23 Kasım 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Cumhuriyet Ankara 278/30 Ekim 2009 Genco Erkal’ın kurduğu Dostlar Tiyatrosu yeni oyunu ile Ankara’ya konuk oldu ‘Marx’ın Dönüşü’ NKARA (Cumhuriyet Bürosu) Genco Erkal tarafından 1969 yılında kurulan Dostlar Tiyatrosu, yeni oyunu “Marx’ın Dönüşü” ile Ankara’ya, Şinasi Sahnesi’ne konuk oldu. Howard Zinn’in kaleme aldığı, Genco Erkal’ın yönettiği ve rol aldığı oyunda, filozof, politik ekonomist ve devrimci, komünizmin kuramsal kurucusu Karl Marx’ın yaşamı ve düşünceleri doğrultusunda, başta Lehman Brothers’ın geçen yıl çöküşü ile birlikte başlayan ve tüm dünyayı etkisi altına alan ekonomik kriz, günümüz medyası, ABD’nin Irak’a gerçekleştirdiği A İkinci Körfez Savaşı olmak üzere ve son yıllarda yaşanan siyasi olaylar eleştiriliyor. Dostlar Tiyatrosu yeni oyunu “Marx’ın Dönüşü” ile günümüz siyasi olaylarına ışık tutuyor. Filozof, politik ekonomist ve devrimci, komünizmin kuramsal kurucusu Karl Marx’ın, Friedrich Engels ile birlikte kaleme aldığı Komünist Manifesto ve Das Kapital adlı eserlerinden bölümlerin de okunduğu oyunda, kapitalist sistem eleştirisi gerçekleştiriliyor. Sade dekoru ve ışık düzeni ile de dikkat çeken, Howard Zinn’in kaleme aldığı oyunu Özüm Özülgen çevirdi. Dramaturjisi Asaf Köksal’a, giysi tasarımı Özlem Kaya’ya, saç tasarımı Özdemir Egemen’e ait oyunun yönetmen yardımcılığı görevini Serdar Bordanacı üstlendi. Genco Erkal’ın Karl Marx’ın görünümünde sahneye çıktığı oyunda, günümüz olayları anlatılırken geçen “Ben bunları size 150 yıl önce söylemedim mi?” ve “Her şey değişebilir” sözleri dikkat çekiyor. Oyun Erkal’ın sahneye girişinin ardından sarf ettiği, “Kim demiş Marx öldü diye? İşte burdayım, geri döndüm” sözleriyle başlıyor. Oyunda din sömürüsüne karşı duruş var OYUNDA iktidarların erki elinde bulundurmak adına yaptığı din sömürülerine de karşı çıkılıyor. Bu karşı duruş oyunda, Marx’ın, “Dinsel üzüntü, bir ölçüde gerçek üzüntünün dışavurumu ve bir başka ölçüde de gerçek üzüntüye karşı protesto oluyor. Din ezilen insanın içli ezgisini, kalpsiz bir dünyanın sıcaklığını, manevi olanın dışlandığı toplumsal koşulların maneviyatını oluşturuyor. Din, halkın afyonunu oluşturuyor” sözleri üzerinden yapılıyor. Oyun gelecek aylarda da yeniden Ankaralı izleyici ile buluşacak. Oyunun tanıtım bülteninde yer alan yazıda oyunun yazarı Howard Zinn neden böyle bir oyun yazmak istediğini şu sözlerle anlatıyor: “Komünist Manifesto’yu ilk okuduğumda on yedi yaşındaydım. Komünist Manifesto’yu bana verenlerin oturduğumuz işçi sınıfı mahallesinin genç komünistleri olduğundan eminim! Üzerimde derin bir etki bıraktı, çünkü kendi yaşamımda, ailemin yaşamımda gördüğüm her şey ve 1939’da ABD’nin içinde bulunduğu koşulların açıklaması yapılıyor, tarihsel nedenleri gösteriliyor ve güçlü bir analizin ışığıyla aydınlatılıyordu. Babam Avusturya’dan gelmiş Musevi bir göçmendi. İlkokul dörtten terkti. O kadar çok çalışmasına rağmen eşine ve dört oğluna güç bela bakabildiğini görüyordum. Bu arada annemin de karnımızı doyurmak, üstümüze giyecek bir şeyler alabilmek ve hastalandığımızda bakımımızı sağlayabilmek için gecegündüz çalıştığının farkındaydım. İkisinin de yaşamı sonu gelmeyen bir hayatta kalma mücadelesinden başka bir şey değildi. Ama aynı zamanda şunu da biliyordum ki, bu ülkede inanılmaz zenginlikte insanlar da vardı. Ve onlar hiç de annem babam kadar çok çalışmıyordu. Sistem adaletli değildi.1930’ların ‘Büyük Bunalım’ yıllarında, etrafımdaki bütün aileler yoksulluk ve sefalet içinde kıvranıyordu ama bu, onların suçu değildi. Kiralarını ödeyemiyorlar ve eşyaları ev sahipleri tarafından dışarı atılıyordu. Kanun da onların karşısındaydı. Gazetelerden öğrendiğim kadarıyla tüm ülkede durum buydu.” Howard Zinn, Marx ve görüşleri hakkındaki düşüncelerini de şu sözlerle özetliyor: “Manifesto’da Marks ve Engels (Marks otuz, Engels yirmi sekiz yaşındaydı ve Engels daha sonra yazılanların çoğunun Marks’a ait olduğunu söylemişti) aynen benim yaşadıklarımı tanımlıyorlardı. Okuduklarım, gördüklerim, 19. yüzyıl İngilteresi’nin bir örneği ya da ‘Büyük Bunalım’ zamanının Amerika’sı değil, kapitalist sistemin ta kendisiydi. Bu sistem modern dünyada kemikleşmiş olduğu gibi, sonsuza dek sürmek zorunda değildi. Tarihin belli bir aşamasında ortaya çıkmıştı ve bir gün sahneden çekilecekti. Yerini sosyalist bir sistem alacaktı. Doğrusu bu, ferahlatıcı bir düşünceydi. ‘Bugüne kadar var olan tüm toplumların tarihi, sınıf mücadelelerinin tarihidir’ diyorlardı Manifesto’nun ilk sayfalarında. Böylece zenginler ve yoksullar bireyler olarak değil sınıflar olarak karşı karşıya geliyorlardı. Bu durum aralarındaki çatışmayı muazzam bir hale getiriyordu. Manifesto aynı zamanda işçilerin ve yoksulların adalet arayışlarında onları birbirine bağlayan bir şeyler olduğunu söylüyordu. Bu ortak nokta ikisinin de emekçi sınıfa dahil olmalarıydı. Peki bu sınıfların mücadelesinde devletin görevi neydi? ‘Adalet önünde herkes eşittir’ sözü kamu binalarının alınlıklarına kazınmıştı. Ancak Manifesto’da, Marks ve Engels şöyle diyordu: ‘Modern devletteki hükümet, tüm burjuva sınıfının ortak işlerini yürüten bir komiteden başka bir şey değildir.’ Ürkütücü bir fikir sunuyorlardı; devletin işleyişi tarafsız değildi ve tersine tüm iddialarına rağmen kapitalist sınıfa hizmet ediyordu.(...)” 16
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle