17 Haziran 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

YAYINEVİ PENCERESİ Samiye Öz ile söyleşi Can Çocuk Yayınları ayıneviniz ne zaman kuruldu? ? Can Yayınları, 1981 yılında çocuk kitaplarıyla yayın hayatına başladı. Türk ve dünya yazarlarından seçkin kitaplarla gelişen çocuk dizisi, 2004 yılında Can Çocuk Yayınları adı altında Can Yayınları'nın kardeş şirketi olarak yeni bir kimlik kazandı. Amacı neydi? Amacına ulaştı mı? ? Çok satan değil, sürekli satan, kalıcı kitaplar yayınlamayı genel bir tutum olarak benimseyen Can Çocuk Yayınları, o günden bu yana yayınladığı 300'e yakın çocuk kitabıyla bu tutumunu sürdürüyor. Yayında kaç kitabınız var? Y Bunlardan kaçı çocuk ve gençlik kitabı? ? 242 kitabımız var. Okul Öncesi: 14; Çocuk: 197; Gençlik: 31 Baskısı tükenen kitaplar ne kadar süre içinde yeniden basılıyor? ? Stoktaki kitap belli bir sayıya düşünce kitap hazırlanır ve baskıya gönderilir. Çocuk ve gençlik kitapları içinde son zamanlarda en çok satan beş kitabınız hangileri? ? Ocak 2007Kasım 2007 tarihleri arasında en çok satan ilk 5 kitap: “Kitaplardan Korkan Çocuk”, Susanna Tamaro (12. Baskı) “Charlie'nin Çikolata Fabrikası”, Roald Dahl (16. Baskı) “Martıya Uçmayı Öğreten Kedi”, Luis Sepulveda (11. Baskı) “Vanilya Kokulu Mektuplar”, Sevim Ak (11. Baskı) “Babamın Gözleri Kedi Gözleri”, Sevim Ak (7. Baskı) Gelen metinlerle ya da resimlerle ilgili en büyük sorununuz… ? Büyük sorunlar görmüyoruz. Hiç düzeltme yapılmadan kullanılan dosyalar oluyor mu? ? Hayır, olmuyor. Bir dosyayı yayımlamaya karar verdiğinizde, dosyanın okunmasıyla basımı arasında genellikle ne kadar süre geçer? ? Dosya okunduktan, basılmaya karar verildikten sonra yayın takvimine alınır. Kitaplar iki ay içinde hazırlanır ve basılır. Yeni dosyalar, yeni yazarlar kabul ediyor musunuz? Size dosya yollamak isteyen yazarlar, hangi adresi kullansın? ? Elbette kabul ediyoruz. Can Çocuk, Yeniçarşı Cad. No: 23, 34430 Galatasaray, İstanbul Dosyasını geri çevirdiğiniz için sonradan pişman olduğunuz kitaplar / yazarlar var mı? ? Hayır. Yarışmalar düzenliyor musunuz ? ? Çocuklara yönelik öykü yarışmaları düzenliyoruz. ? (İletişim: [email protected]) Okuma! Hazırlayan: Mavisel Yener mi zaman yazarın anlamadığı sözler de söylediği olur: “Ben neyi arıyorum biliyor musun? La sesini” (s.10). Anlatıcı Ali'yi kendi çocukluğuna benzetir. “Bir söz bolluğuyla, uçsuz bucaksız bir düş evreni kuruyordu anlatırken. Renkler, sesler, sevinçler, sıkıntılarla dolu bir dünya. 'Benim çocukluğuma nasıl da benziyor' diye düşünüyorum onu dinlerken. Bana apartmanları, kapıcıları, anasını, babasını, arkadaşlarını, la sesini anlatıverdi ayaküstü.” (s. 12) Yoksul dağ köylüsü Hüseyin’le (Hüsün) kendi güzel, adı Güzel köylü kızının düğünlerinin hemen ertesinde, ellerinde bir çıkınla köyden kente göçerken yaşadıklarını okurken, düşlerine de tanıklık eder okur. “Bah hele Hüsün!'dedi. 'Ta şu uzakta, bizim gibi garip bi ağaç var. Galkıp oraya varsak… O ağaç, bizim ağacımız olsa… Dibine bir dam etsek. Altında ahır, yokarıda bi göz oda… Ocağımız yanar, tütünümüz tüter olsa… Hayvanlarımızı ahıra goysak, bostanımızda patlıcanımız, acı biberimiz, tomatesimiz yetişse… Bol bol soğan eksek ki, bulgur aşının yanı yavan gamlasın. Yeriz soğanı, yeriz soğanı… Gücümüz guvvetimiz yerinde olur. Sonra… Bizim gibi bir garip daha gelir. Ona da hemen bir dam eder, bir ağaç dikeriz. Acele bostanını yeşertiriz” (s. 18). Hüsün ile Güzel nasıl olursa olur, kendilerini kocaman bir apartmana kapıcı olarak yerleşmiş bulurlar. Karanlık, izbe kapıcı dairesinde yaşamaya başladıklarının ilk yılında oğulları Ali doğar. Kentteki milyonlarca apartmandan birinde yaşayan bu aile yaşanan ekonomik ve toplumsal değişimleri irdeleyen bir simge olarak seçilmiştir. Ali'nin ailesinden hareket edilerek yansıtılan toplumsal yaşam kesiti, köyden kente göçle birlikte gelen sorunları, içine düşülen çıkmazları anlatır. Hüsün, oğlu Ali'ye masal yerine köyünü, köyünü çevreleyen dağları, dağlardan fışkıran, canlara can katan suyu, insanın kulaklarında Usta bir kalemden usta işi bir kitap N ezihe Meriç, Rıfat Ilgaz, Hasan İzzettin Dinamo, Yusuf Atılgan, Yaman Koray, Peride Celal aynı dönemin yazarları olarak sayılır. Onların ortak özelliklerinden biri hangi dönemde olursa olsun, eserlerinin zevkle okunmasıdır. Benzer yanları olsa da, özgünlüklerinden ödün vermemiş, klasikler arasına girmiş yapıtları olan bir kuşaktır onlarınki. Çınar Yayınları, Nezihe Meriç'in Alagün Çocukları adlı romanını yeniden basarak çocuklarla buluşturdu. Kitabın ilk baskısının 1976'da Cem Yayınları tarafından yapıldığını ve sonrasındaki yolculuğunu kitabın künyesinde görebilmek, ne denli özenli bir yayım hazırlığıyla basıldığının ipucunu veriyor. Çocuklar ilkin kitapların kapağından etkilenir; önce kapaktan başlayalım biz de. Derya Ülker, çocuklar için “hayal adaları” çizen bir ressam. On altıncı yüzyılda, ressamın biri ne zaman bir dünya haritası çizecek olsa, eşi hemen, “Sevgilim şuracığa bir ada koyuver, sadece benim olsun.” dermiş. Bu tür hayali adalar o dönemin haritalarından hiç eksik olmazmış. Kim bir ada düşü kurmamıştır ki? Hiç gidilmemiş gerçek adalar kadar gerçektir bu düşsel adalar. Derya Ülker'in gerek kapak çalışmasında gerekse sayfa vinyetlerindeki çizgileri Alagün Çocukları'nı güzellemiş, böylesi düş adaları yaratmış. Alagün Çocukları, anlatıcının “Pazara Giden Öykücü” başlığı ile okura seslendiği bölümle başlar. Anlatıcı, roman kahramanı Ali'yle nasıl tanıştığını söyler ilkin. Ali'nin hayatına odakSAYFA 2 lanmadan önce, pazarın “tüm şamatasıyla” başlar söze. Oradaki sesleri, renkleri kitabın yüreğine oturtur. “Hele satıcıların bağırışları! Suratlarını biçimden biçime sokarak avaz avaz haykırır, mallarını överler. 'Hey babam, ne karpuzudur bu!' 'Canlı balık, canlı!' 'Biber yemeli, yandım demeli!” Kadife donlu patlıcanlar, yeşil dolmalık biberler, kavunlar, karpuzlar küçük tepeler yaparak yığılırlar. Oysa gergin kabuklu kırmızı domateslerle üzümler kasalara yerleştirilmiştir düzgünce. Asıl cümbüş, kıvırcık salataların, kırmızı turpların, maydanozların oradadır.” (s. 6) Anlatıcı, eskiden pazara giderken kıra gider gibi gittiğinden ama artık apartmanların arasından geçerek gittiğini anlatıp kentteki betonlaşmaya dem vurur. Sarı saçlı, ince yüzlü, mavi gözlü çocuk Ali'yle, pazarda alışveriş yaparken karşılaşır. Anlatıcı, onun düşleriyle kendi düşlerini birleştirerek bu romanı yarattığını bakın nasıl anlatır. “Onun düşlerine, özlemlerine kendiminkileri ekledim. Onun bir uydurduğu yere, ben bin uydurup kattım. Bu öykü böyle başladı.” (s. 12) Ali duygulu ve konuşkan bir çocuktur. Ki vuv vuv eden yeli, koyaklardaki al gülü, mor sümbülü anlatırken elbette kendi özlemlerini, umutlarını dile getirir. “Yemeklerini gülüş çığrış yediler miydi, hemen sofrayı toplar, çayı ocağa koyar, örgüsünü eline alır, bacağını uzatır otururdu mindere. Ali'nin en sevdiği, en beklediği zaman buydu işte. 'Baba, hadi anlat köyümüzü…” (s. 30) Böylece köy, Ali için, bir masal dünyası haline gelir. “İşte Ali, anasıyla babasının içini yakan bu özlem yüzünden, bilmediği, görmediği doğayı bir düş gibi sevmeye başladı.” (s. 34) Ali büyüdükçe, beton yapılar arasında boş arsalar, açıklık yerler, ağaçlıklar arar, kentin boğucu havasından kaçıp kurtulmak ister. O, ilkokul dördüncü sınıfa geldiğinde, karşı tepelerde kurulan gecekondular çoğalmaya, giderek apartmanlara doğru yayılmaya başlar. Artık çevrede boş arsa kalmamıştır. Ali arada bir başını alıp gecekondulara doğru gezintiye çıkar. Orada evler güneş içindedir, bahçeleri, çiçekleri, ağaçları, tavukları bile vardır. Yazarın, Ali'nin güneş girmeyen evinin bulunduğu apartmanın adını Güneş Apartmanı koyması da ironiktir. Ali'nin gecekondulara gezintileri annesini rahatsız etmeye başlamıştır, apartmandan uzaklaşmamasını söyler ve oralara gitmesini kesinlikle yasaklar. Ali'nin apartmana yeni taşınan Ayşe ve beş yaşındaki küçük kız Aydın'la arkadaşlığı bu dönemde başlar. İşte tam da bu sırada, apartmandaki kimi yetişkinlerin ona ve ailesine ayrımcı bakış açısını fark eder, çok içerler. “Bunlar kapıcı milleti. Yaşadıkları yeri görüyorsunuz. Allahın bodrumu. Orada yer, orada yatarlar. Bunların temizliğinden ne beklenir. Her türlü mikrop bulunur vallahi.” (s. 57) Üstelik bunu söyleyen kişi, onun en yakın arkadaşının babaannesidir. Ali'nin annesinin bu olay karşısındaki hoşgörüsü, okuma yolculuğu yapan çocukları derinden etkileyecek ve hoşgörü kavramı üstünde düşünmelerini sağlayacak. “Babaanne padişahın zamanından galma. O zamanlar onlara köylü pis, köylü cahal, köylü kötü diye belletmişler bildin mi. O da netsin öyle bellemiş. Suç onun değel yavrıların hası, suç öyle belletende” (s. 69). Ali'nin, gecekonduların karşısındaki bahçeli köşkü merak etmesi, oraya gitmesi ve ev sahibi Nazlı Hanımla tanışması romanın geri dönüşlerle anlatıldığını okura bir kez daha anımsatır. Çünkü Nazlı Hanım, Ali'den La sesini bulursa getirmesini istemiştir. Ali'nin romanın başından beri aradığı sestir bu. Ali bunun ne olduğunu bilmez; Nazlı Hanım eğer La sesi bulunabilirse, geçmiş günlerin, anlattığı fener alaylarının, o eski yeşilliklerin yeryüzünü bolluğa, berekete boğduğu günlerin yeniden geleceğine inanmaktadır. Ali, arkadaşları ve Nazlı Hanımın, La sesinin peşine düşmesi, Nezihe Meriç'in deneyimli kaleminin çocuklara ve yetişkinlere farklı ufuklar açması açısından önemlidir. Kitapta bu sesin aranma nedeni açıklanmaz, okurun merakına, usundaki değerlendirmelerine, belki de düş gücüne bırakılır. Madem ki yazar okurunu özgür bırakmıştır La sesi imgesiyle ilgili; o halde özgürce öznel görüşümü paylaşabilirim. “La” sesi, bir saniye 440 titreşim gerçekleştirir ve diğer sesler de ona göre düzenlenmiştir. Seslere isim takan biziz, onun gerçekte ne anlama geldiğini düşünmek gerekir. Çalgıların hepsinin akordunda La sesi kullanılır, orkestra akort yaparken La sesi verilir. Nazlı Hanım, akordu, düzeni bozulmuş bir yaşamı akort etmek için mi arıyordu La sesini? Yeni bir düzenin ilk notasının gelmesini mi bekliyordu? Yapılan araştırmalar yeni doğan bebeklerin ilk çıkardıkları sesin “la” sesine karşılık geldiğini, yani saniyede 440 titreşim yaptığını, gösteriyor. Aranan, saflık mıdır, bebekliğin duyumsattığı eşitlik duygusu mudur yoksa? Nezihe Meriç'in iyi bir müzik dinleyicisi olduğunu ve hatta bir müzik aleti çaldığını tahmin etmek zor değil. Müziğin insana öğrettiği en önemli şeylerden birisi de “dinlemek” çünkü. Nezihe Meriç, kitaptaki anlatıcının, yani öykücünün iyi bir “dinleyici” olduğunu fark ettiriyor. Sayfaları “dinlediğimiz”de, karşımıza ses yansımalı pek çok sözcük kullanımı çıkıyor. Bu da Nezihe Meriç'in dil kullanım özellikle ? KİTAP SAYI 930 CUMHURİYET
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle