Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
24 KASIM 2019 7 Tuluhan Tekelioğlu: ‘Yeni Havva’lar olarak eski Âdem’leri yeneceğiz’ İşi gözden uzak olanları bulmak Bir tweet’le işinden kovdular onu. Meslekte iyi işlere imza atmış, birikimli, akıllı meslektaşlarımızdan biri Tuluhan Tekelioğlu. Şimdi, hazırladığı belgeseller aracılığıyla kamuoyunun dikkatini, bir süre gündemde kalan ama zamanla popüler ilgilerin uzağına düşmüş kişilere, konulara çekiyor. İşinden koparılmış olmasına üzülmüş elbette. Ama “Benim için dönüm noktası oldu gerçekten. İçimdeki gücü, potansiyeli ortaya çıkarmama yol açtı” diyor atılmasını yorumlarken. Bu öylesine, kendisini teselli amacıyla söylenmiş bir söz değil. Belgesellerine baktığınızda da olumsuzluklardan umut çıkarma gibi bir tutumu olduğunu görebilirsiniz. Yani “dönüm noktası” derken inanarak söylüyor. “İkinci dönüm noktası” dediği bir olay daha var yaşamında. Sadece onun değil hepimizin yaşamında bir dönüm noktası olmuş bir olay aslında: Gezi olayları. Ülkemizin toplumsal itiraz tarihinin en önemli sayfalarından biri olan Gezi için “Sonsuz dayanışmanın olduğu bir dönemdi” diyor. ‘LOKOMOTİF KADINLAR VE GENÇLER’ Tekelioğlu yazılı basındayken de iyi bir bir gazeteciydi. “Oğlumu büyütürken aklıma düştü, annelik içgüdüsüyle yaklaştım” dediği belgesellerinde yapmak istediği, kendi deyimiyle “lokomotif kadınları ve gençleri” tanıtmak, anlatmak, unutulmamalarını sağlamak, nihayet onları bir rol modeli olarak diğer gençler için görünür kılmak. Tüm amacı bu. Neden yapıyor bunu? Yanıt çok net: “Onlara yol açılmazsa toplum ilerlemeyecek” “Güç Sensin” belgeselini izlemenizi öneririm. Sporda, sanatta, bilimde hayranlık uyandıracak başarılara imza atmış sekiz genci tanımak içinizi umutla dolduracak. İmaj çağına yenik algılarımızın genelin dışına ittiği gençlerin evlerine kadar girip onları konuşturmuş Tekelioğlu. Hepsinin destansı bir başarı öyküsü var. Mizgin’i bilmek istemez misiniz? Yıldızlarda dünya atletizm şampiyonu olmuş genç bir kız Mizgin. “O kadar ülke gördüm ama ülkem gibisi yok” diyen harika bir genç kız. Uluslararası yarışmalarda şampiyonluklar kazanmışlara verilen ev ödülünden mahrum bırakıldığını, böylelikle yaratılmasında hiçbir katkısının olmadığı “ötekileştirme”nin kurbanlarından biri olduğunu da ben ekleyeyim. Belgeseli izlerken aklınızda bulunsun bu bilgi. Mevsimlik işçi olan bir ailenin engelleri aşarak zirveye kendi çabalarıyla ulaşmış bir Kutupyıldızını bi ze anlatarak nasıl önemli bir iş yaptığını anlayabilirsiniz Tuluhan Tekelioğlu’nun. HAYALLERİNE SARILMAYI ÖĞRENENLER Mardinli Şeyhmus Aca’yı da bilmelisiniz. Darüşşafaka çocuklarından biri o. On dokuz yaşında, Koç Üniversitesi Makine Mühendisliği Bölümü’nü burslu okuyan Aca, Çin’deki yaşıtlarına robot yapmayı öğreti yor. 15 yaşında Türkiye’nin ilk “Paraolimpik Avrupa Yüzme Şampiyonu” olarak tarihe geçen Sümeyye Boyacı’yı, piyanoda Türkiye’ye “Dünya Birinciliği” getiren Kaan Turan’ı, LGS’de beş puan türünde “Türkiye Birincisi olan görme engelli Fulya Akkaya’yı, “Dünya Trambolin Şampiyonu” Doğukan Büyükarslan’ı, kanseri erken teşhis eden, mikroçipi keşfeden Leyla Almasoud ile Berna Akdeniz’i, Tekelioğlu’nun bel Fotoğraf: Kurtuluş ARI MUSTAFA K. ERDEMOL “Güç Sensin” belgeselini izlemenizi öneririm. Hayranlık uyandıracak sekiz genci tanımak içinizi umutla dolduracak. Tekelioğlu, “Ülkenin geleceği kadınlar ve gençler. İktidar, olduğumuz yerde saymamızı istiyor” diyor. geseli sayesinde öğrendik. Güç Sensin’de anlatılan çocuklar, Tekelioğlu’nun deyimiyle “hayallerine sarılmayı öğrenen, onları gerçekleştiren çocuklar”. “Üvey Evlat”, “Yapabilirsin”, “40’ında 40 Kadın” gibi belgesellerin de aralarında olduğu onca işe rağmen “yaratıcıyım ama girişimci değilim” demesinin nedeni, kuşkusuz, yaptıklarına gerekli desteği alamamış oluşu. 2016’da “Üvey Evlat” belgeselinin sponsoru Ekrem İmamoğlu olmuş ama “Güç Sensin” için hiçbir kurumdan sponsor desteği alamamış Tekelioğlu. Ta ki Eti ailesiyle tanışana kadar. “Sponsor bulmak zor. Onlara hayal anlatıyorsunuz, onlar da haklı olarak ‘kazancımız ne olacak?’ diye soruyorlar, Eti bunu bile sormadı” diyor içtenlikle. ÜLKENİN GELECEĞİ “İnsanlara umut vermek istiyorum. Bunları yaparak sivil toplum kuruluşlarına da bu gençlere ulaşma çabalarında yardım sağlıyorum bir anlamda” diyen Tekelioğlu’na gö re “ülkenin geleceği kadınlar ve gençler”. O nedenle bu iki kesime ilgisizliğe çok öfkeli: “İktidar, olduğumuz yerde saymamızı istiyor. Oysa iki kanadı var Türkiye’nin; erkek ve kadın. Kadın kanadı olmazsa uçamaz Türkiye.” Elbette haklı. Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivali’nde “20.Yıl Özel Ödülü”ne layık görülen “Yapabilirsin” belgelesinde cesur kadınları anlatmasının nedenlerinden biri de bu inancı işte. Sloganı bile var Tekelioğlu’nun: “Yeni Havva’lar olarak eski Âdem’leri yeneceğiz”. Toplumsal kategoride kendilerine muhalif olma sorumluğu düşen “kadınlı, erkekli” kişileri konuşturduğu “Üvey Evlat” belegeseli de “karanlığa karşı bir mum yakma” amacı taşıyor. Bir mum ama ışığı hayli gür. Duyarlılığı, toplumsal sorumluklar alması bir “aile geleneği” aynı zamanda. Bir dönemin en kitlesel kadın örgütü İlerici Kadınlar Derneği (İKD) kurucusu bir teyzeye sahip örneğin. İlerici bir akademisyen babaya da elbette. Ama idolü “anneannesi”dir. Hiçbir zorluk karşısında pes etmeyen, en ufak bir yakınmada bulunanın yanından hemen uzaklaşan, ama “taş atana ekmek atın” da diyen bir anneannedir bu. “Engeller aşılmak için vardır”ı sık sık duyduğu anneannesine layık bir torun olduğu ortada Tuluhan Tekelioğlu’nun. Kendini yenilemeye çalışan eski bir Âdem olarak hayranlıkla selamlıyorum bu cesur yeni Havva’yı. Ve bu affedilecek şey olabilir mi? Bir erkek neden bir kadını öldürür? N asılsın diyorlar bana? Nasılsın Tuba? Hep aynı cevap, “İyiyim, çok şükür!” Bu cevabı verir vermez hemen düşünüyorum. İyi olmak ne demek? Ailem, sevdiklerim, kızım yanımda, sağlığım yerinde, işim gücüm... Hepsi tastamam. Siz deyin ki dahasını istemekten aciz, ben diyeyim kanaatkârım, bu kadarına razıyım. Daha ne olsun diyorum, daha ne olsun? Çok iyiyim! Çünkü ben, başımı kaldırıp bulutlara bakmak istediğim her parlak günde, boynumda hissettiğim gerginlikle birlikte üç yıl önce gırtlağıma atılmış falçatayı hatırlıyorum ve o anımsama yüzünden yukarı bakabilmenin “lüksünü” biliyorum. IYIYIM DIYORUM AMA Her nefesin ne kadar kıymetli olduğunu biliyorum. Çünkü sabahın yedisinde işe gitmek için hızlı adımlarla yürürken, koşarak arkamdan saldırıp diyaframımı, karaciğerimi ve pankreasımı parçalayan o darbe yüzünden aylarca ciğerlerimi doldura doldura, derin bir iç çekemedim ben. Hâlâ da esneyemiyorum mesela... Soyadımın hakkını vererek cesurca yaşamanın ne kadar zor olduğunu biliyorum. O ışıl ışıl sabahta kurbanlık koyun gibi o kaldırım kenarında can veriyor ol Korkmaz’ın davası geçen Perşembe kesinleşti. Yargıtay, 14 yıl hapis cezası alan sanığın itirazını reddetti. duğumu düşündükçe, bugün hâlâ yolda biri saati sor sa ödüm kopuyor. 17 Haziran 2016 sabahı saat yedi de olanlar bana çok şey öğretti. Bir şeyi ya da kişiyi son kez görüyormu Korkmaz 2016’da ölümden döndü. şum gibi kıymetini içim deki derin bir yerde his sederek bakmayı ve sa vaşmayı... İyiyim diyorum ama hep de aklımda mahke meler boyunca namu sum üzerinden yürüyen suçlamalar, “bu kadı TUBA KORKMAZ nın yaptıklarını ben yapsam kocam beni öldürür” diyen hemcinsim, “iyi hal” indirimi alabilmek adına yapılan bel altı saldırılar... Hiç unutmuyorum, unutturmuyor her gün gelen kadın cinayeti haberleri... Ve hâlâ anlayamıyorum neden? Bir insan bir insanın ölmeyi hakkettiğini neden düşünür? AILEM ENDIŞE IÇINDE Ben köşe başında duran örümceği bile öldürmeden odadan nasıl çıkarırız diye öğretirken kızıma, bir adam kızının gözü önünde onun annesinin boğazını nasıl keser? Bir adam neden sevdiğini iddia ettiği kadını pompalı tüfekle öldürür? Bir erkek neden bir kadınla birlikte olamadı diye onu öldürür? Bir erkek neden bir kadını öldürür? Bir erkek neden bir kadını öldürür? Cevabına aşk diyorlar, sevgi diyorlar, namus diyorlar, töre diyorlar ve sonra haksız tahrik indirimi istiyorlar, iyi hal indirimi istiyorlar, en sonunda da af istiyorlar. Eğer bu affedilecek bir şey idi ise benim annem neden o kadar ağladı, benim babam neden o sabah o haberle çıktığı yolda tek kelime edemedi, benim kardeşlerim neden hâlâ endişe içinde bekliyor? Benim kızım neden korkuyor? Bu soruların cevaplarını düşünürken ben, biriyle karşılaşıyoruz. Soruyor bana: “Nasılsın?”... Kızgınım hem de çok... Yine dünyada bir ilki başardık sanırım. Ama bize de bu yakışırdı. Özellikle son 17 yıldır yapılanlara bakınca kesinlikle durmuyorlar, yola devam ediyorlar. “Nedir bu ilk” derseniz, birileri kalktı, 12 bin yıllık gölü kuruttu. Neden? Define bulmak için. Nasıl kuruttu? Devletin resmi organlarından izin alarak kuruttu. Adı, Dipsiz Göl. Avrupa’da falan olsa şu anda turizmin kalbinin attığı yerlerden biri olurdu. İçinde define değil, jeolojik oluşumlara, yaşamın evrimine dair neler ararlar ve kim bilir neler neler bulurlardı. ÇEVRE KIMIN UMURUNDA Dile kolay, 12 bin yıllık bir hafızadan bahsediyoruz. Bu göl oluşurken dünya kültür mirasının en önemli merkezlerinden biri yeni inşa edilmişti. Yani göl ve Göbeklitepe hemen hemen yaşıt. Daha Stonehenge’in falan yapılmasına yaklaşık 7 bin yıl var. Bu topraklarda ne Yunan medeniyeti var ne Osmanlı. İnsan toplulukları küçük klanlar halinde yaşıyordu muhtemelen. Yapılanı düşündükçe çıldırmamak elde değil. Altın çıkarmak için uluslararası sermayeyle el ele vererek kestikleri ağaçlar, kirlettikleri sular yetmedi, biri de çıktı 12 bin yıllık gölü kuruttu. Düşünün o ağaçlar için tepki gösterilmese kim bilir daha neler yapar bu talan kültürünün temsilcileri. Çevreymiş, kültürel miras mış, bilimmiş... Umurlarında değil. Bunlar kalksın, evde eşinin yanında kafasından bileklerine kadar kapalı gezen bir kadının hizmetli gibi yaptığı servise ilgi göstermeyen kocaya karşı “kamu spotu” yapsın. Bu çağdışılığa tepki gelince “bizim medeniyetimiz” falan diye savunma yapmaya çalışsın. Neymiş acaba “bizim medeniyetimiz”, çok merak ettim. Çünkü seni beni de katıyor bunu söylerken bu medeniyete. Ya da katmıyor, dışlıyor. Valla katsa da katmayıp dışlasa da bizim öyle bir medeniyetimiz yok. Biz çağdaş Cumhuriyetin bireyleri olarak, sizin evde kadın ve erkeğe yapacağınız görevlendirmelerde yokuz. Kadınlar ve erkekler olarak eşitiz. Evlerimizde sizin görevlendirmelerinizle değil, birbirimize olan sevgi ve saygımızla hayatı paylaşıyoruz. Ve bu dayatmalardan da çok sıkıldık. GÖL SUÇLU ILAN EDILDI Talancı bir anlayışla kültürümüze, kültür miraslarına yaptığınız saldırılardan, yok edişlerinizden usandık. Ülkede insanlar çaresizlikten ailelerini yok edecek hale gelmişken küçücük bebeğin parmağına takılan tek taş yüzükle görgüsüzlüğe dikilen tüyden utandık. 12 bin yıllık gölle ilgili, yandaş medyanızda adeta gölü “suçlu ilan etmenize” de diyeceklerim var ama, susayım da ağzımı bozmayayım!