22 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

SAYFA 4 ÇOCUK sesİ Bekİr Onur Okullar bahçeli olmalı! Bu başlığı görüp hemen editörümüzü arayan bir düzine okurun, “yazarınız hangi ülkede yaşıyor, okul bahçelerinin çoktan betonlanıp otopark, mescit, ek bina yapıldığını bilmiyor mu” dediğini düşlüyorum. Gene de okul bahçesinde ısrar etmemin çok ciddi nedenleri olduğu aşağıda görülecektir. Okuldaki öğrenmenin sadece sınıfta gerçekleştiğini sanmak yanlıştır. Bütün okul çevresi, çocuğun gelişimine katkıda bulunur. Elbette çevrenin uygun olması koşuluyla (okul mimarlığının ayrı bir uzmanlık alanı olması boşuna değil). Batı’da okul bahçeleri konusunda –sadece makale değil ne çok kitap yazıldığını bilmek şaşırtıcı gelebilir. Bu ilginin başlıca nedeni okul bahçelerinin fen ve doğa eğitiminin önemli bir parçası olmasıdır. Birleşik Devletler’de okul bahçeciliği günümüzde ulusal bir hareket olmuştur. Fen dersi müfredatında okul bahçeciliği önemli bir yer tutmaktadır. Okul bahçeleri üniversitelerin peyzaj mimarlığı bölümleri, orman fakülteleri için de yararlı bir uygulama alanıdır. Araştırmalar okul bahçesi çalışmalarının öğrencilerin fen, matematik, hatta sosyal bilgiler başarısını yükselttiğini göstermiştir. (1) Bahçelerin tarihçesi Konunun bir tarihçesi, bir de felsefesi var elbette. Avrupa’da ilk kez Prusya’da okul sistemi içinde bahçeye yer verilmiş, 1869’da okul bahçeleri yasallaşmış (1871’de bu konuda ilk kitap yayımlanmış). Avustralya’da okul bahçesi hareketi 1903’ten sonra yaygınlaşmış. Birleşik Devletler’de 1891’de Avrupa’dan esinlenerek ilk okul bahçesi kurulmuş. New York Okul Bahçesi Derneği, okul bahçelerinin kent tarafından korunması gerektiğini belirtmiş. Önceleri binanın estetiği açısından değerlendirilen okul bahçeleri daha sonra eğitimin vazgeçilmez bir parçası olmuştur. İlginç bir nokta da, okul bahçelerinin siyasal işlevidir. Birinci Dünya Savaşı sırasında orduya gıda sağlayan okul bahçeleri, 1960’lı ve 70’li yıllarda yoksullukla savaş için kullanılmıştır. Çevre sorunlarının gitgide ciddiyet kazanması ile çocukların doğal çevreyi tanıması ve koruması kaygısı da okul bahçesinin önemini artırmıştır. Böylece okul bahçelerinin eğitim sistemine tamamen girmesinin yolları aranmaya başlamıştır. Okul bahçesinin eğitime katkısı özellikle “deneyimsel öğrenme” yaklaşımı çerçevesinde açıklanır. Somut deneyim ya da yaşantının öğrenmeyi ve gelişimi kolaylaştıracağı kabul edilir. ‘Beton rengi değil, yeşil bahçe’ Asıl önemlisi, bu öğrenmenin gerçek yaşam konularıyla ilişkili olmasıdır. Ekolojik olarak zayıf ortamlarda –özellikle kent merkezlerinde büyüyen çocukların biyolojik zenginliği ve çeşitliliği yaşayamadıkları bilinir. Sınıfta ezbere dayanan eğitim çocuğu “ekolojik okuryazarlık”tan, “biyotasarım”dan, “ekosistem eğitimi”nden yoksun bırakır. Bu deneyim eksikliği toplumsal sorumluluk, çevre bilinci eksikliğine kadar gider. Okul bahçesi canlı olan pek çok şeyi gözlemleme, deneyimleme şansını verdiği için önemlidir. Okul bahçesi, çocuğu çevre bilinci ve ‘ekolojik okuryazarlık’ sahibi yapar. Erken yaşlarda doğayla ilişki kurmak ve doğaya katılmak için okul bahçeleri kaçırılmaz bir fırsattır. Okul bahçesi açık havada, doğal çevrede gözlem yapma, ilişki kurma, akıl yürütme olanağı demektir. Hiç bahçesi olmayan bir okulda öğrenci olmak kadar (Gülse Birsel liseyi böyle bir okulda okuduğunu yazdı), bahçesi olup da değerlendirmeyen bir okulda okumak da o ölçüde talihsizlik sayılmalı. Okul bahçesinin beton rengi değil “yeşil” olması gerektiğini vurgulamakta yarar var. Son olarak, Oxford/İngiltere’den 7 yaşındaki Alix’in düşünü aktarmalıyım: “Bir vahşi yaşam bahçesi, küçük bir korusu, aynı zamanda tırmanacak büyüklükte bir korsan gemisi ile fantastik bir serüven oyun alanı olan bir okul düşlüyorum.” Ben de. (1) Daha fazla bilgi için bkz. B. Onur, Çocuk, Çevre, Doğa. Ankara, İmge Ktb., 2016. 28 OCAK 2018, PAZAR Şeker gibi yazılar Hİlal Bebek Bir cangıl masalı olarak magazin dünyası ve sosyal medya Saçtığın neyse, senin toprağına düşer! Tweet atarak kahraman, yorum yaparak aktivist olunabilen, bizi “var” kılan tuhaf bir mecra sosyal medya. Dijital oklarımızı düşmanlarımıza fırlattığımız bir yok etme pazarı aynı zamanda... Sosyal medyada daha bir cüretkâr, daha bir saldırgan oluyor kimilerimiz. “İyi”nin “kötü”yü alenen linç edebildiği nadir mecralardan biri burası. Sanal ortamda her şey daha bir mubah sanki... Sanallık ve uzaklık, kişileri nesneleştiriyor gözümüzde. İnsan, ötede cansız bir eşya gibi durmakta. Vursan kırılmaz, kırılsa da sorun olmaz, suç işlesen de sayılmaz zaten. Normalde komşunun yüzüne “Ne berbat giyinmişsin” diyemiyorken sanal dünyada bu “gerçek” kimlikleri rafa kaldırıyor, ödünç bir tanesini alıyor ve serbestçe dolanıyoruz. Sözün cezası, davranışın bedeli pek yok burada. Yalıtılmış bir varlık sahasında konumlanıyor ve bundan cesaret devşiriyoruz. Dur diyen ses, kısılmış; can yakma diyen vicdan, güç kaybetmiştir!.. En ilkel hallerimize gerileyebileceğimiz bir meydan buluyoruz böylece. Vicdanın basıncı azalmıştır. Hapsettiğimiz irinleri patlatmakta cevaz görmüyoruz: Taş attığımız canlar, rencide olan ruhlar, iz bırakmaz üzerimizde. “Ah”lar, kapsama alanımıza erişmez. Gerçek bir bedel ödenmez. Aynı ilkel çağlardaki gibi düşmanın biletini kendimiz keser, “adalet” dağıtır, intikam alır, kan” döker ve “aynı” insanlığımıza geri döneriz hesapta... Sanal kimliğimiz, gerçek kimliğimizin uzantısı değil sanki. Ve böylece kendimizi ikiye böleriz. Sessizlik suçu Magazin dünyası ve sosyal medya bileşimi, daha bir net gösteriyor bu ilkel orman manzarasını. Kadınların birbirlerine şiddetini izledik mese la: Gülben Ergen, Seren Serengil ekseninde bir temsili hikâyeydi bu sadece; her zaman okuduğumuz, izlediğimiz, yaşadığımız... İçinde zalimin, mağdurun, kurtarıcının olduğu en bilindik masallar gibi dinledik onları. Damarlarımızda var bu tanıdık öğeler. Oynaktı ama roller. Herkes, birine daha yakın hissetti. Kendi zalimimize küfreder gibi küfredip, kendi mağduriyetimizi onarır gibi sardık, seçip birisini. Ama bu arada erkek, her zamanki gibi kayıptı. O, pasif bir alıcı. Kandırılan çocuk. Ortaçağ zihniyetindeki gibi. Şeytan (kadın) tarafından baştan çıkartılan... Ona ceza yok ama cadı, yakılmalı. Erkekse, yeri gelince muaf, yeri gelince üstün, yeri gelince de saf... İşine nasıl geliyorsa. Kadınların birbirlerine şiddetini izledik mesela: Gülben Ergen, Seren Serengil ekseninde bir temsili hikâyeydi bu sadece; her zaman okuduğumuz, izlediğimiz, yaşadığımız... İzlerken yine küpe ettiler kulağımıza: Olan kadına olur kadına!.. Kötülük, dışarda hep dışarıda. “İyinin” görevi, “kötüyü” yok etmek olunca düşmanın katli vacip, linci de sevap oluyor bu durumda... Uzaktan bir şeyleri kınıyor ve içimizde onlardan bir parça yok sanıyoruz. Oysa ötelerde saydığımızı dönüp dolaşıp bir gün kendi içimizde yakalayabiliyoruz.. Kurban olma ruh halini sürdürünce, zulme meşruiyet yaratıyor insan. Ve hikâyenin sonunda olmak istemediğimiz kişiye “haklı” gerekçelerle benziyoruz. Her şey zıddıyla kaim. Her birimiz öbür kutbu da bizzat içinde taşıyor. İnsan en istemediği par çasını dışarıya, ötelere yansıtıyor. Kendi ile halleşebilmenin kestirme yolu olarak da “öteki” ile düşman kalıyor. Her kılığa girebilir şeytanımız, “ilkelliğimiz”... İnsanlığımızın çevresi tuzaklarla dolu. “İnsanlık” namına katleden, “özgürlük” namına hapsedenlerle dolu değil mi tarih? Kötü şeyler, iyi kılığına, her şey, tersi kılığa girmiyor mu genelde?. Dürüstlük diyerek çalıp, ahlak diyerek bozmaz mı çoğu zaman insan? Özümüz aynı, dışımız kılık değiştiriyor. Linç eden avcı, ‘dönüştüren’ sanatçı İyilik ve kötülüğü, birbirine karışmaz bir yarık gibi ikiye bölmezsek ehlileşebiliriz. İçimizde farklı oranlarda iyilik ve kötülük mevcut. Bazılarımız kinini, hasedini, intikamını, öfkesini, zehrini dönüştürebildi. Yok olmadılar, dönüştüler. Şiir yazdı, şarkı yaptı, koştu üretti, doğurdu, dernek kurdu, el uzattı... Kimi, “Onu alma beni al” dedi, yasını dönüştürdü mizah ve sanata. Ya da “ağzına en acı kırmızı biberi...” diyerek söze başladı, öfkesi form değiştirdi. Ruhsal ekosistemimizde “kötü” parçalarımız dönüştükçe insan olduk, sanatçı olduk, doğurgan ve üretken olduk... Kötülüğü hiç olmayan değil, onu dönüştürebilendir olgun insan. Yarası olmayan değil onarandır. Nefret ve kin, hiçbir şeyi onarmaz. Nefret edilene de edene de zarar verir ancak. İnsan yarasını, kötüsünü, katısını tüketerek değil üreterek dönüştürür. Linç eden avcı, dönüştüren sanatçıdır. Dönüştürenin yanına kâr kalır acıları. Nefret harlı ateşte yakar şefkat kısık ateşte pişirir insanı. Saçtığın neyse senin toprağına düşer... Kendi atmosferinde birikir çıkardığın duman... Ki yine sen solursun onu... Kendi arabanla çarpıyorsun dostum yanlış yere park edenlere! Ve o araba, sensin... Bir Resim Bin Kelime Murat Bergi 28 Ocak 2018 SAYI: 4 İmtiyaz Sahibi: CUMHURİYET VAKFI adına Orhan Erİnç İcra Kurulu Başkanı Akın Atalay Genel Yayın Yönetmeni MURAT SABUNCU Yazıişleri Müdürü BÜLENT ÖZDOĞAN Yazıişleri Müdürü (Sorumlu) Faruk Eren Yayın Yönetmeni TAYFUN ATAY Görsel Yönetmen Ulaş ERYAVUz Yayın Koordinatörü Gürer mut Sayfa Uygulama İLKNUR FİLİZ Yazar İlüstrasyonları CAN GÜVEn Reklam Direktörü Deniz Tufan Rezervasyon ve Planlama Koordinatörü Bülent Gürel Yayımlayan ve Yönetim Yeri: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul Tel: (0212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0212) 343 72 64 eposta: posta@cumhuriyet.com.tr Reklam Yönetimi: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul Tel: (0212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0212) 251 98 68 eposta: reklam@cumhuriyet.com.tr Yaygın süreli yayın. Cumhuriyet Gazetesinin ücretsiz ekidir. Baskı: DPC Doğan Medya Tesisleri Hoşdere Yolu 34850 Esenyurt/İstanbul Dağıtım: Doğan Dağıtım Satış Pazarlama Matbaacılık Ödeme Aracılık ve Tahsilat Sistemleri AŞ Esenyurt/İstanbul C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle