29 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

9 ŞUBAT 2020 7 OKUDUKLARIM İZLEDİKLERİM Coşkun Aral’la fotoğrafçılık üzerine Benim temel bir itirazım var DÜŞÜNDÜKLERİM Zamanı dondurmak benim görevim gibi Çocukluğundan beri, doğup büyüdüğü coğrafyada tanık olduğu olayları, insanları, çevreyi, kısaca yaşadığı gezegeni sorgulayan bir düş gezgini. Kendini böyle tanımlayan, zamanı dondurmayı görev bilen Coşkun Aral ile fotoğrafı konuştuk. Aral’ın eserlerinin de olduğu Pera Müzesi’nde açılan “Bir Yol Öyküsü: Fotoğrafın Ardında 180 Yıl” sergisi söyleşileri sürüyor. Yekta Kopan moderatörlüğünde yapılacak Coşkun Aral söyleşisi 12 Şubat’ta saat 18.30’da. u Fotoğraflarınızı çekmeden önce bir hazırlık süreciniz var mı? Tabii ki fotoğrafı sanatsal kaygıyla ele alan ustalardan etkilenmem söz konusu oluyor. Onların da iki asır önce geliştirilmiş bir teknoloji harikasından önce bu işi, kalemle, fırçayla hatta çiviyle yapanlardan etkilenmesi doğal. Işık ve grafik oyunlarıyla zamanı dondurmak ve anı belgeye dönüştürmekse amaç, “doğru yerde, doğru zamanda” bulunup bunu bir görev gibi algılamak benim için de geçerli. Fotoğraf makinesini iyi kullanmak ve tanığı olduğum bir olayı öğrenmek isteyenlere bir belge olarak sunarken, doğru algı yaratmak tabii ki amacım. MERAKLI OLUN u Başka ne tavsiye edersiniz meslektaşlarınıza? Sadece fotoğrafçı olmadığımız için gittiğimiz bölgeyi, konumuz olan insanı, kültürünü, yaşam biçimini, sosyal çevresini, hatta davranışlarını bile önceden araştırmak zorundayız. Bu hazırlıklar, bizim mesleğin olmasa olmazı. Bir gazeteci, özellikle bir fotomuhabiri, konusu insansa tabii ki fotoğrafı çekmeden önce kafasında kurguyu yapmak zorunda. Meslektaşlarıma öncelikli tavsiyem iyi okuyucu, sorgulayıcı, meraklı olmaları, farklı dillere ilgi duyup yerelden evrensele, dünyada olup bitenleri farklı kaynaklardan araştırmaları. u Size göre insan neden fotoğrafta olması gereken bir varlık? Öncelikle insanım. Milyarlarca canlıyla paylaştığımız yeryüzüne ilişkin her şey benim konum. Yani mikrokozmostan sonsuz kozmosa varan her şey. Mesajımı vereceğim haberin alıcısı insansa tabii ki onun empati kuracağı temel öğe de insan ve yaşamı olacak. u Türkiye’nin uluslararası basın fotoğrafçılığında yerini nasıl tanımlarsınız? Basın fotoğrafçılığı alanında ülkem Türkiye, çok iyi konumda. Dünya basınfotoğraf tarihinde çok sayıda meslektaşım uluslararası yayınlarda yer aldı, dünya kamuoyunu etkileyecek haber fotoğraflarıyla ödüller aldı. Gökşin Sipahioğlu, Ara Güler, Ergin Konuksever, Ergun Çağatay, Emin Özmen, Bülent Kılıç, Murat Sezer, Nilüfer Demir’lere kadar adını sayamayacağım onlarca meslektaşım, bugün dünya basınfotoğraf tarihine adlarını altın harflerle yazdırdı. u Dünyanın çeşitli bölgelerinde, tehlikeli alanlarda fotoğraf çekiyorsunuz. Sizde etki bırakan bir anınızı paylaşmak ister misiniz? Beynimin derinliklerine kaydedilmiş öylesine çok anım var ki... Kimileri benim için, kimileri yakınlarım, kimileri de insanlık için önemli. Bu olayları, gündeme geldiklerinde veya tozlu arşivlerime baktığımda hatırlıyorum. u Türkiye’de belgesel ciliğin durumu hakkında ne düşünüyorsunuz? Arkadaşlarımla bü yük emekle yarattığımız, Coşkun Aral Türkiye’nin ilk belgesel kanalı İZ TV, yayın platformunun Katar’a satılması sonucu ne yazık ki artık ne yerli ne de mil li. Yıllarca her alanda uluslararası ka litede hazırladığımız belgeseller, artık bize ait değil. Böyle bir durumda Türkiye’de belgesel üzerine ne diyebilirim... u Son olarak “Bu Dünya Böyle Dünya” belgeselinden bahseder misiniz? Ustam Ara Güler ile 1986 yılında, önce İstanbul, ardından farklı ülkelerde açtığımız serginin adıydı “Bu Dünya Böyle Dünya.” O dönemde sahip olduğum video kameramla başladığım belgesel, değerli ustama veda edinceye kadar kaydettiğim görüntülerden oluşuyor. Tabii en önemlisi Ara Güler, araya kimseyi katmadan kendini ve dünyasını anlatıyor. GÜVEN BAYKAN Aral, “Ben bir foto muhabiriyim. Mesleğim, göz tanığı olduğum bir olayı, bir fotoğraf makinesi, bir video kamera veya bugün bu özelliklere sahip bir cep telefonu ile kaydedip medya araçları ile insanlığa duyurabilmek” diyor. Faust’un operacası Goethe’nin yapıtı bir opera metni değil. Yani bestelenip sahnelenmek üzere libretto (opera metni) olarak yazılmamış. Daha önce yine Goethe (ve Faust) ATAOL yorum, ba BEHRAMOĞLU na hem Goethe’nin kişiliği, hem de yapıtının çok kapsam lı ve çok yönlü içeriği ve mesajları üzerine bir başka yazımda değindiğim bakımından daraltıcı görünüyor. gibi, bu bir oyun ya da roman da de HHH ğil. Ama sanki aynı anda hem bir ti Goethe’nin tragedya diye adlan yatro yapıtı, hem bir roman, hem de dırdığı yapıtın birinci bölümünde bir felsefi denemeler bütünü. Dr.Faust’un odası “yüksek kubbeli, Bunun için de aynı anda hem tiyat dar, gotik tarzda bir oda” olarak be ro yapıtı, hem roman, hem bir felsefe timlenmektedir. yapıtı gibi okuyabilirsiniz. Bu kasvetli odanın duvarında, perde Bütün bu sanat ve düşün alanları açıldığında tam karşıda, çarmıhta bir nın her bir için önemi, faklılığı, bü İsa’dan söz edilmiyor. yüklüğü de sanırım bu kapsayıcılığın Bizdeki temsilde bu var mıydı, çok dan geliyor. iyi anımsamıyorum. Vardıysa da ben Fakat ona tek başına oyun, roman, ya de belirgin iz bırakmamış. Bu yazı da bir felsefe yapıtı diyemiyorsunuz. yı yazmaya başlarken internette bu Kaldı ki akıcı bir şiirsel yapıt, bir lup girişini izlediğim (şu anda da mü destan bu aynı zamanda. ziğini izlemeyi sürdürdüğüm) 2011 Hem de içindeki liriklerden ayrıca tarihli Fransa Ulusal Tiyatrosu’nun bir şiir kitabı oluşturulabilecek bir bü temsilinde, sahne aydınlandığı an yük epik... da (ya da perde açıldığında), bir ma Şimdi burada beni il gilendiren soru, böy le bir yapıtın bir ope ra ürününe nasıl dönüş türülebileceği ve buna bağlı olarak da nasıl bir sonuç alınabileceği... İstanbul Devlet Ope ra ve Balesi sanatçıları nın (oyuncuları, kostü mü, dekoru ve orkest rasıyla) başarılı, enerjik performansını izlerken, bu sorunun yanıtını dü şünmekteydim... HHH 18181893 yılları arasında yaşamış Fran sız besteci Charles Gounod’nun müziğine bir diyeceğim olamaz. Onun yine Fransız çağdaşları J.Barbier ile M.Carré’nin ortak lib Goethe retto metni de sonuç olarak bir kesip biçme, özetleme, kurgulama işidir. sada oturmakta olan Dr. Faust’tan ön Fakat bütünüyle bu opera ce, tam karşıda bu çarmıhı görüyo Goethe’nin Faust’unu ne ölçüde yan ruz. Merak bu ya, yine Fransız Ulu sıtabiliyor? sal Tiyatrosu’nun bu kez 1975 tarihli Beste 1859’da yapılmış. temsilini internette buldum. Faust fa Libretro’nun yazılış tarihi de yakla nus gibi dar bir odada, kürsü gibi ma şık olarak bu tarih olmalı. sa başında ayaktadır. Hemen arkasın Goethe yaşamdan 1832’de ayrıldı da, belli ki iblisin ineceği bir merdi ğına göre o bu konuda ne düşünürdü ven var. Gençler fanusun dışından ge bilemeyiz. çiyor... Çarmıh da söz konusu değil.. Fakat benim tek bir konuda olmak Açıkçası bu uyarlama bana daha il la birlikte, izlediğim operanın bütü ginç göründü, ayrı konu... nünü kapsayan temel bir konuda iti HHH razım var. Sonuç olarak bir opera ürünü; mü O da dindarlık olgusudur. ziği, librettosu, şarkıları, dansları, Goethe’nin Tanrı inancını, günah oyunculuğu, sahnelenişi, bu sahne ve ceza olgularına ilişkin düşünceleri müzik sanatına ilişkin her türlü özelli ni, Hıristiyanlık değerlerine bağlılığı ğiyle ve donanımıyla, ona esin veren nı biliyorum. üründen farklı bir sanat yapıtıdır. Fakat söz konusu operanın müzi Böyle olmakla birlikte, bütün bu ğindeki ve librettosundaki güçlü din aşamalarda, ana metinden (ve fikir sel vurgu ve büyük ölçüde de bunla den) pek de uzağa gidilmemesi gerek rın sonucunda sahnelemeye esas olan tiğini düşünürüm. AKSAK DÜNYA Defalarca sürülmüş ama sözünden dönmemiş Eşref, 150 yıl önceden sanki bugüne sesleniyor ALPERİZBUL @teorisyen Bu hafta sizlere çok sevdiğim Şair Eşref’ten bahsetmek istiyorum. Gerçi çoğunuz biliyorsunuzdur ama bilmeyenlere, Eşref’i tanımayanlara belki bir tanışma şansı vermiş olurum. Şair Eşref, Osmanlı’da bugünkü iktidar sahiplerinin çok sevdiği II. Abdülhamit döneminin en sıkı muhaliflerindendir. Hiciv yani bugünün Türkçesiyle yergi şiiri diyebileceğimiz türde, Divan edebiyatı üslubunda dili öyle kullanır ki kimi zaman son derece sert küfürler etse de kulağa keyif veren bir melodi gibi gelir. MISIR ELDEN GIDINCE Şiir ve dörtlüklerinde dilini hiç sakınmayan şair, bu nedenle bir devlet bürokratı olarak defalarca sürülmüş ve hapse girmiştir. Yıl hakkında farklı söylenceler olsa da genellikle 1847 yılında Manisa Kırkaağaç’ın Gelenbe kasabasında doğduğu söylenir. Çağının ilerisinde bir kafaya sahip olduğu bugüne ulaşan şiir ve dörtlüklerinden rahatlıkla anlaşılabilir. Şim dilik Eşref’in hayatını sizlerin araştır “Vakti fırsat gözetir Şahı Cihan / Tu masına bırakıp yaşadığı çağdan bugü tar elbet elinden kaçanı / Gene sahip olur ne hâlâ geçerli olan bazı dörtlüklerine inşallah / Mısır’ın kaldı elinde koçanı.” göz atalım. Başta da söylediğim gibi bir de yaka Eşref, yobazlığın, dalkavukluğun ve sı açılmadık küfürleri şiirlerinde çekin liyakatsizliğin düşmanıydı. Bu meden kullanır Eşref. Bunlardan nu bugün de geçerli olabile birinin üç buçuk mısrasını ve cek bir dörtlüğünde şöyle receğim, gerisini internetten dile getirir: siz bulursunuz artık. Koz “Sarıklı gördüğün ca vermemek lazım birileri hilleri zanneyleme nev nin eline. Zaten üç buçuk vab / Kurutmak içün mısrasını vereceğim bu drahtı mülkü güya bir dörtlük de tam bunu an diken sarmış / Başından latır nitelikte. Malum, hü boynuna indir, anınla boğ kümete göre Türkiye ifade hemen kelbi / Sarık sanma, Şair Eşref özgürlüğünde çok ileri ya! O bir ölmüş beyne tutmuş bir ke kadar ileri ki bir arıza çıkmasın fen sarmış.” diye üç buçuk mısra yeter bence. Şa Bugünün Türkçesiyle yazarsak; ir burada II. Abdülhamit döneminde ilan “Sarıklı gördüğün cahilleri vekil (ay edilen meşrutiyetin bir işe yaramadığını dın, yetkili) sanma/Devlet ağacını ku şu dizelerle anlatıyor: rutmak için adeta bir diken gibi sarmış/ “Vakti istibdatta söz söylemek mem Başından boynuna indir, onunla boğ he nu idi / Ağlatırdı ağzını açsan hükümet men köpeği/Sarık sanma, bir ölmüş bey ananı / Devri hürriyetteyiz şimdi değişti ne tutmuş bir kefen sarmış.” kaide / Söyletirler evvela, sonra.....” Şair Eşref, Mısır’ın Osmanlı’nın elin Bu dörtlüğün de bugünün Türkçesiy den çıkması üzerine de II. Abdülhamit’e le yazılmasına gerek yok sanırım. Hadi şu mısralarla yükleniyor: haftaya görüşürüz. UYKUYU BOZGUNA UĞRATALIM Uykum dağılır, ruhum Geceleyin seni arar. Döşeğimde Bir başıma, gövdeme yenik düşerim. Yalancı düşlerinde uykunun, Bir bakarım, yanıma uzanmışsın. Hadi gel, düşlerim gerçek olsun, Uykuyu bozguna uğratalım. Petronius (1. yüzyıl) Celâl Üster’in derleyip çevirdiği “Aşk OlsunEski Ozanlardan Sevda Şiirleri” kitabı Can Yayınları’ndan çıktı. Kitapta, MÖ 3000’den MS 17. yüzyıla uzanan aşk şiirleri var. AŞK ÜÇ KEZ SOYAR Sen ne dersen de, Aşk insanı üç kez soyar: AŞKA DÜŞMÜŞÜM Umarsız kılar, Elcağzıyla diktiği firavuninciri uykudan eder, handiyse dile gelecek derken, anadan doğma bırakır. fısıldaşıyor yaprakları baldan tatlı. Diophanes (MÖ 2. yüzyıl) Alaca dallarından sarkan olgun meyvalar yeşim kızılı, göğeren dallar zümrüt yeşili. GÜL ÜSTÜNE GÜL Hem aşkımız bitmesin, ölümsüz olsun diyorsun, hem de el âlemin koynundan çıkmıyorsun. Düzenbazın tekisin, gül üstüne gül kokluyorsun. Megaralı Theognis (MÖ 6. yüzyıl sonları 5. yüzyıl başları) Sevdalım karşıda beni bekliyor. Irmak aramızdan akıp gidiyor, kumsalda timsahlar dolanıyor. Umurumda mı, dalıyorum ırmağa, yüreğim yarıyor azgın suları bir yiğidin korkusuzluğuyla. Gözü dönüklüğüm sana olan sevgimden, ey sevgili, ırmağa değil, aşka düşmüşüm. Eski Mısır (MÖ 16MÖ 11. yüzyıllar arası)
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle