Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
23 Eylül 2011 Cuma 377 17 ‘En iyi balığın Ankara’da yenmesi’nin nedeni: GÖRÜNÜM A. Celal BİNZET ‘Üçdenizden A balıkgelir...’ NKARA Akademisyenyazar Serdar Şahinkaya, “En iyi balığın Ankara’da yenmesinin” nedenini, “Üç denizden balık geldiği için Türkiye’nin en iyi balıkları bu kenttedir” diye açıklıyor. Şahinkaya, çingene palamudu mevsiminin ve en lezzetli döneminin eylül ayı olduğunu belirtiyor, “Şimdi Ankara’da palamut zamanı” diyor Şahinkaya, bilimsel yayınları ve kitaplarının yanı sıra yemek konusuna da aynı titizlikle yaklaşmış bir akademisyen... Son çıkan kitabı “Mutfaktan Sofraya: Muhabbetiniz Bol Olsun”. Şahinkaya ile yemek ve sofra üzerine “muhabbet ettik.” Günümüz hızlı yemek yeme tarzını “yemeği yutmak” olarak değerlendiren Şahinkaya, “Sofradan keyif almak lazım. Sofrayı kurarken yiyecek insanları düşünmek gerek. Yemekleri yutacağız, hemen masayı temizleyecğiz ve hayat devam edecek. Ben böyle bakmıyorum. Sofra bir zevktir” diyor. “Cumhuriyet lokantalarının birer birer yok olduğuna” dikkat çeken Şahinkaya, “Ankara’da durum daha vahim. Başkent kendi yemeğini geliştiremedi. Kızılay bi Ankara’nın Eski Sokakları A İKLİM ÖNGEL rahaneler ve türkü barlardan ibaret. Sulu yemek yiyecek doğru düzgün lokanta yok” diyor. Şahinkaya, en lezzetli balığın Ankara’da yenmesinin nedenini de şöyle açıklıyor: “Ankaralı tatilden eylülde döner. Bu aynı zamanda çingene palamudunun mevsimine denk gelir ve en lezzetli olduğu dönemdir. Üç denizden balık geldiği için Türkiye’nin en iyi balıkları bu kenttedir. İzmir’de palamudu 23 hafta sonra ancak görürsünüz. Şimdi Ankara’da palamut zamanı.” bölgesi bu yüzden farklı lezzetler Ankara’da kabul görmüş. Burada ciddi deniz ürünleri var” diyor. ‘Ankara etrafıyla zengin’ Başkente özgü lezzetin pek olmadığını söylüyor Şahinkaya... “Ankara mutfağı etrafıyla zengin. Ankara tava, Beypazarı’nda güveç var. Karasal iklim olduğu için kent kendini daha çok tahılla doyurmuş. İç Anadolu bir geçiş ‘Şifalı bitkiler dehşet verici’ Şahinkaya’ya, son dönemde yoğun olarak gündeme gelen “şifalı bitkilerin” yemekle ilgisini soruyoruz, şöyle yanıtlıyor: “Dehşete düşüyorum. Şifalı bitkilerden taşlardan oluşan metafizik bir dünya içindeyiz. Bence burada sağlığın, kamusal bir hak olma durumundan çıkarılmasının ilgisi var. İnsanların zihninden sağlığın kamusal hak olduğu silindiği zaman, tıp yerini şifacılara bırakıyor. Bitkilerin elbette faydası var ancak onlara kronik bir hastalığı çözecekmiş havası veriliyor.” nkara’yla ilgili resimleri gözden geçirmek oldukça yararlı. Öncelikle bilinmesi gereken yön, sanatçıların ilgi odağı olmuş yerlerin bir yapıtta kalıcılığa dönüşmesini izleyebiliyoruz. Bizim gibi geçmişi boş sözler üzerine kurmaya çalışan toplumlar için, hızla yok olan yaşam alanları ancak buralarda yaşamaya devam ediyor. Yalnızca o mu? Elbette değil. Her şeyden önce ortaya konan bir sanat yapıtıdır. Sanatçı hangi konuyu işlerse işlesin sonuç değişmez. Ayrıca gören göz olarak sanatçı sayısı ne denli çoksa, kentin kültürel geçmişi o ölçüde çoğalmış demektir. Bir diğer yön de, resimlere konu olmuş yerlerin, bugünden bakıldığında nasıl değişimler geçirdiğini anlatıyor izleyene. Cevat Erkul’un “Ankara’da Bir Sokak” resmi aynen bu anlatılanlara uyar gibi. Kısaca anlatmak gerekirse sanatçı 1897 Selanik doğumlu. İlk ve ortaöğreniminin bir bölümünü orada yaptıktan sonra ailesiyle birlikte İstanbul’a göçmüş. Burada hukuk öğrenimi görürken bir yandan da Güzel Sanatlar Akademisi Hikmet Onat Atölyesi’ne devam ediyor. Sanat tarihimizde hukuk öğrenimiyle işe başlayıp sanata yönelenler grubunun tipik bir örneği. Hemen aklımıza öteki örnekler Osman Hamdi ve Hasan Vecih Bereketoğlu gelmiyor değil. Cevat Erkul, Yargıtay üyeliğine değin yükseldiği hukukçuluğunu bir yana koyup resim alanında bir şeyler yapmaya çalışan sanatçılarımızdan biri. Çoğu resimlerinde İstanbul’un görünümlerini İzlenimci (Empresyonist) anlayışla yansıtmış. Atölyesinde öğrenim gördüğü ustasının yolunda örnekler vermiş bir sanatçı. 1981 yılında İstanbul’da öldüğü yazılı kaynaklarda. İşte bu İstanbul görünümleri dışına düşen Ankara resmi 1950’li yılların sokak yapısını aktarıyor bugüne. O bildik apartmanların, karlar altında, kömür dumanı yükselen bacalarını ve yolların otomobilsiz yalnızlığını bozan birkaç insan var sadece resimde. Arazi yapısından ötürü dolgu topraklı arsalarda yükselen apartmanları, önündeki sokağa bağlayan beton köprüler ilk anda dikkatimizi çekmez mi? Buradaki yapılar bugün Tunus, Mesnevi ve Kızılırmak çevrelerinde görülebilir. Konut yapımındaki vurgunculuğun tipik bir yansıması olan ve kotlu sistemle daha çok daire yapıp satmayı amaçlayan düzenlemenin uygulaması bir kent görünümü var orada. Bu sistem uzun kış günlerinde yağan yağmurların alt katlara dolması demektir aynı zamanda. Neyse ki, son dönemlerde Bayındırlık Bakanlığı’nca alınan bir kararla buradaki gibi apartman yapımına son verilmiş. Yıkılmayıp bugüne gelenler, o yılların tanığı şimdi. Sanatçı Erkul’un resmine bakıyorum. O tanıdık sokaklardan geçerken, genizleri yakan kömür kokusu var havada. Elektrik direkleri ve ağaçlarla çevrili yolda yürüyenlerin karda düşmemek için birbirlerine yaslandığını görür gibiyiz. Her yanı kirli beyaz bir görünüme sarıp sarmalayan kar altında yalnız, sessiz ve kedisiz bir Ankara sokağı. Günümüzden ne denli uzak!