Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
8 8 EYLÜL 2019 Kaz Dağları’nda yaşayan bir öykü: Hasan Boğuldu Sabahattin Ali’nin izinde ARİF KIZILYALIN Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Türk Dili ve Edediyatı Bölümü’nün genç öğretim üyesi Dr. Özge Şahin, sene sonu finalinde, “Sabahattin Ali’nin öykücülüğünü sormasa, öğrencilerinden ünlü romancının betimleme yeteğini anlatmasını istemese, inanın ki Edremit’teki Hasan Boğuldu Sütüveni, sadece “görülmesi gereken güzel bir ören yeri” olarak kalacaktı çoğumuz için. Belki, Kaz Dağları gündemde olduğundan yolumuz yine Balıkesir’e düşecek, yine doğal güzellikleri hayran hayran izleyecektik, amma velakin yeşilin maviyle kucaklaştığı topraklardaki destansı anlatıların Türk hikâyeciliğinde yarattığı kırılmayı yıllar sonra gözlerimizle göremeyecektik. emine ile hasan’ın aşkı Evet, “Hasan Boğuldu”, salt bir mesire yeri değil aslında Sabahattin Ali’nin psikanaliz kuramını müthiş gözlem yeteneği ile yoğurarak yeni Türk edebiyatına armağan ettiği bir öykünün adıdır. Ve öyle bir öyküdür ki bu, sizi ÇanakkaleBalıkesir karayolundan kilometrelerce yukarıdaki küçük bir şelale ile “hâlâ” el değmemiş gölete kadar çeker. Hele, hele iyi bir Sabahattin Ali okuruysanız ve Hasan Boğuldu’dan önce ünlü romancının ilk eseri Kuyucaklı Yusuf’u okumuşsanız, o heyecanla sütüvenin yolunu tutarsınız. Karayolundan çıkıp Zeytinli kent merkezini aştıktan sonra “Hasan Boğuldu 8 km.” tabelasını gördüğünüzde artık ünlü öykünün bir kahramanısınızdır. Hele hele, hikâyeyi birkaç kez okuyup her seferinde farklı bir tada varmışsanız, Emine Çınarı ile Hasan Boğuldu Göleti’nin turkuvaz ren gini görmek için yanıp tutuşur içiniz. Biraz tehlikeli, biraz da bozuk yolu aşıp ören yerine adım attığınızda ise artık Sabahattin Ali’nin öyküsündeki ya anlatıcı yazarsınızdır ya da Yörük kızı Hacer... Otoparkın hemen üzerindeki kafeden bozma, derme çatma restoranı aşıp doğal ürünler sa tan köylüleri gördüğünüzde, Beyobalı Emine’nin, öykünün başlarındaki, “Bostanların iyi çıktı, sarı oğlan, al sana bal getirdim!” sözü gelir. Ama gözünüz ne kestane balını görecektir o sıra, ne mis gibi kokan ıhlamur dallarını. Bir an önce koca koca taşların üzerinden sekerek Hasan Boğuldu Sütüveni’ne çıkmak istersiniz.. Öyküde anlatıcı yazarın “Suların yalayıp parlattığı taşlarda çıp lak ayaklarıyla seken Hacer’e yetişmek için güçlük çekiyordum” sözleri aklınıza gelir mutlaka. Eğer spor ayakkabı giymeyip yaz telaşı terlikle vurduysanız kendisini dağ yoluna vay halinize. Sırtınızda Hasan gibi 40 kiloluk tuz çuvalı olmasa da buram buram terlersiniz, “Eyvah düşüp kalacağım buralarda” diye. Yol, git git bitmiyor algısı oluşurken kafanızda, karşınıza sığca bir su birikintisi çıkar; hemen yanı başında ufak bir şelale. Bu kez öyküdeki anlatıcı karakter Hacer’in, Kunduz Büvetini tanımladığı dizeler canlanır gözünüzde: “Akması tel tel ince saç / Düştüğü yerde üç kulaç / Mavi su, ak köpüklü su!” Karşınıza çıkan “Gölete girmek tehlikeli ve yasaktır” sözü ise adrenalin etkisindedir. Yine tırmanırsınız ve artık karşınızda, Emine Çınarı’nın yapraklarının suyla öpüştüğü eski adıyla Gök Büvet, bilinen ismiyle Hasan Boğuldu Sütüveni belirir. Ürperirsiniz, Sabahattin Ali’nin satırlarını içinizden tekrarlarken: “Hasan bana yine seslendi; bugün beni Gök Büvet’te bekleyecek. Bu sefer sağlam kavilleştik, gayrı kavuşacağız!” demiş. Anası: “Amanın kızım, neler oldu sana?” diye ağlayıp dövünmüş. Kız bir yolunu bulup ortadan kaybolmuş. Akşamüstü oradan geçenler Emine’yi Gök Büvet’in yanındaki koca çınarın dalında, Hasan’ın çemberiyle asılı bulmuşlar. soğuk ama keyfi eşsiz Bundan belki 100, belki 150 yıl önce yaşanıp 1940’lı yıllarda kaleme alınan öykü sanki canlanır. Rüyada gibisinizdir; taa ki, suda yüzen bir gencin, “Hasan mıdır, nedir nasıl boğulmuş bu suda, boğulmamış donmuştur o, donmuş” diye girilmesi aslında yasak olan gölete dalış anına kadar. İster istemez, gerçek zamana dönüp mesire yerini ziyaret edenleri izlersiniz; canınız çeker, siz de kenarından, kıyısından girersiniz şelalenin tazelediği suya. Gerçekten buz gibi. Eğer 1015 dakika kalsanız hipotermiden komaya girmeniz işten bile değil. Hasan’ın nasıl boğulduğunu değilse de nasıl öldüğü canlanır gözünüzde. Evet su soğuk ama bir o kadar da cazip şu sıralar Kaz Dağları’nda, örneğin kirletilen doğal kaynaklar ülkesinde yüzdüğünüz suyu içme lüksüne sahipsiniz. Elbette 3 bilemediniz 4 dakikada dışarı çıktığınızda, uzunca bir normal ısıya dönme süreci yaşıyor vücudunuz; hatta 1015 dakika yürüyüp konaklama alanına indiğinizde bile eliniz kolunuz hâlâ buz gibi; ama serinliğin keyfi de eşsiz laf aramızda. Emine Çınarı, Hasan Boğuldu Göleti’yle sanki dudak dudağa. İçtik suyunu... Gölete gelenlerin çoğu edebiyat tutkunu yerli turistlerle, piknikçiler. Arkanız dağ ve şelale, önünüz eşsiz bir manzara. Yine öyküyü anımsarsınız: “Uzaklarda, Ayvalık’ın karşısındaki Cunda’nın alçak tepeleri, Kaz Dağı oralara siper olmadığı için, hâlâ güneşin kırmızı ışıkları içinde yanıyor; biraz daha arkada, Midilli’nin o taraflara uzanan kollarına karışıyordu...” Alandan ayrılamadan önce, Türkiye’nin belki de en el değmemiş suyunu doldurursunuz boş şişelere. Elbette dağ kekiği, bahçe nanesi, bal gibi incirler ve pazarlık usülü aldığınız kara kovan ballar da cabası!. Gerçekten su cenneti Kaz Dağları. Zeytinli’den Kadıköy’e, Akçay’dan Güre’ye kadar sa hilde bile Hasan Boğuldu’nun o mis gibi suyunu içebiliyorsunuz. İçtik de, elbette içimize kurt düştü. Hasta olur muyuz derken, Heramis Tatil Köyü’nde mola verdiğimizde su meselesini dostumuz Halil Al’a sorduk. Gülümsedi: “Eğer cam şişeniz varsa doldurun uzun süre aynı tadı korur bu bölgenin suyu şifalı. Hem termal, hem içilebilir özelliğe sahip.” Kaz Dağları’nın 1. derecede korunması gereken bölge olduğuna dikkat çekti. Yeniden aracınıza binip Edremit’le vedalaşırken, iyi ki Sabahattin Ali’yi okudum, iyi ki de Hasan Boğuldu’ya geldim derken, yol boyu Düzovalı Hasan ile Beyobalı Emine’nin aşkı zihninizden silinmez bir türlü; çünkü bu öykünün artık birer yaşayan kahramınısınızdır. Nasıl gidersiniz? BalıkesirÇanakkale karayolunda Edremit ilçe sınırını geçtikten sonra Zeytinli tabelasından dağlara sapıyorsunuz, Zeytinli köy meydanını geçerken tabelalar sizi Hasan Boğuldu’ya yönlendiriyor. Zeytin ağaçları arasında bozuk bir yoldan mesire yerine ulaşıyorsunuz, otomobil başına 21, kişi başına 7 TL ödeyip, doğa ile kucaklaşıyorsunuz.