22 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

8 7 NİSAN 2019 Reentko Dirks Ustalar Konserler öğrencilere 30 TL. Tam bilet 50 TL. buluşuyor Virtüözleri buluşturacak 1.Uluslararası İstanbul GG Gitar Festivali, yarın akşam 19.30’da, Beyoğlu’ndaki Aynalı Geçit Konser Salonu’nda, Arjantinli ünlü gitarist Ricardo Moyano’un konseriyle başlıyor. Moyano, Madrid Konservatuvarı’nda eğitim gördü. 1993 yılından beri Türkiye’de yaşıyor. İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarı’nda öğretim görevlisi.Gitarist Bekir Küçükay ve arp sanatçısı Yonca Özkan’la vereceği konser ise 9 Nisan Salı akşamı. Küçükay, Başkent Oda Orkestrası, Türkiye Filarmoni Derneği Hafif Müzik Orkestrası, K.K.T.C. Senfoni Orkestrası ve ülkemizdeki tüm senfoni orkestralarının konserlerine, solist olarak katıldı. Çeşitli radyo ve televizyon programları yaptı. en yetenekli gitarist Yeni neslin en ümit vaat eden gitaristleri arasında gös terilen Bilal Karaman ise 10 Nisan’da festivalin konuğu olacak. Arjantin’deki Guitarras del Mundo (Gitar Günle ri) dahil pek çok festivalde yer alan usta gitarist Hüsrev İsfendiyaroğlu, 12 Nisan Cuma akşamı müzikseverler le buluşacak. İsfendiyaroğlu, 1986’da İspanya’da Santi ago de Compostela Ustalık Sınıfı’nı bitirdi. İstanbul Bil gi Üniversitesi Müzik Bölümü’nde dersler verdi. Müjdat Gezen Sanat Merkezi Vakfı Gitar Bölüm Başkanı. İstan bul Müzik Akademisi’nde gitar eğitimi veriyor. “En yetenekli perdesiz gitar virtüözü” olarak gösteri len gitarist besteci Cenk Erdoğan, 10 Nisan’da konser verecek. Erdoğan, Bilgi Üniversitesi Müzik Bölümü bi rincisi. Çağan Irmak’ın Is sız Adam filminin müzik lerini yaptı ve ödül aldı. Sezen Aksu ile çalıştı. Pek çok sanatçının orkestrasını yönetiyor. 5 albümü var. Festivalin kapanış kon serini 13 Nisan’da perde siz gitar virtüözü Erkin Çavuş ile Alman müzis yen Reentko Dirks (Duo Kalkan) veriyor. Dirks, klasik müzik eğitiminin Cenk Erdoğan yanında Flamenko ve Do ğu müziği ile ilgilendi. Hindistan, İsrail gibi Asya ülke lerinde yöresel stilleri inceledi. Dresden Müzik Yüksek Okulu’nda eğitim gördü. Çavuş ise Dresden’de “Carl Maria von Weber”de master yaptı ve ders verdi. Benzersiz doğa, dallarda limonlar, rönesans dönemi İtalyan şairi Tasso... Sorrento’nun adına ilk kez yıllar önce AnaBritannica Ansiklopedisi’nin sayfalarını karıştırırken rastlamıştım. Kendine özgü, hoş kokulu limonlarıyla ünlüdür diyordu, bu küçük İtalyan kenti için. Yeryüzünde insandan başlayıp kurdun kuşun derdine dek her şey şairlerden sorulur ya, o gün aklıma düştü o limonların kokusu. Önce nasıl bir coğrafyada yetiştiklerini merak edip haritada yerini buldum. Napoli Körfezi’nin güneyinde küçük, dağlık bir yarımada üzerindeydi. Yarımadanın güney kıyılarında Amalfi, Positano gibi başka küçük yerleşimler de vardı. Otomobil yolculuklarının en iyi yanı, istediğiniz yere gidebilme, istediğiniz yerde konaklayabilme olanağı sağlaması. Limoncello’nun limonu Dallarda limonlar “Costa Amalfitana” tabelasını görüp de o daracık yola girdiğinde insanı ürküntüyle karışık bir heyecan sarıyor. O denli dar bir yol ki, iki aracın yan yana geçebilmesi bile çok zor. Denize dimdik inen kayaların içine oyulmuş bir yol. Yolun dışında ise hiç benzeri olmayan bir doğa. Dik yamaçlardaki daracık setlere kurulmuş küçücük evler ve bahçelerde asma çardakları andıran küçücük limon bahçeleri. Limonlar, tıpkı asma çardaklardaki üzüm salkımları gibi, dallardan aşağı sarkıyorlar. Olağan durumlarda insanoğlunun yerleşmek için çaba göstermeyeceği çetin doğa koşullarını barındıran yöre, daha Romalılar döneminde ılıman iklimiyle gözde bir dinlence yeri olmuş. Yarımadanın kara tarafında, Vezüv Yanardağı’nın patlaması sonucu lavlar altında kalarak yok olan Pompei kenti, deniz tarafında ise Roma imparatorlarının yazlık saraylarının bulunduğu Capri adası var. İNSAN CÜMBÜŞÜ İki bin yılda insanoğlu, yapılarıyla, bahçeleriyle, yollarıyla burada masalların büyüleyiciliğinde bir küçük cennet yaratmış. Kayalarla denizin buluştuğu kimi yerlerde oluşmuş küçük kumsallar hiç olmadık bir şeyle karşılaşmışçasına şaşırtıcı geliyor. Yol boyu tanık olduğum kalabalık, bir mola verip biraz dinlenmek, biraz da kenti dolaşmak için durmayı planladığım Amalfi’ye geldiğimde daha da somut biçimde karşıma çıktı: Amalfi’den sonra duracak bir yer bulabilme umuduyla Positano’ya doğru yola çıktım. Amalfi ile Positano birbirinden yaklaşık on beş kilometre uzaklıktalar. Ancak bu uzaklığı aşabilmek, hem yolların güçlüğü hem de kalabalık nedeniyle saatler alıyor. Sonunda yine bir tepeden Positano’yla karşılaşıyorum: Denizden öylesine dik yükseliyor ki kent, neredeyse her yapı bir merdiven basamağı gibi. Evler birbirlerinin çatılarına kurulmuş gibi üst üste basamaklar oluşturmuşlar, kıyıdan tepelere dek. Her yan anababa günü. İnanılmaz bir insan cümbüşü. Turgay Fişekçi Limoncello likörünün kenti Sorrento sırf dallarından sarkan kendine has limonlarıyla değil coğrafyası ve kültür – sanat haritasındaki önemiyle de dikkat çekiyor. Geniş limon bahçeleri Yol yarımadanın tepesine dek çıkıp ora bir sokaktan döne döne inmek gerekiyor. Yörenin limonları dan Sorrento’nun bu nın tat ve kokularının lunduğu kuzey kıyı güzelliği yanında bir larına inmeye başlı özelliği de iri ve buru yor. Bu taraf güneye şuk kabuklu olmala göre biraz daha düz rı. Gerek dallarda sal lük. Ve daha geniş li lananlar arasında ge mon bahçeleriyle rekse manavlar kaplı. da satılanlar Sorrento, da orta bü öteki yer yüklükte bir leşimle kavun irili re göre yi ğinde olan ne yüksek lar var. volkanik Bunca ünlü kayalar üze limondan ya rinde ama gö pılan “Limon rece düz bir alan. cello” adlı likör, bü Roma döneminden tün yarımadanın en günümüze kesinti özgün ürünü. Yöre siz uzanan bir tarih ve nin iri taneli beyaz kültür kenti Sorrento. üzümlerinin de tıpkı Kent merkezinde li limonlar gibi, kendine se edebiyat kitabımız özgü kokuları var. dan adını anımsadı Denizin çok hoş bir ğım Kurtarılmış Ku rengi var. Hafif süt düs adlı yapıtıyla ün lü bir lacivert. Güneş lü Rönesans dönemi vurdukça pırıl pırıl ışı İtalyan şairi Torqua yor. Körfez’de üç ün to Tasso’nun heykeli lü ada var: Capri, Isc var. Şair 1544’te bu hia ve Şilili Ozan Pab rada doğmuş. Alan da lo Neruda’nın yaşamı onun adını taşıyor. nın bir bölümünün an Deniz ve liman aşağı latıldığı Postacı filmi da. Merdivenlerle ya nin çekildiği yer olan da kaldırım taşı döşeli Procida. ‘Halkın sanatçısı olur, sarayın soytarısı!’ 1 Sabah ailece sandığa gittik. Demokrasi inancım yok elbette. Düzen içi bir çözüme inanmam mümkün değil. Mesele açık; düzen dediğimiz “cehalet” sırtında yükseliyor. Akıllı, duyarlı, soran insan düzen bozuyor. BELLEK YARALIYDI 2 SHP herkesi şaşırtarak tüm belediyeleri almıştı 1989’da. 12 Eylül faşizminden kurtulacağımızın umuduydu. Sevinçle kendimizi İstiklâl Caddesi’ne atmıştık. Belki eskilerin yaptığı gibi kı lığımıza kıyafetimize özel çeki düzen vermemiştik ama günlük giysilerimizden baş kaydı üstümüzdekiler. Dalan’ın çehresini boz duğu, keyfi yönettiği şehrimize güneş doğmuş tu yeniden. (Umut fakirin ekmeği sonra ‘milli görüş’ün eline düştük) Tarık Zafer Tunaya Kültür Merkezi’nde (Eski evlendirme dairesi) cumaları Enis Ba tur ve Oruç Aruoba söyleşisi yapılıyordu. Ana baba günü olurdu salon, insanlar yerlere otu rur, şiirle felsefenin iç içe geçtiği o düşünce/ edebiyat dolu söyleşilere kulak verirdi. Genç ler özgürlük ortamını sevmişti, Özal’ın da yattığı liberal tezlere isyan ediyordu insanlar. Ucuz yararcılığa inat entelektüel dönüşüm ça bası vardı. Bellek yaralıydı elbet, işkenceler, idamlar, mahpusluklar ardından kendine gel meye çabalıyordu toplum. nE GÖREYİM! 3 Geçen hafta, 27 Mart sabahı uyandım ki ne göreyim, sosyal medyada “Dünya Tiyatrolar Günü” kutlama mesajı yayımlamış Cumhurbaşkanı, bir video eşliğinde. Oynak bir melodi, tiyatromuzun ünlü isimleri dizilmiş yan yana, Nilgün Belgün kapmış mikrofonu, üçüncü sınıf pop şarkısını söylüyor: “Hayat Varsa Sanat Var” diye bağırıyor. Seçime beş kala neden bu “Hayat” öpücüğünü vermek istediler anlamış değilim iktidara! Daha doğrusu anladım da, onlar adına utandım. Şöyle baktım; Oya Başar, Nevra Serezli, Gülen Karaman, Tamer Karadağlı, Doğa Rutkay, Şebnem Özinal, Göksel Kortay, Kerem Atabeyoğlu, Hakan Altıner göbek havasına eşlik etmekte. Ama esas aktör Haldun Dormen! Rastlantı değil bu isimlerin orada olması… 4 1 2nilgün bizi kandırdı! Eylül faşizmi elbette Dostlar Tiyatrosu, Ankara Sanat Tiyatrosu gibi toplumcu kurumları hemen hedef almıştı. Şehir Tiyatrosu’nun en seçkin sanatçıları ya kaçmak zorunda kalmış ya işinden olmuşlardı. Haldun Dormen bu ortamda varlığını sürdürmekteydi. Neden mesleğin duayeni olduğu belirsiz Dormen (bir de Doğan Hızlan neden edebiyatın cumhurbaşkanıdır hiç anlamam!), üçüncü sınıf, içeriksiz müzikaller yapmakla meşguldü o sıra. Şan Tiyatrosu’nda eğlencelik işler yapılıyordu. Zenginleri eğlendirmeye meraklı Haldun Bey berbat vodviller sahneliyordu bir yandan. Hakikatin üstünü örtmekle uğraşıyordu. O geleneğe (Dormen) sırtını dayayıp da cesur, ilerici, toplumcu, gövdesini halkı için or Küçük Sahne’den büyük çığlık yükselmekteydi. Faşizme inat Ferhan Şensoy Ortaoyuncular “Şahları da Vururlar”la büyük ses getirdi.... taya koyan kimseciklere rastlamadım bu güne dek! Belli ki koşarak gitmişler klip çekimine. Sosyal medyadan tepki gelince de hep bir ağızdan “Nilgün bizi kandırdı” dediler. Kendi gözlerimle gördüm, Dormen Bey sabahın köründe cumhurbaşkanlığı logolu videoyu sosyal medya hesabından paylaşmıştı. Geçiniz bunu… Direniş varsa sanat var 5 K üçük Sahne’den büyük çığlık yükselmekteydi. Faşizme inat Ferhan Şensoy Ortaoyuncular “Şahları da Vururlar”la büyük ses getirdi, ardından “İçinden Tramvay Geçen Şarkı Geldi” İstiklal Caddesi’ne gestapo kılığıyla oyuncular çıkıyor, önüne gelene kimlik soruyordu. Sindirilmiş, korku dolu gözlerle bakan insanlar “siz kimsiniz” diye soramıyor, hemen kimliğini gösteriyordu oyunculara. Faşizmin nasıl ürkütücü olduğunun belgesiydi bu. Oyun kapalı gişe oynadı yıllarca. Özal kıçımıza ne giyeceğimize kadar karışmaktaydı. “Muzır Yasası” diye uygulama konuldu yürürlüğe, erkek dergileri poşete tıkıldı! Durur mu Ferhan Şensoy, hemen “Muzır Müzikal”i yaptı. Şan Tiyatrosu sonunda ciddi bir oyunla perde açtı. Şensoy ağzını açınca alkış kopuyordu. İnsanlar baskıdan bıkmıştı, tepkisini böyle koyuyordu. Bir sabah uyandık ki, meğer elektrik kontağından çıkan yangında Şan Tiyatrosu kül olmuş. Kaza dediler, orada bir tiyatro emekçisi can verdi. Tarihimize faili meçhul tiyatro suikastı olarak geçti olay! Yangının ardından ayağa kalkmak için apar topar “Ferhangi Şeyler”e başladı Şensoy. 2500 oyun oldu, sürmekte. “Direnç Varsa Sanat Var” KABARE BUYMUŞ meğer 6 Devekuşu Kabare’yi ilk Kızıltoprak Kent Sineması’nda izlemiştim. Kandemir Konduk’un yazdığı “İnsanlığın Lüzumu Yok”u oynuyorlardı. Tümü siyah giymiş oyuncular sahnede yerlerini alıp, piyano eşliğinde ilk şarkıya girdiklerinde büyülenmiştim. Kabare dedikleri buymuş meğer, çocuk aklıma kazınmış. Zeki, Metin ikilisini defalarca izledim sonrasında. Oyunların hem videoları yayımlandı, hem de kasetten dinler olduk, benim kuşağım neredeyse ezbere bilir, Beyoğlu Beyoğlu’nu, Aşk Olsun’u ve daha nicelerini. Darbe koşullarında tiyatro özel işlev görüyordu. Halkın gözü, kulağı, sesiydi. Kabareyi ülkeye getiren usta Haldun Taner. Şöyle düşününce; Gülriz Sururi Engin Cezzar Tiyatrosu’nun aklımıza kazınan “Keşanlı Ali”si onu, Zeki Alasya, Metin Akpınar gibi iki genci bulup çıkaran, Devekuşu Kabare efsanesini yaratan yine o ve belki dünyanın en özgün oyun yazarlarından (tiyatrocularından) Ferhan Şensoy’un ustası yine Haldun Taner. Demem o ki, gün geliyor, biri anımsıyor ve yazıyor. bİRKAÇ DİZE... 7 Oruç Aruoba “hani”den; Çamın iğne yaprakları kıpırtılı (son sigaram) Baktım denize: güneşle kaplı Ama yorgun gibi geldi bana Sanki, o yiterken uzakta Karanlığı karşılamağa kararlı C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle