02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

8 24 KASIM 2019 Aşağı baksan mozaik, karşıya baksan dağlar... Hem müze hem otel A ntakya’nın en güzel yanı birlikte yaşama kültürüdür. Adlarını ilk burada alan Hıristiyanlar, Yahudiler, Müslümanlar aynı sokaklarda, aynı yemekleri yiyip, aynı şarkıları söyleyerek birlikte yaşarlar. Şehrin pek yakında ününü bütün dünyaya taşıyacak olan bir mimari yapısı, MüzeOtel de adeta birlikte yaşama kültürünün bir örneği; 2 bin 500 yıllık tarihi dokunun üzerine günümüzün teknolojisiyle inşa edilmiş ve uzay gemisini andıran bir otel! Altı kaval, üstü şişhane değil, altı müze, üstü otel. “Şart midur” diye sordum, anlattılar. Biraz şart olmuş. Hikâye, Asfuroğlu ailesinin, şehir merkezinin biraz dışında depo olarak kullandıkları bir araziyi değerlendirerek 400 odalı bir otel yapmak istemesiyle on yıl önce başlıyor. Bölge 3. derece sit alanı ama üzerinde yapılaşma izni var. Ancak, otelin temelini derin kazmak ve altında otopark, spa, vb. yerleştirmek istendiğinde altında arkeolojik eser olup olmadığını görmek için kuyular açıp bakmak zorunluluğu doğuyor ve başa gelmedik kalmıyor. Çünkü sadece burası değil tabii, bütün bölge, eşelesen antikite çıkan bir zenginlikte. EYFEL KULESI’NDEN ÇOK ÇELIK 29 adet kuyu açılıyor ve 17 bin m2’lik bölgenin tamamında arkeolojik kazı yapılmasına gerek duyuluyor. Normal koşullarda otelin yapımı iki yıl sürecek ve 400 yataklı olacakken, arkeolojik kazı yıllar sürüyor, otelin oda sayısı 200’e düşürülüyor ve kazı alanına zarar verilmemesi için tamamı elle ve her birinin başında bir arkeolog bulunması koşuluyla açılan 66 kuyuya yerleştirilen çelik kolonlar üzerinde bir inşaat yapılıyor. Bunu bir ormanda ağaçlar üzerinde yapılan odalar gibi düşünün! Projede Paris’teki Eyfel Kulesi’nin üç misli çelik kullanılıyor, otelin maliyeti 3540 milyondan 120 milyon dolara çıkıyor. Bu inanılmaz hikâyeyi, MüzeOtel’in içinde sahiplerinden dinlerken hem gördüklerimizden hem dinlediklerimizden ağzımız açık, anlamaya çalışıyoruz. Arazinin ve otelin sahibi Necmi Asfuroğlu ise çok sakin. Kızı ve oğluyla birlikte işe baş koymuş bir kere. Kısaca “Çocuklar da tereddüt etti, oğlum makine mühendisi, karşı çıktı. Ancak vazgeçelim dediklerinde 20 milyon dolar harcamıştık! Bitireceğiz dedim. Kredi almadık, ailenin varlıklarını elden çıkardık. Çalışanlardan 325 kişi hasta oldu. Kuyuların içinde çalışmak kolay mı? Birçok mimar tarihi eserde çalışmak zor diye kabul etmedi. En iyisi olsun istedim. Emre Arolat üstlendi.” Arolat burada ustalığını konuşturmuş diyor herkes ama mühendislerin payını unutuyor. O kutu kutu odaları, lokantaları uzay gemileri gibi çelik kolonların üzerine oturtmak da bir mühendislik başarısı, kabul edelim! YAZGÜLÜ ALDOĞAN Hatay’da ilk kez yapılan bir konseptle, arkeolojik kalıntılara zarar vermeden çelik sütunlar üzerinde yükselen 5 yıldızlı otel, müzeye de tepeden bakıyor. Necmi Asfuroğlu duy da inanma! Otelin altında, Kültür ve Turizm Bakanlığı’na devredilen ve Necmi Asfuroğlu Arkeoloji Müzesi olarak adını taşıyan kazı ise Hatay Üniversitesi’nden Prof. Dr. Hatice Pamir başkanlığında tamamı Türk 35 arkeolog ve 120 işçi ve tamamı Türk finansmanı ile 1930’dan sonra yapılmış ilk büyük kazı niteliğini taşıyor. MÖ 3. yy’dan MS 2. yy’a kadar olan mozaikler ve duvarlar, künkler bulundukları yerde sergileniyor. Mozaiklerin en ilginci Pegasus ve Kuşlar hemen hiç bozulmamış. ARKEOLOJI MERAKLILARINA Otele gelince, böyle değerli bir arazi üzerine yapıldığı için hiçbir masraftan kaçınılmamış. 200 lüks odanın yanı sıra, Hatay Mutfağı’nın özelliklerini de yansıtan ama farklı konseptlerde 5 restoranı, SPA merkezi, çeşitli büyüklüklerde toplantı, balo ve konferans salonları bulunuyor. Şefin elinin lezzetine bizzat garanti veririm. Meze çeşitleri yerel lokantaları aratmıyor ki otelde böylesini bulmak zordur. Otelin bir güzel tarafı da manzarası, aşağı baksan müze, mozaikler, karşıya baksan dağlar! Müze alanı bakanlığa devredilmiş ama henüz açılmamış. Balık tutan Eroslar mozaiğinde hepsi doğal taşlardan 160 farklı renk tonu var! Çok paraya ve emeğe mal olmuş, yolu açık olsun. Şehirde asayiş berkemal ama gel de uzaktakine anlat. Suriye krizi olmasa bu otel dolacak taşacak. Yine de arkeolojiye, gastronomiye meraklı olanlar kendilerini tutamayacak, inşallah gelecek. Sabiha Asfuroğlu Pegasus ve Kuşlar mozaiği Mahler Oda Orkestrası Mahler İstanbul’da A vrupa’nın en tanınmış oda orkestralarından olan Mahler Oda Orkestrası, 13 Aralık Cuma akşamı İş Sanat’ta İstanbullu müzikseverlerle buluşacak. 20. yüzyıl klasik müzk literatürünün en önemli şeflerinden Claudio Abbado tarafından 1997 kurulan ve prensiplerini günümüze kadar taşıyarak, hayallerinin peşinden giden müzisyenleri bir araya getiren orkestra, hem oda müziği hem de senfonik eserlerden oluşan oldukça geniş eser birikimine sahip. 20 ülkeden müzisyenlerin oluşturduğu müzik topluğu, barok dönemden günümüze kadar çeşitli eserlerle İstanbullu müzikseverlerin karşısında olacak. Üflemeli çalgılar alanında bir ikon olan Stefan Dohr, piyanist Holger Groschopp ve timpani ustası Mathias Kelemen de sahnede yer alacak. Konser 20.30’da başlayacak. MÜZIK, TIYATRO, EDEBIYAT İş Sanat’taki bir başka klasik müzik etkin liği ise çocuklara yönelik. Fırtına isimli oyu nu, Geveze Piyanist ve Spolinist Öykü Ti yatrosu sahneye koyuyor. Piyanoda Emir Gamsız’ın, yönetmen kol tuğunda Ege Maltepe’nin olduğu oyun da, Ceyda Dü venci anlatan olarak yer alı yor. Gösteri 15 Aralık Pa zar günü sa at 15.00’te İş Kuleleri Salonu’nda. Piyanist Stefan Dohr Omar Sosa, 17 Aralık Salı ak şamı, yedi yıldır beraber çaldığı caz trompet çisi Paolo Fresu ile sahne alacak. İkiliye, caz dünyasının ritim ustası olarak bilinen perküs yonist Trilok Gurtu eşlik edecek. Türk edebiyatının usta ismi Yaşar Kemal’in Tek Kanatlı Bir Kuş isimli öykü sünün sahneleneceği etkinlik ise edebiyatla müziği bir araya getiriyor. Serdar Yalçın’ın bestelediği, Mehmet Birkiye ve Atilla Birkiye’nin hazırladığı etkinlik, 22 Aralık Pazar günü saat 17.00’de ve 23 Aralık Pazar tesi günü saat 20.30’da ücretsiz olarak izleyi ci ile buluşacak. Şehirler, mektuplar, türlü sorular... 1 K erameti kendinden menkul milli eğitim bakanı yeni âdet çıkardı, tatilleri böldü. Koca yazı çalışarak tamamladı Nisan. Dinlenmek hakkı: “Söyle bakalım tatile nereye gidelim” diye sordum. Artık genç kız oldu, tercihleri belirgin. Kaç zamandır hayvan sevgisini gözlüyorum. Dobi’nin varlığı onu çok güzel dönüştürdü. Bir hayvanla yaşamanın ne denli öğretici olduğunu gördüm. Tuhaf olan, bendeki gecikme hissi. Keşke yaşamımı böyle bir dostla geçirseydim, diye düşünüyorum. 2 N isan, Kemalpaşa’da kurulan, çoğunluğu sakat, çaresiz hayvanlardan oluşan Angelsfarm’a gitmek istedi. Sosyal medyadan izliyordu. Hayvanları kurtarma amaçlı çabalıyor Sibel Çakır. Maddi varlığının tümünü bu işe vakfetmiş. Destek olmak gerek. Nisan’ın başka türden seçimler yerine bunu yeğlemesi hoşuma gitti. Defne’yi de aldık düştük yola. Angelsfarm bizi çoksesli karşıladı. Hemen gezmeye koyulduk çiftliği. Güreştirilmeye çalışılan deve Çamur’la tanıştık önce. Hayvan barışçı çıkınca sucuk yapmaya gönderilmiş. Sibel Hanım ve dostları parayı toplayıp kurtarmışlar Çamur’u. Bu kadar yakından deve görmek, beslemek, tarifsiz, güzel deneyim oldu. Kurban bayramında kesilmek üzereyken kaçan Ferdinand’la tanıştık ardından. Meşhur boğa mutluydu. Baba olmuş, oğlunun adı Ferdi. Derken iki şahane kuzuyla tanıştık. Henüz dünyaya gelmişler, adı Yıldız olanı kucağıma aldım. Anne biraz huzursuz oldu, onu da sevdim, zarar vermeyeceğimi anladı yavrusuna. Bir de ayakkabı bağcıkları çözmeye meraklı Elif’le karşılaştık. Sevimli koyun pek oyuncuydu. 3 A ngelsfarm, kimselerin güzel bulmayacağı, istemeyeceği hayvanlara ev sahipliği yapıyor. Fayton zulmün Çamur den kurtarılmış at, ayağı doğuştan olmayan bir inek çiftlik sakini. Hepsi bir arada! Ortam huzurlu gerçi, yine de elle tutulur hüzün var. Hayvanların dünyasına girince başka türlü hissediyor insan. Domuzun güzelliği mesela! Nisan’ın hayvanlar içinde mutluluğu görülmeye değerdi doğrusu. Bunca hoyratlığın kol gezdiği ortamda, çocuğumun müzik eğitimi alması, hayvanlara bunca düşkünlüğü, ne yalan söyleyeyim hem mutlu ediyor hem de kaygılandırıyor. 4 Urla’ya doğru yola koyulduk. Pek alışık değilim kısa tatillere. Yanıma yine türlü kitaplar aldım. Hepsini okuyacak mıyım? Hayır. Bu garip alışkanlık işte, elde olmadan dolduruyorum. Bereket araçla gidiyoruz da yük ağır gelmiyor.. Urla’da, bir tür masal sokağı yaratılmış. Sağlı sollu kahveler, el işi dükkânları var. Uygar görüntü, çeşit çeşit insanlar var. Kendimi niye yabancı sayıyorum? Yapay geliyor çevre. “Sanat Sokağı” çok güzel, nedense ben tedirginim. Akşam gittiğimiz lokanta pek lükstü. Tatlar güzeldi ama meyhaneyi tercih ederim doğrusu. Öğleden sonra gittiğimiz esnaf lokantası güzeldi. Altı odalı bir aile otelinde kaldık, alt kat galeri. Sadeliğini sevdim. 5 Enis Batur’un “Pasaport Damgaları” kitabını keyifle okuyorum. Kalın kitap için tür adı olarak ne denebilir? Batur “Şehirlerarası” demiş. Güzel buluş. Gezi güncesi desem karşı çıkar mı acaba? Yıllardır günce tutan biri olarak bu türden metinleri seviyorum. “Görsel algının bunca baskın olduğu dönemde, insan neden yazıyla bir şehri kavramak istesin ki” diye sorulabilir. Soru güzel, yanıt kolay: Yazı ruhumuzu derinlemesine açığa çıkaran anahtar görevi üstlenir. Her kişi, içinde bulunduğu şehirle arasında başka türden bağ kurar. Eğer gezenin, yaşayanın dünyasına yakından bakmak isterseniz hiçbir mercek size yetmez. Batur, lezzetli diliyle bizi gezintiye çıkarıyor. Bir yandan duygusal, düşünsel durumunu görüyoruz; öte yandan o şehirlere dair öznel fikirler sıralıyor, öğreniyoruz. Venedik, Prag, Paris benim de içinden geçtiğim şehirler. Farklı yaşlarda orada bulunup benzer izlenimler edinmek, düşüncelere varmak ilginç geldi. Aramda köprü kurdum Batur ile. Geç okuduğum, büyük lezzet duyduğum Demir Özlü’nün üçlemesi düştü aklıma. Amsterdam, Paris ve İstanbul’da geçen üç öykü: “Bir Beyoğlu Düşü”, “Berlin’de Sanrı”, “Kanallar”. 6 H ıfzı Topuz’un “Anılar ve Mektuplarla Melih Cevdet” kitabını bitirdim bu arada. Aralarındaki ilişkiye dair açığa çıkmamış bir şeyler olduğu kanısına vardım sonunda. Anı yazmak, hele de ölen biri ardından güçtür. Yanıt hakkı olmayan birine dair kalem oynatmak risklidir. Melih Cevdet’in kolay biri olmadığını seziyorum. Büyük düşünürler, yazarlar açısından yaşama katlanmak güç. Hıfzı Bey “Akan Zaman Duran Zaman” kitabında yazdıklarına yanıt veriyor biraz olsa da Melih Cevdet’in. İhtiyatlı. İnsan derinlemesine bilmek istiyor konuyu. Neden bunca merak sahi? Sevdiğimiz büyük yazarların yaşamının gizini çözmek isteriz. 7 M ektuplardan birinde Melih Cevdet Anday dostça nasihat ediyor Topuz’a. Yurtdışından gönderdiği kimi yazıların Cumhuriyet’te yayımlanmamasına içerliyor anlaşılan Hıfzı Bey. Bu durumun sıkça başa geldiğinden söz ediyor şair. Artık kolay küsmelerin, bırakıp gitmelerin doğru olmadığından söz ediyor. Şöyle yazıyor: “Cumhuriyet’te daha çok yazın çıksın diye herkes söylüyor. Yani yazdıkların beğeniliyor. Ben, az yazıyorsun sanıyordum. Demek bazılarını da koymuyorlar öyle mi? Aynı işi bana da yapıyorlar. Nadir Nadi olmasa hiç koymayacaklar. Bu gazetede bir aklı başında adam o. Hatta bir ara ona karşı da harekete girişmişler, gazetenin içinde. (…) Dargınlık çıkarma. Görüyorsun ki bu bahislerde pişmişim artık ben. Öyle ilk mukabil davranışta çekip gitmek yanlış, çok yanlış.” ENVER AYSEVER KURŞUNKALEM Angelsfarm, kimselerin güzel bulmayacağı, istemeyeceği hayvanlara ev sahipliği yapıyor. Fayton zulmünden kurtarılmış at, ayağı doğuştan olmayan bir inek çiftlik sakini. Hepsi bir arada!
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle