece öğretmenik değil, doğru bir rehberlik aynı zamanda. Cumhuriyet öğretmenleri. İşleri öğretmenlikti. Görevleri öğretmekti. Misyonları “CUMHURİYET”ti. Cumhuriyet öğretmenleri. Cumhuriyet çocuklarını yetiştiriyordu. Bütün dünyayı anlayan, bütün dünyaya katılan, uygar Türkiye’nin başarılı çocuklarını yetiştiriyorlardı. O dönemin okulları “dünya çocukları”nı yetiştiriyordu. Ama küreselleşmenin yönettiği “dünya çocukları”nı değil, tüketim kültürünün içinde tükenen “dünya çocukları”nı değil. Dünya uygarlığına yeni katkılar yapacak “dünya çocukları”nı yetiştirmek önemliydi. O kuşaklar gerçekten de yurtiçinde de yurtdışında da dünya uygarlığına büyük katkılar yapmışlardır. Çeşitli mesleklerde çok önemli yerlere gelmişler, çok başarılı işler yapmışlardır. Bütün o dönemlerin anahtarlarını şimdi daha iyi görüyorum. Doğru hedefler koyan, “ne aradığını bilen” araştırıcı akıl. Hedefe odaklanan, çıkmaz sokaklarda oyalanmayan şaşmaz bir irade. Karşılaştığı güçlüklerden yılmayan, mazeretlerin arkasına saklanmayan güçlü bir azim. Bütün süreci kontrol edebilen kişisel disiplin. Olumlu sonuç aldığı zaman şımarmayan, olumsuz durumla karşılaşınca sarsılmayan bir karakter. Başarının anahtarlarının bunlar olduğunu şimdi daha iyi görüyorum. Günümüzde insanların her şeye nasıl kolay bir mazeret bulduğunu görüyorum. Günümüzde kişisel sorumluluğun nasıl hiçe sayıldığını görüyorum. Günümüzde sadece sonuçlara önem verildiğini, oysa sonuca giden yolların çok daha önemli olduğunun anlaşılmadığını görüyorum. Lise eğitiminin ne denli önemli olduğunu bir kez daha iyi anlıyorum. Bu ay, sizlerle bunları paylaşmak istedim. Geçmişi bilmeyenlerin geleceği göremedikleri söylenir. Bence de öyledir. Bütün öğrencilerimize bekledikleri başarıları diliyorum. Bekledikleri başarıyı hakedeceklerini de düşünüyorum, öyle olduğunu da umuyorum...
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle