17 Haziran 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Cumhuriyet Ankara 274/2 Ekim 2009 ANKARA ANKARA Talât HALMAN ürkiye toprakları, başka hiçbir ülkeye nasip olmamıştır denecek kadar, çok çeşitli uygarlıkların kültürel varlığıyla yoğrulmuştur. Bunlar arasında Hitit uygarlığının müstesna bir durumu vardır. Bu 4 bin yıla yakın geçmişin tüm varlığı yalnız bizdedir. Hitit, tarihiyle, belge ve yazıtlarıyla, sanatlarıyla, arkeolojik zenginlikleriyle Anadolumuzun eseridir. Atatürk, bu görkemli eserin Cumhuriyetimiz tarafından benimsenmesi, her yönden keşfedilip bilimsel olarak incelenmesi, yaratıcı değerlerinin dünyaya sunulması üzerinde önemle durmuştu. Onun verdiği heyecan ve azimle, birkaç on yıl, üniversitelerimizde Hititoloji gelişti, yüzlerce mezun verildi, bilimsel yayınlar ve kazılar önemsendi. Bazı Avrupa ülkeleri (özellikle Almanya) ile ABD’de Hitit çalışmaları hızlandı. Ne var ki yirmiotuz yıldır bir yavaşlama görülüyor. 2000’li yıllarda, Almanya bile Hititoloji’ye daha az önem vermeye başladı. Neyse ki, Chicago Üniversitesi’ndeki “Büyük Hititçe Sözlüğü” çalışmaları emin adımlarla ilerliyor. Bizde Hititoloji, bir eğitim dalı olarak, sönük bir dönem geçiriyor. Bunun temel nedeni, Hitit uzmanlarının kendi alanlarında iş bulamaması, bambaşka alanlarda çalışmak zorunda kalması, çok daha kötüsü, işsizliğe mahkum olması. Oysa, müze mahzenlerinde, okunmayı bekleyen binlerce Hitit tableti var. Hititoloji, bir bilim dalı olarak, trajik bir akıbete sürükleniyor diye kaygılanmalıyız. Tek teselli, Çorum’daki görkemli kazının, ömrünü sürdüren Hitit çalışmaları için güçlü bir umut, sağlam bir anıt olması. 26 Eylül 2009, Hitit’e ilişkin endişelere merhem süren, karamsarlığımızı biraz olsun gideren bir çığırın müjdecisi oldu. Musiki yoluyla Hitit uygarlığını anımsatarak aydınlatan bir sanat olayı. ODTÜ’lü müzik tarihçisi ve müzik arkeoloğu Oğuz Elbaş’ın vizyonu sayesinde ve on beş yıllık çabası sonucunda, Hititliler’den kalma AKKARA Hattuşa Hayranlığı T çalgılar yeniden yaratılıp seslendirilerek canlandırıldı. Hitit kültürüne hayat katan bir hizmet gerçekleşti ODTÜ’nün tıklım tıklım dolu bin kişilik Kemal Kurdaş Salonu’nda. ODTÜ ve İTÜ’lü uzmanlar, hayran olunacak bir gayretle, birçok Hitit çalgısını yeniden yapılandırarak otantik ve çağdaş sesler kazandırmış onlara: Çalpara, davul/dümbelek/darbuka, kaval/çifte kaval, lir/arp, bağlama, boru... Başkent Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Müzik Bölümü Başkanı Ertuğrul Bayraktarkatal, bu eski/yeni çalgılarla modern enstrümanları bir araya getiren çok etkileyici bir senfonik şiir yaratmış. Orkestrayı Ertuğ Korkmaz başarıyla yönetti. Keman virtüözü Cihat Aşkın ve topluluğu, bu müzik şölenine heyecan kattı. Görsel ve dramatik boyutlarla güçlendirmiş olan etkinliğin sanat yönetmenliğini usta tiyatro insanı Tamer Levent yapmış. Şiirsel anlatımı, kendisi ve Meltem Keskin Bayur sundu. Eserin içine serpiştirilen şiirler, Hitit yaşamını, kültür ve inançlarını çok güzel canlandırmıştı: Yazanlar Oğuz Elbaş ile Alphan Akgül. “ABTürkiye Sivil Toplum Diyalogu Kültür Köprüleri Programı” çerçevesinde, Ankara ve İstanbul İtalyan Kültür Merkezleri, ODT, Devlet Tiyatroları Opera ve Balesi Çalışanları Vakfı’nın (TOBAV) işbirliği ile gerçekleştirilmiş. Devam etmekte olan bu projeye Türkiye’den ve AB ülkelerindeki birçok kurumdan yardım gelmektedir. Konserin yanı sıra ODTÜ’deki fuayede Oğuz Elbaş, Mustafa ve Meltem Keskin Bayur ile İsmail Şadi Aycan’ın hazırladığı çok ilginç bir fotoğraf sergisi de açılmıştı. “Güneşin Bahçesinden” başlıklı konser/sergi/atölye çalışması, 28 Eylül 2009’da Hitit uygarlığının canevi Çorum’da da sunuldu. Ve bu akşam (2 Ekim 2009) Portekiz’de Evora’da. “Enİyi” Padişah İçin... Keşke konserler devam etse Etkinliğin koordinasyonunda çok yararlı bir rol oynayan İtalyan Kültür Ataşesi Angela Tangianu’ya teşekkür edilmeli. Ve elbette Avrupa Birliği’nin sağladığı muazzam destek için hepimiz minnettar olmalıyız.Hattuşa Orkestrası keşke sürekli bir topluluk olarak konserlerini sürdürse. Keşke Oğuz Elbaş benim kendisi için uygun gördüğüm sıfatla “Onursal Hitit Kültür Bakanı” olarak görevde kalıp canla başla çalışsa. Hitit uygarlığı uğruna devletimizin (başta Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın) gerçekleştirmesini önermek istediğim bir dizi etkinlik var: 1 “Hitit Enstitüsü” kurulması (ülkemizdeki ve yabancı müzelerdeki tüm tabletlerin okunması, önemli olanlarının yayımlanması, Hitit tarihine ve uygarlığına ilişkin konferans ve sempozyumlar düzenlenmesi, kitap ve bilimsel dergiler çıkarılması için) 2 Ankara’da veya İstanbul’da bir “Hitit Müzesi” açılması 3 “Güneşin Bahçesinden” konserinin (sergisi ile birlikte) ülkemizin dört bucağında turneye çıkarılması 4 Aynı turnenin AB ülkelerinde, Kuzey Amerika’da ve ilgi duyan başka ülkelerde dolaştırılması (Gidilen her ülkede, konser programı içerisine o ülkenin otantik müziğinden bir veya birkaç parça konulması da ilginç ve yararlı olur.) 5 Hitit uygarlığı konusunda kapsamlı bir belgesel film ya da değişik yönlerine ilişkin kısa belgeseller hazırlanması. Kültür alanında hayırlı (candan alkışlanacak) başarılı işler gerçekleştirmekte olan Kültür ve Turizm Bakanı’nın bu dileğimize ilgi göstermesini rica ediyoruz. Kültürler el ele verdi Hattuşa konserinde Hitit kültürü ile Anadolu, Portekiz, Macar ve İtalyan müziği el ele vermişti. Orta Anadolu’dan ezgiler, Hititlileri andırsa da, onlarla bağlantılı olmasa da, Prof. Bayraktarkatal’ın eserini o kadar zenginleştiriyordu ki. Tür olarak Elenle ilişkili “Şehnaz Longa”nın yenilenmiş büyüsüne kapıldı izleyiciler... Portekiz’in Evora’sından, Macaristan başkenti Budapeşte’den, İtalya’da Venedik’ten otantik sesler oradan gelen konuk sanatçıların güçlü sunuşlarıyla olağanüstü bir boyut oluşturdu – hele o güzeller güzeli “fado”. Hattuşa konserinin adında, çokulusluluk, çokkültürlülük anlamına “Kaleidoscopeurope” var – Avrupa’nın çiçek dürbünü... Bu proje, Avrupa Birliği’nin rtuğrul Osman, uzun yıllar New York’ta “Osman Efendi” adıyla tanıdığım, görüştüğüm ve hayranı olduğum müstesna insan, 97 yaşında sonsuzluğa göçtü. Dilediği gibi, vatanında öldü ve İstanbul’da defnedildi. Aydındı, aydınlıktı, nur içinde yatacaktır. Onu son Osmanlı Padişahı olarak görmek isteyenler vardı. Cenazesine o yanılgı yüzünden katılarak olay çıkarmaya çalışan birtakım gericiler boşuna uğraştılar. Osman Efendi, gerçekçi bir vatanseverdi: Bence hiçbir zaman padişahlığa heves etmemişti. Atatürk’e hayranlık ve Türkiye Cumhuriyeti’ne saygı ve sevgi duyardı. Sağlam bir vatansever olarak milletine tam bir bağlılığı vardı. Seksen yıldan uzun süre, herhangi bir devletin uyrukluğuna girmektense “vatansız” damgasıyla yaşamayı seçmişti. O, hep Türk kalmak istemişti. Zarifti, bilgili ve akıllıydı. İyilikseverdi. Padişahlığa da yakışırdı ama, iktidara ve fatihliğe düşkün olmazdı. Sadece iyilik yapacağı için, sultanların en iyisi olurdu herhâlde. Gençliğinden itibaren Türkiye’de kalarak çalışmasına fırsat verilseydi, çalışkanlığıyla, dürüstlüğüyle, yabancı dillere hâkimiyetiyle (Almanca, İngilizce, Fransızca) önemli görevlerde bulunabilirdi –örneğin, mükemmel bir büyükelçi olurdu. Ertuğrul Osman Efendi, haysiyetli yaşadı, yaşamdan alnı açık, yüzü pak, yüreği tertemiz ayrıldı. E 19
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle