Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
8 13 EKİM 2019 Türk kavimleriyle, Atatürk’ün izlerini taşıyan rüya kent Macera dolu Budapeşte ‘En Doğu’dan Batı’ya geldik...’ Ve elbette Osmanlı ile Türkiye Cumhuriyeti’nin kalıcı izleri de Budapeşte’nin önemli renklerinden. Örneğin, Gül Baba semtinin altındaki Türk Caddesi, Buda Kalesi’nin hemen arkasında kalan Atatürk sokağı, tüyle rini diken diken ediyor Türk ziyaretçilerin. Türklere kar şı bir sempati var dediysek de Osmanlı’ya karşı bir an tipati olduğu da kesin. Ye rel dilde adı Hösök Tere olan Kahramanlar Meydanı’nda ki savaşçılardan birinin “Türk döven” diye anılma sı, Osmanlı’nın Macar top raklarındaki hegemonyası nın başladığı Mohaç Meydan Güzel bir başkent... Şehir tıpkı İstanbul gibi su; hem de geniş ve derince bir su; Tuna Nehri tarafından bıçakla kesilmişçesine ortadan ikiye ayrılıyor. Bir tarafta Buda, öte yanda Peşte; işte karşınızda “Nazlı” Budapeşte... Evet Macaristan’ın başkenti, Avrupa’nın “nadir” farklı yerlerinden ve görülesi mekânlarından. Üstelik denizi, kumu, güneşi, Vatikan gibi bir inanç merkezi olmamasına rağmen, her yıl ziyaretçi rekorları kırıyorlar; hatta bu turizm gelirleriyle ayaktalar. Peki, Budapeşte niçin bu denli cazip? Kimi kaplıcalarına, hatta günlük kullanıma açık dev termal havuzuna bağlıyor ilgi patlamasını, Tuna Nehri kenarındaki parlamento binasının Kıta Avrupası’ndaki en büyük meclis yapısı olmasından dem vuran da var, sayıları 13 olan köprülerin de turistlerin ilgisini çektiğini söylüyor. Bazıları ise Macarlara “dünyadaki uzaylılar” yakıştırmasını yapıp işi şakaya vuruyor. kökenleri sır mı? Kibritten tutun, renkli televizyona, plazma ekrandan sabır küpüne, tükenmez kalemden karbüratöre kadar insanlığın yaşam standardını artıran onlarca buluşun ardında, “Macar ilim insanları”nın imzası var örneğin. Elbette Macarların ilgi uyandıran yönlerinden biri de sır yüklü kökenleri ve şu anki topraklara ulaşırken izledikleri meşakkatli yol. Kimi Macar kendisini, “Asyalı” olarak görü “En Doğu’dan en Batı’ya gelip yerleşen Türk boyu..” olarak tanımlıyor. Örneğin, Macar Krallığı’nın ilan edildiği MS 1000’li yıllarda Macar kralına, dönemin etkin gücü Bizans tarafından hediye edilen tacın üzerinde “Türkiye’nin Kralına” ibaresi var üniversitelerin araştırmalarına göre. Yine Macar boylarının Orta Avrupa’ya geldiği yıllarda bu kavmi yöneten ve daha sonra da ülkenin ilk kralı olan Arpad hanedanından III. Bela’nın kemik örneklerinden alınan DNA’larda da eşleşme söz konusu. tanrı dağları’na uzanıyor Dilleri ise ünlü Türkolog Janos Eckmann’a göre UralAltay dil ailesinden gelme; hatta Macar dilindeki satırbaşı sözcüklerin yüzde 20’sine yakını Türkçe. Sözün özü, 1071’den çok önce Karadeniz’in üzerinden Avrupa’ya uzanmış bir kavmin evlatları şimdiki Macar halkı iddialara göre. Hıristiyanlığı seçmeleri ile başlayan süreç onları, Doğu’ya değil de Batı’ya yaklaştırmış sanki. Yine Türkologlara göre, Katolik mezhebine geçişlerinde, “Türk boylarının çoğunluğunun kabul ettiği ‘tektanrılı’ inanç disiplini rol oynuyor. Türkçe’nin ilk yazılı belgeleri Orhun abidelerindeki Türk kelimesinin, 7 yerde ‘Türük’ olarak geçmesi ve Macarların Türkleri ifade etmek için kullandıkları ‘Török’ kelimesi, Türkologlara göre kesinlikle, “rastlantı” değil. Konu Moğolistan’ın Orhun ARİF KIZILYALIN Savaşı’na kadar dayanıyor. Ki, Kanuni’nin 2 saat gibi kısa bir sürede kazandığı bu zafer, bölgenin “Budin” di ye anılmasını sağladığı gibi Macar topraklarının yüzyıllarca Osmanlı tarafından yönetilmesine neden olmuş. GÜL BABA’YA İLGİ ÇOK İnşa edildiği ilk şekline bürün dürülen ve turistlerin büyük il gi gösterdiği Gül Baba Türbesi ise Budapeşte’de özel bir yere sahip. Macar Bakan Magyar Gül Baba, yaşadığı yüzyılda sarığındaki gülü ve hoşgörüsü ile ünlenen bir Osmanlı dervişi. Cenaze sine binlerce kişi katılmış, biri de Kanuni... Macar edebiyatına girip Hunlardan geldiklerine adına operalar, tiyatro eserleri ve şiirler yazılmakla kalmamış, türbesinin bulunduğu bölgeye ve sokağa adı verilmiş. Bu inananlar var. En yaygın isim Attila... eserde Gül Baba Vakfı Başkanı Adnan Polat’ın emeği büyük. Yine Budapeşte’nin Andrássy Bulvarı’ndaki Terör Evi Müzesi de ilgi çeken “Asyalı” izi yeme alışkanlığı bir yapı. Duvarlarında Nazi ve Sovyet işgalleri sırasında öldürülen Macarların resimleriyle dolu. İçerisi hâlâ o günlerin havasını yansıtacak denli ağır ve küflü. Tu dahil her yerde na kıyısındaki ayakkabı heykelleri de Nazi askerleri tarafından katledilen Budapeşteli Yahudileri sembolize ediyor. var. Budin Kalesi’nde 145 yıllık Türk ege menliğinin son Osmanlı Valisi ve Paşası Arnavut Abdurrahman Abdi Paşa’nın mezarı bulunuyor. Macarlar saygı duydukları paşa için Buda Kalesi’ne yaptıkları mezarda “145 yıllık Türk egemenliğinin son Budin Valisi Abdurrahman Abdi Paşa, 1686’da yaşamının 70. yılında maktul düştü. Kahraman düşmandı, rahat uyusun” yazısına yer vermişler. ATATÜRK’E ÖZLEM Kime sorsanız Atatürk’ün bir karşılığı var Macaristan’da. Ve bu isimlerden biri de Macaristan Dışişleri 1. Başkan Yardımcısı Levente Magyar. 30’lu yaşlardaki genç Bakan, TürkMacar etkinliğinde sorularımızı yanıtlarken, “Türkiye Cumhuriyeti’ni Atatürk gibi bir lidere sahip oldukları için kıskanıyorum” diyecek kadar da açık sözlü. Ona göre Türkiye için Atatürk büyük bir şans. “Macarlar eğer işgal yıllarında (1. Dünya Savaşı, 2. dünya Savaşı) Atatürk gibi bir lidere sahip olsaydı çok farklı olurdu” diyor. “Biz en Doğu’dan en Batı’ya gelen Türk kavimleriyiz. Türklerle yüzyıllara dayanan ilişkilerimiz var. 150 yıl beraber yaşamışız. Biz en Batı’daki Türkleriz” derken de son derece samimi... yor, kimi ise Dışişleri Levente Magyar gibi, Vadisi’ne, hatta Tanrı Dağları’na gidiyor. koşacaklarGegcüendüz Tarihin güzellenen karanlık sayfaları Sami Gürel Argeus Travel & Events’in düzenlediği, dünyanın en önemli 15 yarışı içinde yer alan Ultra Trail, bu yıl 6. kez koşulacak. “Yoksulluk beni çıldırtan bir şey” diyerek koşmaya başladığında, “Kara Kıta”da yeni bir hikâyenin ilk satırlarını yazdığından habersizdi Güney Afrikalı Thabang Madiba. Yokluk içinde dünyaya gözlerini açtığı GaRankuwa kasabasından özgürlüğe uzanan yolda tek yapabildiği şey koşmaktı... Haftada 10 dolar kazanabilmek için üniversitede aldığı spor bursundan vazgeçmek zorunda kalan Thabang, “Eğer bir şey yolunda gitmediyse, özellikle de çocukken, sadece dışarı çıkıp koşardım. Sinirliyken koşardım. Sadece öfkeyi gidermek için koşardım. Ne zaman üzgün olursam koşardım. Koş ve yol boyunca ağla. İşte bu bana çok yard ımcı oldu” sözleriyle, izini sürdüğü hayallerine nasıl ulaştığını kanıtlıyor. Sıkı çalışması, bağlılığı ve tutkusu ile Güney Afrika patika koşu şampiyonasını birçok kez kazanarak, bu alanda ülkesinin ilk siyahi koşucu olan Thabang, katıldığı yarışlara giderken yüzlerce km. yolu bisikleti ile gidip evine yine bisikletle geri dönüyor. Yaşadığı bölgede o şimdi bir kahraman ve patika koşusunda yetiştirilmek üzere gelecek nesiller için en önemli ilham kaynağı. Thabang, bu yıl Kapadokya’da yarışacak ve hayallerine bir adım daha yaklaşmak için koşacak. UNESCO’nun Dünya Miras Listesi’nde yer alan Kapadokya, 80 ülkeden 3 bin patika koşu cusunu bu yıl 6. kez ağırlayacak. 3 ayrı kategoride 1920 Ekim’de yapılacak Salomon Kapadokya Ultra Trail, büyüleyici doğal güzelliklere sahip parkurlarda geçecek. Son dönemde dünyada yaygınlaşan, maraton mesafelerinden uzun arazi ve patika koşularından biri Ultra Trail. 119 km., 63 km. ve 38 km olmak üzere 3 ayrı parkurdan oluşuyor. Gündüz ve gece devam eden 24 saatlik 119 km. parkur ve 12 saatlik 63 km. koşusunda sporcular kıyasıya mücadele edecek. Patika ve uzun mesafe koşularına yeni başlayanlar için hazırlanan 38 km’lik parkur da büyük ilgi görüyor. 20 ton yemek, 15 ton sıvı Sporcuların ihtiyaçlarını karşılamak için parkur üzerinde yiyecek, içecek, ısınma, dinlenme, tuvalet, sağlık gibi hizmetler barındıran 11 istasyon yer alıyor. 20 ton yiyecek ve 15 ton sıvının tüketildiği yarışta 400’ün üzerinde gönüllü hizmet veriyor. 8 bin geri dönüşüm ürünüyle işaretlenen parkurlardaki malzemeler, yarış bitiminde tek tek toplanıyor. Yarışın her aşamasında kullanılan teknolojiyle koşucuların güvenliği sağlanıyor. Sporcu saatlerindeki performans ölçen sistemler, GPS, fizik tedavi ve tıbbi cihazlarda kullanılan teknoloji, cep telefonu yazılımları, internetten paylaşılan aktivite detayları gibi... Yabancı katılımcı artışı ve dünyanın ünlü sporcularının gösterdiği büyük ilgi sebebiyle bölge ekonomisine 10 milyon TL gibi bir katkı sağlayan organizasyonun reklam değeri ise 1 milyon doları buluyor. Sporcu yakınları, misafirler, basın, sponsorlar, görevli ve gönüllü yaklaşık 3 bin 500 kişi sadece Ultra Trail için Kapadokya’ya geliyor. ödüle doymayan parkur Yarış, iki kez, turizm ödülleri arasında çok önemli olan “Skalite Turizmde Kalite Özel Ödülü”, Türkiye Atletizm Federasyonu’nun “Atletizme Değer Katanlar Ödülü”, Outdoor Fitness Dergisi “Doğa Sporları Ödülü”, Ace of M.I.C.E “Yılın En İyi Spor Organizasyonu Ödülü” ve uluslararası olarak Running Awards ‘En iyi Uluslararası Organizasyon Ödülü’nü aldı. İlki 2014’te gerçekleşen ve 200 civarında koşucuya ev sahipliği yapan yarış, beş yıldır kesintisiz olarak devam ediyor. 21 Ultra Trail Dünya Turu yarışından birisi olmayı başardı. Katılımcı sayısı beş yılda yüzde bin artış gösterdi. Kapadokya bölgesinin eşsiz doğası, uygun parkurlar sunması, konaklama, yiyecekiçecek, ulaşım çeşitliliği gibi güçlü turizm altyapısı, kaliteli organizasyon ve uluslararası güçlü markaların sponsorluğu sayesinde Kapadokya Ultra Trail dünyada önemli bir yer edindi. T arihe oldum olası meraklıyımdır. Özellikle Antik Yunan, Mısır, Pers medeniyetleri ve bu dönemde yaşanan savaşlara dair kendime yetecek kadar yazı okumuşumdur. Özellikle yaşanan savaşlara takılıyorum. Çoğunlukla toplam 100 bin kişiyi bile bulmayan ordular arasında, çeşitli çap ve ebatta kesici, delici aletlerin, atların, fillerin falan kullanıldığı büyük kavgalar diyebiliriz aslında bunlara. Yani bugünlere uyarlarsak, tarihte büyük sayılan savaşlardan bazılarının benzerleri, bazı spor karşılaşmaları öncesinde bile dünyanın pek çok yerinde yaşanabiliyor. Yine tarihin bu döneminde en çok takıldığım karakterlerden biri de Büyük İskender. Sen Makedonya’dan çık taa Hindistan’a kadar git. Giderken Mısır’a falan da uğra. barbarlığı kutsamak doğru mu? Aslına bakarsanız bütün olay kısaca şu: Büyük İskender liderliğinde Makendonya’dan yola çıkan binlerce kişi, önüne geleni “bıçaklaya bıçaklaya” organize bir suç örgütü gibi Hindistan’a kadar gidiyor ve biz bugün bu barbarlıkların tarihi yazan kaynaklarda hayranlıkla anlatıldığını görüyoruz. Yok askeri deha, yok bilmem ne. Tamam, bir açıdan bakıldığında öyle, ama niye bu açıdan bakıyoruz ki bu barbarlığa? Dünyaya yeni bir kültür kattığı, Doğu ile Batı arasında bir köprü oluşturduğu da doğru. Ama bunun yolu bu barbarlık mı olmalıydı? Ya da bu barbarlığı bugün bile kutsamamız mı gerekir? Tek derdim Büyük İskender değil. Fetih tarihine adını yazdırmış tüm karakterler. Ve bunu kutsayan kafalar... Gerçekten, bu barbarlıkları bize aktarıldığı gibi kutsayarak mı anlatmamız gerekiyor, yoksa başka bir yol mu bulmalıyız? Taa bilmem nereden kalkıp bilmem nereye insanları kese kese giden ordular, direnenlere işkence eden, ibreti âlem olsun diye karşı çıkanları çarmıha geren, kendi halinde bir halkın her şeyini yağmalayan, insanları köle yapan bir kafayı güzellemenin de dünyada artık bir sınırı olmalı. Belki o zaman dünyanın bir ucundaki devletleri de dünyanın diğer ucundakilerini silahları ile tehdit etmekten vazgeçirmeye yönelik bir adım atılmış ve kafalardaki savaş kutsayan düşünceler de bir ölçüde engellenmiş olur.