Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
28 OCAK 2018, PAZAR Süreyya SU SAYFA 9 Hoş geldin ölüm Ursula Le Guin Devrimci, anarşist, feminist Ursula Le Guin’i 22 Ocak’ta 88 yaşında kaybettik. 20. yüzyılın ikinci yarısında farklı bir devrimci ruhla düşünen ve yazan bir kuşağın temsilcilerinin tek tek aramızdan ayrılması bende çöl büyüyor hissi uyandırıyor. Ama Le Guin’in bıraktığı miras ütopya fikrinin her zamankinden daha özgürlükçü bir şekilde yaşatılabilecek olmasıdır. Mülksüzler, tüm totaliter ruhla yazılmış ütopyalara karşı bir anarşist ütopyanın olabileceğine dair güçlü bir romandır. Ursula K. Le Guin, antropolog Alfred L. Kroeber ile yazar Theodora Kroeber’in kızları olarak 1929 yılında dünyaya geldi. Daha küçük yaşta antropolojiyle ve babasının saha çalışmaları vesilesiyle Kızılderililerle tanışıklığının “başka olan”a, başka dünyalara, başka toplumlara ilgisine maya olduğu söylenebilir. Nitekim, onun yarattığı fantastik dünyalarda, aslında bize “fantastik” gelen pek çok unsur, Le Guin’in daha küçük yaşlardan itibaren antropoloji sayesinde başka yaşam kültürlerinin mevcudiyeti bilgisini tatmış olmasından beslenmiştir. “Başka olan”la sadece okumakla ya da dinlemekle değil, “Kızılderili amcalar” ile aynı sofraya oturarak temas etmiştir o. Böylece “başkalık”la karşılıklılığa dayanan ve daima iki yönde işleyen sürekli bir “öznelerarasılık” ile temas etmiştir. Le Guin’in ilk öyküsü 1962’de yayımlandı. “Karanlığın Sol Eli” ile ilk büyük başarısını elde etti; Hem Hugo hem de Nebula ödüllerine layık görüldü. 1974 yılında yazdığı, kült romanı “Mülksüzler” de aynı ödülleri kazanınca artık 20. yüzyıl edebiyatının en büyükleri arasında adı anılmaya başladı. İlerleyen yılllarda ise fantastik öğelerin daha ağır bastığı eserler verdi. ‘Kelimeler benim cennetim’ Bilimkurgu kitapları ve sonrasında yöneldiği fantastik temalarda, Le Guin hem gerçeğin ötesine geçmeye, hem de gerçekliğe müdahale ederek onu dönüştürmeye çalışır. Le Guin, yazar kimliğine istinaden “bir bilen” olarak bilinçlendirmek ve ahlâk dersleri vermek yerine, yazarak kendini büyütmeyi, bu arada büyüme sürecine okurunu katmayı, dert edindiği sorunları ve zihnini meşgul eden soruları edebiyat yoluyla anlatmayı yeğler. Böylece çatışmaların ve gerginliklerin hüküm sürdüğü kurgu dünyaların ve halkların arasına yolladığı okurun kendisinin kimi çıkarımlar yapmasını bekler. Öykülerinde ekoloji de sorunsallaşabilir, otoriter devleti hedef alan bir anarşizm de kuramsallaşabilir. Le Guin’in kitaplarında temel oluşturan fikirler büyük ölçüde anarşizm ve devrim ile ilgilidir. Onun edebiyatı, “henüz olmayan”a, hatta “imkânsız olan”a ve belki de hiç gerçekleşmeyecek ama hep gerçekleşmesi beklenecek olana gönderme yaptığından bilimkurgu ve fantastik türünde yazılmıştır. Le Guin bizi bazen gerçek dünyada, bazen rüyalarda, uzayda veya kendi içimizde bir seyahate çıkarır. İnsan yalnızca yüreğiyle yaşamaz. Tepki, eylem değildir. Umutsuzluk romanlarının niyeti uyarı yapmaktır çoğu kez, ama bence, tıpkı pornografi gibi, vardıkları yer çoğunlukla kaçış edebiyatıdır; yani eylemi ikame ederler, gerilimi azaltırlar. Bu yüzden iyi satarlar. Yazar ve okur için çığlık atma bahanesi oluştururlar. Yürekten bir tepki, o kadar. Şiddete otomatik bir tepki – düşünmeyen bir tepki. Çığlık atmaya başlayınca, soru sormayı da bırakmışsınızdır. Aksine bütün iddialara rağmen, bilim “nasıl”ı tarif etmek yerine “neden” diye sormaya başladığında teknolojiden fazla bir şey olur. “Neden” diye sorduğunda Görece lik kuramını keşfeder. “Nasıl”ı göstermekle yetinince atom bombasını icat eder ve elleriyle gözlerini örterek “Tanrım, ne yaptım ben?” der. Sanat yalnızca “nasıl”ı ve “ne”yi gösterdiğinde, ister iyimser isterse de umutsuz olsun, sıradan bir eğlencedir. “Neden” diye sorduğunda ise, yalnızca duygusal tepki olmaktan çıkıp gerçek bir söz söylemeye, aklı başında, etik bir seçime doğru yükselir. Edilgen bir yansıma olmaktan çıkar ve bir fiil olur. İşte o zaman da hükümet ve piyasa sansürcüleri sanattan korkmaya başlarlar. Ursula K.Le Guin’in, Kadınlar Rüyalar Ejderhalar kitabının, “Ruhtaki Stalin” bölümü. Metis, 2017, s.141, Hazırlayanlar: Deniz Erksan, Bülent Somay, Müge Gürsoy Sökmen Le Guin’in yapıtlarında açıkça ve doğrudan olmasa da güçlü politik bir söylem vardır. Bu, bazı metinlerinde cinsellik ve tenin politik ifadeleri, bazılarında ise özgürlük mücadelesi olarak karşımıza çıkar. Le Guin, yapıtlarını okurların hantallaşmış zihinlerini çalıştırması, yasakları ve engelleri yıkması için labirent gibi kurar. Le Guin, her ne kadar bilimkurgu ve fantastik roman yazarı olarak bilinse de gerçek dünyayla bağını asla koparmayan bir yazardır. Bir yandan fantastik romanlar yazarken diğer yan dan yaşadığı dünyada olup bitenlerle yakından ilgilenmiştir. Barışçıl ve feminist bir söylemin yanı sıra anarşist ve devrimci bir tavrı da vardır. Onun özgürlük tanımı, benim de her fırsatta pratiğe geçirmeye çalıştığım bir öğreti olmuştur: “Size kendi özgürlük tanımımı söyleyeyim: Özgürlük, Widener Kütüphanesi’ndeki kitap rafı imtiyazlarıdır (...) Arkama dönüp yukarıya doğru, binanın geniş merdivenlerine baktığımda cennet burası işte diye düşündüm. Benim için cennet burası. Dünyadaki bütün kelimeler, hepsi benim okumamı bekliyor” (“Zi Ursula Majör için Ursula K. LeGuin’i bilimkurgu “janr”ının tipik yazarlarından ayıran en önemli özelliği, aslında “edebi yazar” oluşuydu. Bunun farkına hemen başlangıçta varıldığını söylemek güç. Bu küçümseme karşısında LeGuin fantezi ya da bilimkurgu kapsamına giren kitaplar yazmayı bırakmadı, zaman içinde de kendine has dili ve metinlerinin verdiği “edebi tat”la kendine ayrı bir yer edinmeyi başardı. Sonuçta yaptığı, bize ve dünyamıza bakmak ve sorular sormaktı; ama bunu giydirilmiş bir biçimde, başka gezegenlerdeki başka canlılar ve onların toplumları üzerinden yapıyordu. İnsanı ve toplum dinamiklerini kavrayışı derinlikliydi, bu yüzden de örneğin Karanlığın Sol Eli tüm tuhaflıklarına rağmen sahici bir tınıya sahip olabiliyordu. Ne kadar eleştirel yaklaşırsa yaklaşsın, insana dair temel bir iyimserliği olduğunu düşünüyorum ben; daha iyiye doğru bir değişimin mümkün olduğuna inanıyordu. Yoksa şu cümleyi kurar mıydı: “Düzenden çıkar sağlayanlar için hayalgücünün kullanımı tehlike arz eder çünkü hiçbir şeyin kalıcı, evrensel ve gerekli olmadığını gösterme gücüne sahiptir”? Cem Akaş hinde Bir Dalga”). Le Guin, hayal gücünü sadece yaratıcı bir zi hinsel güç değil, temel bir düşünme yolu, insan olmanın esaslı bir aracı ve kendi olmanın, kendini kurmanın bir aracı olarak niteliyor. Hayal gücü, ona göre, yazmayı ve okumayı teşvik ediyor; okumak ise bir eylem olarak “dinleme aracı”na dönüşüp kişinin bir “hayal gücü eylemi”ne katılmasını sağlıyor. ‘Devrim olabilirsiniz ancak’ Le Guin için, devrimci nüveler taşıyan hayal gücü, sorunların üstüne sorularla gitmeyi kolaylaştırır; onun kuvveti, gidişata karşı çıkmayı cesaretlendirebilme potansiyelinde aranmalı. Bu yüzden hikâye anlatıcısı bir hakikat anlatıcısıdır. Nitekim hikâye anlatıcısı, Sokrates gibi, sözünü sakınmama cesaretini hakikatten alır. Le Guin, adaleti hayal edemezsek adil olamayacağımız gibi, özgürlüğü hayal edemezsek özgür olmayacağımızı savunur. Çünkü adalet ve özgürlüğün erişilebilirliğini hayal etme şansına sahip olmamış birinden bunlara erişmeye çalışmasını talep edemeyiz. Le Guin’in devrim üzerine “68 ruhu”yla söyledikleri de benim için şiar oldu: “Devrim, yapamazsınız. Devrim olabilirsiniz ancak. Devrim ya ruhunuzdadır ya da hiçbir yerde”. ‘Tüm dünyayı kucaklamak istedim; kollarım yetişmedi’ Türk şiirinin büyük ismi, “Yalnızlığın şairi” Özdemir Asaf’ı 17 yıl önce bugün (28 Ocak 1981) yitirmiştik. Kıymetli dostumuz şair küçük İskender’in yazısı ve Asaf’ın şiirlerinden bir seçki eşliğinde O’nu saygıyla anıyoruz!.. Yakın Bir ışık düşerse üstüne basma. Daha yakınlaşır, korkarsın. Bir leke, silmeyegör Leke kalır, sen çıkarsın. Bir gölge, nereye gider. Gözlerince gider, bakarsın. Bakarsın girer gözlerinden. Leke onun peşinden, bakarsın. Bir ışık düşerse üstüne basma, Gözlerine basarsın. Ve kayığına bindi, yanına bir anlam aldı, açıldı. 2=1 Kim o, deme boşuna... Benim, ben. Öyle bir ben ki gelen kapına; Başdan başa sen. Eşi yıldız Arun’un objektifinden Özdemir Asaf (Kaynak: Sanat Olayı Sayı3 Mart 1981) küçük İskender Özlü söz söylemekle özetlemek arasındaki farkı düşünmeyi bırakıp aralarındaki geçitlerde dolaşmaya başlayalı beri kimi tıbbi terimler cirit atıyor gövdemin meydanlarında. Gövdede üç ana boşluk vardır; kafatası, göğüs ve karın. ( Leğen kemiği, omurga kanalı şimdilik bir kenarda dursun ) İşte o boşluklara meydan mimarisiyle yaklaştığınızda hazza dair nefes molaları alırsınız. Kafatası Meydanı eski kıta meydanları gibidir; entelektüel bir peyzaja sahiptir. Göğüs Meydanı, turistik, biraz da suça elverişli bir sahadır, ama Karın Meydanı halk pazarlarının kurulduğu, hıncahınç bir kurander bölgesidir ve kimse oradan geçmezlik edemez. İşte, özel ağrılarla, sıkışmalarla bu meydanlar özlü sözün özet ile akrabalığına el atar, ailevi bağlarını didikler. Migreni tutan efkâra sarar, göğsü sıkışan dinlenmeye çekilir; karın ağrısı çeken ise meselesi nedir, onu anlatma telaşındadır. Kalabalığın ortak dili uğultudur; eğer siz o kalabalık içinde öz/özet münasebetiyle ilgiliyseniz ve imgeye de yaslanarak zaten zor anlaşılmayı göze aldıysanız Özdemir Asaf’tan medet umacaksınızdır. Asaf, yorumlayarak özetlediğini şiire tercüme ederken özlü söze indirger. Kolay anlaşılır görünmesinde özetin netliği, berraklığı ve kendince doğru kısaltılmışlığı nedenken, özlü söz etkisini de aforizmayı ustalıklı kullanmayla sağlar. Küçümsemeden alaycı bir söyleyiş, büyüklenmeden ‘uzak durmayı tercih’, ölüm yalnızlık aşk acısı gibi şiirinin can acıtıcı temel izleklerini kolay geçmesine, meydanlara çıkmasına yol açacaktır. Ulaştığı meydan bana göre Karın Meydanı’dır; çünkü Asaf meselesiz yapamaz; anlatması da, telaşlanması da bu yüzdendir. Lavinia’nın heykeli büyük olasılık o meydandadır. İnsanların her gün önünden geçip gittiği, farkına bile varamadığı heykeli bir tek Özdemir Asaf görür; çünkü heykeli yapan da, meydana yerleştiren de Özdemir Asaf’tır. Şiirleriyle Türk Şiiri’ni kökten değiştirmemiştir elbette; ancak samimi, sıcak, vurucu, akılda kalıcı eserleri şiir okuma ve sevme alışkanlığının geniş bir kesime yayılmasına lamba açmış, bu muzip, duyarlı, ‘yeğ yeğ’ alıngan şairi şiirimizin temel taşlarından birine dönüştürmüştür. Bir meydanda kimi bekleyecekse onun için heykel olmayı çoktan hak etmiştir. C MY B