Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
4 27 EKİM 2019 “Üçüncü tiyatro oyunumu yazdım, İnferno. Tarih veremiyorum ama Get Yapım olarak oynayacağız...” “Sabri Mahir’in yaşadığı dönemi, içsel yolculuğunu, çevreyle ilişkisini, bir yere ait olma çabasını anlatıyorum. Yazarken bir dünyayı kuruyorsunuz, oyuncuyken kurulan bir dünyanın parçasısınız. Hiçbir zaman ikisini de bırakmayacağım.” “Oyunculuk, yazmak gibi hayatımın merkezi. Ölene kadar devam edeceğim. Keyif alarak yapıyorum, şöhret için yapmıyorum. Yazmak ve oynamak, çok ayrı yerde değil benim için. Aslında yazarken de her karakteri oynuyorum.” Gülsoy, Hande Erçel’le başrolü paylaştığı yeni dizisi Azize ile ekranlara dönüyor. Süreç Film’in yapımcısı olduğu dizi, mafyanın kontrolünde olan bir ailenin oğlu olan Kartal ile intikam peşindeki Azize’nin aşk hikâyesini anlatıyor. Buğra Gülsoy, ilk romanı Birinci Kıyamet’te Sabri Mahir’in var olma mücadelesini anlatıyor Umudu arıyorum hilal köse Buğra Gülsoy: “Derviş Zaim’in yeri çok önemlidir bende. Genel olarak Türk sinemasının çizgisi güzel, yavaş yavaş kendi kimliğini buluyor, kendi topraklarımızın hikâyelerine dönüyor çünkü...” Dizi süreleri için ise “Yapımcılar, kanallar, reklam verenler yani zincirin en küçük halkasından en büyük halkasına kadar herkesin beraberce çözmesi gereken bir sorun bu” diyor. Fotoğraf: Vedat ARIK Gülsoy, babalık heyecanı da yaşıyor: “Gerçekten kadın o kadar kutsal ki, evladıyla kurduğu bağdan anlamak mümkün. Oğlumuz Cem, altı aylık. Şimdi şimdi artık dönmeye ve babaya bakmaya başladı. Birazcık kıskançlık yaptım tabii ilk başta!” Buğra Gülsoy, üniversitede mimarlık okurken başladığı tiyatroyla, yolunu yeniden çizdi. O ana dek zaten kafasının içindekileri satırlara dökmeyi çok seviyordu. Öykülerini kısa film senaryosuna çevirdi. Yönetmenliğini de yaptığı kısa filmleri, pek çok festivalde gösterildi, “Mutlu Son” filmiyle ödül aldı. Senaryo, oyun yazarlığı, yönetmenlik, tiyatro, dizi oyunculuğu devam ederken, şimdi İnkılap Kitabevi’nde çıkan ilk romanıyla karşımızda. “Birinci Kıyamet, Güneşin Battığı Yer”, Sabri Mahir’in Dersaadet’ten kaçışının film gibi hikâyesi... Gülsoy ile yeni kitabını ve yazma macerasını konuştuk. u Kitabınızda Sabri Mahir’in sıra dışı yolculuğunu okuyoruz. Sabri Mahir kim? Tarihin içinde kalmış karakterleri araştırmayı seviyorum. Özellikle 1900’lü yıllarda yaşamış karakterler çok ilgimi çekmiştir küçüklüğümden beri. Sabri Mahir’le on yıl kadar önce karşılaştım. Hikâyesini çok ilginç buldum. Bir kaçış hikâyesi. Karmaşık bir dönemde birçok toprağa dokunan bir adamın hikâyesi. Kendini var etmeye çalışıyor ama bütün hayatların da kıyısından geçiyor. İlk önce film senaryosu yazdım aslında... u Kitap film gibi ilerliyor zaten... Çok özen gösterdim yazarken, okurun bütün mekanları, duyguları kafasında canlandırmasını istedim. Okuyan herkes aslında kendi filmini çekmiş olacak şimdi bir anlamda. u 1912 yılında başlıyor hikâye... Sabri o dönemin Dersaat’i İstanbul’da, Konstantinapol’de yaşıyor. Mektebi Sultani’de okuyor. Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemleri. Dünya savaşları öncesi dönem. Sabri Mahir’in hikâyesini okurken, bir nevi dünya savaşlarının nasıl hazırlandığına da tanıklık ediyoruz. Serinin ikinci kitabı altı ay içinde çıkacak: İkinci Kıyamet. 70’li yıllara kadar uzanacak. u Sayfaların arasında ilerlerken Tevfik Fikret, sürpriz yapar gibi çıkıverdi karşıma... Tevfik Fikret, çok önemli bir kişilik, aydın bir insan. Sabri’nin hayat hocası bir nevi. O aslında bütün öğrencilerini kendi felsefesiyle yetiştirmek istiyor. Şöyle diyor “bütün milletim insanlık, vatanım yeryüzü olsun...” Romanda Tevfik Fikret’e çok uğruyoruz, daha çok tanıyoruz onu. Güzel oluyor bence de. u Onu anmış da oluyorsunuz bir anlamda değil mi? Tabii... Tevfik Fikret gibilere her zaman ihtiya cımız var ki bize öncülük etsinler fikirleriyle. Zaten gerçek hikâyede Mektebi Sultani’de Sabri Mahir okurken, okulun müdürü Tevfik Fikret. Serinin bitiminde Sabri Mahir’in yol haritasını okurlarla paylaşacağım, fotoğraflarla destekleyerek. u Sabri Mahir, canavarıyla uğraşıyor, hiçbir yerde de tutunamıyor. İki tür savaş veriyor... Aslında öfkesiyle mücadele ediyor. Öfkesi onun kıyametlerine neden oluyor. Bütün hikâye aslında canavarım dediği öfkesiyle, aslında kötü yanıyla mücadelesini anlatıyor. Gerçekte hepimiz aslında içimizdeki canavarlarla mücadele ediyoruz. Kimi zaman onu kontrol altına alıyoruz, zapt etmesini biliyoruz ama Sabri bunu başaramıyor, başarmak için mücadele ediyor. u Onu objektif bir şekilde önümüze koyuyorsunuz. Ne salt iyi ne de kötü. Cinayet işliyor ona kızamıyoruz... İnsan işte... Hepimizin içinde canavarlarımız vardır. Bir de ben uzun yıllar suç, suçlu psikolojisi araştırdım, bunun üzerine tiyatro oyunları yazdık, oynadık. Suça götüren nedenler var. Kitapta Sabri’yi suça götüren nedenleri de işliyorum. depremle yaşamayı öğrenmeliyiz u Yazma ve insanı anlama çabanız ne zaman başladı? Mimarlık okurken yazmaya başladım. Lise yıllarımda bir dönem tiyatro yapmıştım. Mimarlığı severek okudum ama tiyatro üniversitede yine karşıma çıktı. O sırada araştırıyordum, kısa öyküler yazmış, kısa filmler çekmiştim. u Ben ilk başlangıcı merak ediyorum. Seviyorum sadece, kafamın içindekileri kelimelere dökmeyi . u Roman basılı olarak size geldiğinde ne hissettiniz? Çok farklıymış gerçekten. Elime ilk aldığımda dedim ki “bu oğluma kalacak”, çok kıymetli benim için. u Sonunda Sabri’yi cehennemin ortasında bırakıyoruz. Her şey daha yeni başlıyor. u Tam düzlüğe çıktı derken, alabora oluyor Sabri... Hayat gibi işte... u Bir de deprem var kitapta, İstanbul da sallanıyor şimdi. Balkan Savaşları sırasında Şarköy’de 7.4 büyüklüğünde bir deprem olmuş. İstanbul o zamanlar da deprem yaşadı. Yaşamaya devam edecek. Son deprem de şunu gösterdi ki hazırlıksızız hâlâ. Ben de hazırlıksızdım. Depremle yaşamayı öğrenmeliyiz, bir an önce. u Mimarlık yaptınız mı hiç? Hayır. Bir diplomam var ama... Mimarlık benim bıraktığım dönemdeki gibi değil, ilerisi için de hiç düşünmedim. u Şehre o gözle bakıyorsunuzdur ama değil mi, bu ne biçim bina diyorsunuzdur zaman zaman? Mimarinin tasarım kısmıyla ilgilendiğim için bakıyorum tabii. Romanda geçen 1900’lü yıllardaki gibi bir özen yok günümüzde. O dönemde binalar sanat eseri gibi gerçekten. Şu an sadece içine girdiğimiz kutucuklarmış gibi geliyor. Hiçbiri bence geleceğe taşınmayacak. Zülfü livaneli’nin kapak yazısı u Niye bu dönem gri ve beton bu kadar revaçta sizce? Tüm dünya için geçerli olan tüketim toplumu olmanın bir parçası gri ve beton. Artan nüfusla beraber, “her yere bir an evvel bina yap, içine gir, tüketmeye devam” deniyor. Unuttuğumuz da bir şey var. Dünya toprağıyla, ağacıyla nefes alıyor. u Doğanın dengesinin bozulduğunu artık herkes konuşuyor ama ciddi bir adım atılmıyor... Bilim insanları bağıra bağıra, “Eğer, doğada sadece biz yaşıyormuş gibi davranırsak gelecekte kıyametler yaşanacak” diyorlar. Haklılar. Küresel ısınmaya 20 yıl önce dikket çekenlere, “öyle bir şey yok” diyenler vardı. Şimdi hepsine şahit oluyoruz. Demek ki haklılarmış. Bilim insanlarını dikkate almamız şart. u Yazmak sizi umutsuzluktan da koruyor olabilir mi? Her yazdığımda illa ki bir umut ya da bir umut arayışı var. Umudu paylaştıklarımla aramak hoşuma gidiyor. Yazdıklarım ne kadar karanlık da olsa aslında umut arıyorum ben de. u Romanı okuyanlardan nasıl tepkiler geldi? Güzel tepkiler geliyor. Zülfü (Livaneli) Abi’ye baskı öncesi göndermiştim kitabımı. Hayranı olduğum birinin ilk romanımı böyle güzel değerlendirmesi çok kıymetli benim için. Zülfü Abi’yi yanımda hissetmek güç verdi. u Galatasaraylı mısınız peki? Evet. (Gülüyor) u Kitapta Galasataray’a da bir selam çakıyorsunuz... Ali Sami Yen, Sabri Mahir’in arkadaşı. Galatasaray’ın nasıl kurulduğundan da söz ediyoruz böylece. Sabri Mahir’in Galatasaraylı olması benim için şanstı. u Mahalle filminde yönetmenlik yaptınız. Yönetmen lik koltuğunda ne keşfet tiniz? Yönettiğin işte oynamamayı! Benim için tam anlamıyla okul oldu film, Bugün Ankara Kitap Fuarı’nda yazımından montajına dek. Bundan sonra, ağır rol vermem kendime, yoldan geçen adam olu imza günü var. 3 ve 10 Kasım’da TÜYAP’ta, rum! Serhat’la (Teoman) çektik filmi. Çok yorulduk ama sonunda içimize sindi... 17 Kasım’da Kanyon D&R’da kitabını imzalayacak. YENİ DİZİ AZİZE “Yeraltı dünyasındaki karanlığın içinde olan bir aileye, tam anlamıyla bir “Azize” giriyor. Aslında çok bildik bir hikâye, çok farklı bir yönden anlatılıyor. Ben, bir yanı siyah bir yanı beyaz olan Kartal’ı oynuyorum. Babası yüzünden korumacı olmuş bir adam Kartal. Ailesini bir şekilde kan dökmeden korumak istiyor. Yönetmenimiz Volkan Kocatürk.” oyunculuk... “Her oyuncunun oynadığı karakterde kendi anları olur. Olabildiğince farklı karakterleri oynamayı tercih ediyorum. Kendimi yenilemeye çalışıyorum. Hep deniyorum, bu çok tuttu buradan yürüyeyim demiyorum. Oyunculuk hayatım 11 sene oldu... Bu işi heyecanım için yapıyorum. Beni heyecanlandıran her karakterin her hikâyenin de peşinde olacağım.” KUZEY kıbrıs özlemi “Dört yıl üniversite, sonra da dört beş yıl kalıp, tiyatro yaptım. Kıbrıslıymışım gibi hissediyorum. Orada halkın içindeydim, kültürünü öğrendim, beraber tiyatro yaptık. İç içe olunca bir süre sonra onların sıkıntısı sizin sıkıntınız oluyor. Oraya ait olduğumu hissettim. Hâlâ daha bir parçam Kıbrıs’a aittir. İçimde özlem çok. Ayak basmadığım yeri yok...”