Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
8 ŞUBAT 2015 / SAYI 1507 5 Fotoğraf: KAAN SAĞANAK Her seçim bir ihanettir aslında Halil Bezmen yeni kitabı “İsyan ve Aşk”ta Osmanlı İmparatorluğu’nu 90 yıl süreyle kasıp kavuran Celali İsyanları dönemini anlatıyor. Kurgunun ortasına da aşkı koyuyor. Bezmen, “Âşık olan isyan eder, isyan eden bunu aşk ile yapar. Uçurumlar birbirinden çıkıyor işte” diyor, “biri olmadan diğeri olmuyor.” DEVRİM EGE de kadın yok pek. Dolayısıyla kurgunuzu yapabilmek için iyi bir kadın bulup, iyi adapte etmeniz gerekli. Kurguyu da tarih sınırlıyor, sansürlüyor. O dönemin kadınını bulmak, o dönemin sözlerini söyletmek, o dönemde soluk alıp vermek, zaman yolculuğuna çıkmayı öğrenmeniz gerekli. Mesela Amerika’da alınan kitapların yüzde 60’ı rafa konup okunmuyor. Türkiye’de bu oran daha az ama Türkiye’de kitaplara başlanıyor bitirilmiyor. Yani bizde de alınıp bitirilmeyen oran çok yüksek. Benim kitaplarımı beğenmiyorlar, eleştiriyorlar ama eline alanlar sonuna kadar okuyor. Bu anlamda doğru yolda olduğumu düşünüyorum. H alil Bezmen’in 11’inci kitabı “İsyan ve Aşk” (Müptela Yayınları) yayımlandı. Bezmen, “İsyan ve Aşk”ta Osmanlı İmparatorluğu’nu 90 yıl süreyle kasıp kavuran Celali İsyanları dönemini aşkla harmanlayarak anlatıyor. Celali İsyanları’nın alt üst ettiği hayatları konu alan roman, tarih ile kurgu arasındaki ince çizgide gidip geliyor. Zengin düş dünyası ve sürükleyici anlatımıyla dikkat çeken Halil Bezmen, “İsyan ve Aşk” ile Osmanlı İmparatorluğu’ndaki “kadın” sorununun da altını çiziyor. Yeni kitabınız “İsyan ve Aşk” Osmanlı İmparatorluğu’nu 90 yıl süreyle kasıp kavuran Celali İsyanları dönemini anlatıyor. Peki, kurgu ile tarih nasıl ilerliyor? Kitaplarımın iki bölümü var evet, kurgu ve tarih. Tarih de çok ciddi olmak gerekli. Bunun için çok okuyorum, araştırıyorum. Çünkü tarihe tek yönlü bakarsanız hem sıkıcı olursunuz hem de yanlış bir yola girersiniz. Zaten Türkiye’deki müfredat bu anlamda çok marazlı. Tüm ülkeler tarihi bir iddiayı kanıtlamak için manipule ediyor. Türkiye’de de dünyada da durum bu. Elbette kazananların tarihi yazılır. İşte ben de bu yüzden tarihi çok okumaya ve araştırmaya çalıştım. İşi çizgi roman tadından çıkarıp, dönemin dünya tarihi ile harmanlamayı denedim. Fransa, İngiltere, İtalya ve Rusya tarihini de okudum. Yalnızca sarayda oturan adamı yazıp, şartları göremezseniz tatsız olur hikâyeniz. Ya kurgu? Burada büyük bir problem var! Çünkü kadınsız kurgu olmaz. Kadınsız hiçbir şey olmaz, olsa da tatsız olur. Bizim tarihte Âşık olan isyan eder Araştırmanızdan aklınızda kalan bir anekdot var mı? Büyük Pedro 1700’lerin başında Osmanlı için “Olmaz olmaz” dermiş. Yani orada her şey olabilir anlamında. Ama bunu elbette olumsuz bir ironiyle söylemiş. Ben aksine “olmaz olmaz”ı tüm imkânların açık olduğu, mucizelerin de gerçekleşebileceği, çok yaratıcı bir ülkeye söylenmiş iltifat olarak algılıyorum. Bir kere belirsizliği yönetmek Türkler’in en başarılı yaptığı şey! Biz yarını bilmiyoruz, bu belirsizlikle yaşıyoruz. İşte Türkler bu işi iyi yapıyor, sanırım Büyük Pedro bunu anlamamış. Yola çıkarken ve yolda karşılatıklarınız yolunuzu değiştirdi mi? Yazmak için ciddi bir mesai harcıyorum, sabah erkenden başlıyorum yazmaya. Başladığımla bittiği yer arasındaki uçurum büyük. Bir de ben plan yapamıyorum. Kitabımda Celali İsyanlar’ı esnasında bir çiftin eşkıyalığını anlatmak istedim. Bonnie & Clyde geldi aklıma oradan hareket ederek, eşkıyalığı ve aşkı yazmayı denedim. Sonra ahtapotun kolları gibi sardı beni hikaye, sonar dallanıp budaklandı. Kitabın kurgusu üç ayaklı; mantık, kurgu ve tarih. O yüzden her zeminde ayakta duruyor. İsyan ve aşk ne kadar yakın? Aşık olan isyan eder, isyan eden bunu aşk ile yapar. Uçurumlar birbirinden çıkıyor işte. Biri olmadan diğeri olmuyor. Tek bildiğimiz aşkın sonunda öldürüyor olduğu. Belki iyi öldürür, belki kötü ama öldürür. Bu arada tarihi romanlar daha çok okunuyor. Tarihi romanlar çok okunuyor. Çünkü insanlar hem günümüzden uzaklaşmak istiyor hem de geçmişi biraz daha iyi anlayıp bugünü daha iyi yorumlamak istiyor. Bunun bir sebebi bugünü anlayabilmek, bir diğeri de bugünden kaçabilmek. Genele bakarsak roman dipte, şiir onun da altında ama roman film ile başa çıkabilir. Film bazı şeyleri görsellikle iyi yapıyor. Yazar da görsel betimlemesini iyi kurgularsa sinema ile mücadele edebilir. Çünkü insanlar hayal güçlerini kullanmak için fırsat arıyor. Kendini de okuduğuna dahil etmek istiyor. İşte bu fikri anlayan yazar daha okunabilir bir hikaye çıkartabilir. Osmanlı’da kadın yok dediniz ama Hürrem Sultan, Safiye Sultan gibi iktidarı sarsan, yöneten keskin kadın karakterler var. Onlar istisna. Dünyada da kraliçeler var. Ama onlar zaten karakter olarak tarihin ve yönetimin içinde. Burada kadınlar erkekleri manipule ederek tarihe sızıyor. Burada kadın hapis, önce gardiyanı idare ediyor, kanun dışı ilerliyor yükselişi. Kadınlarıı arka plana atmayıp, onlara iktidarda yer verselerdi belki tarih çok farklı olurdu. Hem baskı altında ve hapis kadın karakterler başlarındaki gardiyanlarda da çok akıllı. İşte o yüzden entrikalarla dolu kadın kahramanlar var bizde. Kitapta şöyle yazıyor; “sadık kalmak ve ihanet etmek arasında seçim yapmak kolaydır, zor olan iki ihanetten birini tercih etmektir”. Bu trajik, dramatik bir söylem. İki kötülük arasında seçim yapmaktan gelir dram. Her seçim bir ihanettir aslında. l İşlerim “kadınlar burada” DENİZ ÜLKÜTEKİN diyor... Böyle bir geçmişten gelmek gerçekten acı. Ama bu çok değişti ve değişiyor. Dünyaya hakim olan ezici güç “kapitalizm” değişiyor, hakimiyeti zayıflıyor. Erkek eli değmiş bir dünyada yaşamaktan sıkıldık artık. Kendi yaşadığım yakın toplumda gördüğüm şey, kadınların, kadın kimlikleri üzerinden ezilmesi, utandırılması, silikleştirilmesi ve böylece daha rahat kontrol altına sokulması. Kadın kimliğim üzerinden bana yapılan baskıyı gördüm. Toplumda sürekli izlenen ve hakkımda karar verilen bir birey olduğumu gördüm. Üstümdeki giysiden, başımdaki saçın açlmasına ya da kapanmasına, karnımdaki çocuktan, attığım kahkahaya, konuştuğum dilden, yediğime, içtiğime kadar karar veren merciler var. Kadınların sürekli tek bir kimlik üzerinden varlıklarını kanıtlamaya zorlanmaları utanç verici. Bir düşünsenize, kadınlar güçlüler, çok güzeller. Yaratıcılar, hayatı büyütenler. Sırf bu iç güdüyle bile kadınların başaramayacağı herhangi bir şeyin olduğunu düşünmüyorum. “Kadınlar işte burdadır, karşınızdadır ve sizin istediğiniz gibi değil, kendi istedikleri gibidir.” demeye çalışıyorum. Sergide hangi eserleriniz yer alacak? Sergide, 30’a yakın eser bulunuyor. Çoğunu daha önceki çalışmalarımla eşdeğer özellikle olan yani 3 boyutlu kolajlarım oluşturuyor. Asamblaj, geleneksel kolaj çalışmalarım da yer alıyor. Sanat koleksiyonerlerinin kolaj işlere ilgisi nasıl? Bu alanın öneminin farkına ne kadar varılıyor? Açıkçası pek varıldığını düşünmüyorum. Gelip geçici olduğunu düşünüp çok yanaşmıyorlar. Aslnda bu çağdaş sanata olan sağlıksız bir bakış açısı. Fikir her zaman kalıcıdır zaten önemli olan da budur. l G aleri İlayda, şu sıralar kadar oldukça ilgi çekici ve sıradışı bir sergiye evsahipliği yapıyor. Damla Özdemir, kişisel sergisi Minor Sabotage (Küçük Sabotaj) ile kolaj eserlerini sergileyecek. Sanatçıyla hem kolajın, çağdaş sanattaki yerini hem de işlerinde temaların kökenlerini konuştuk. Genel olarak kolajla ilgili biraz konuşmak isterim. Kolaj, dünya üzerinde de pek hakettiği ilgiyi göremeyen bir branş. Oysa, özellikle popüler kültür anlamında söyleyecek çok sözü, yaratıcılık anlamında da sunacak çok şeyi var. Siz nası tanımlarsınız kolajı? Kolaj, gerçekliği çok farklı boyutlarda ve şekillerde sunabileceğiniz bir sanat dalı. Yedi senedir kolaj yapıyorum. Kolaj yaparken kendi gerçekliğimi yaratabiliyorum, rahatça kontrol edebiliyorum ve içinde yaşadığımız gerçekliğe de çok yakın başka bir gerçeklik yaratabiliyorum. İmgeleri sürreal bir ortama yerleştirebilme imkanı sunarken, oluşmuş kompozisyonu izleyen kişiye de, gerçeklik hissi verebiliyor. Ve tabii bir de biriktirmeyi ve biriktirdiklerimden zamanları geldiğinde kurtulmayı sevdiğim için, kolaj çok işime yarıyor. Parçalardan bütüne doğru giden bi yol gibi; Bütün olan birşeyi parçala, sonra başka şeylerle bütünleştir, sonra istersen tekrar parçala, tekrar birleştir. Çöp olmaya yakın bişeyleri al, değerli kabul edilen parçalarla birleştir. Ve sonuç olarak anlamları bozup, yepyeni anlamlar çıkart ortaya. İnsan müdahalesiyle yapılıyor olsa da, bana, doğanın kendisine çok yakın geliyor. Sanki sonunda çıkan iş, kendi kendine oluşuyor gibi. Belki de kolaj yapmaya ben kendimi fazla kaptırdım bilemiyorum. Serginizin ismi neden Minor Sabotage? Kolaj sanatçısı Damla Özdemir, uzun süredir biriktirdiklerini küçük bir sabotajla ortaya çıkarıyor. Galeri İlayda’daki serginin öne çıkan teması, kadın! Bir saldırganlık, rahatsız edicilik iddiası da var. Aynı zamanda Polonya’da Nazi işglaine karşı mücadele eden bir yeraltı örgütü ve eski bir punk grubunun ismiyle de aynı. Evet, İkinci Dünya Savaşı sırasında Nazi propagandasıyla dalga geçen bir grup öğrencinin protestosuna verilen bir isim. Elzbieta Zahorska adında Polonyalı bir öğrenci Nazi posterlerini duvardan söküyor. Hareket onunla başlıyor. Sonrasında şiddetsiz ve mizah içeren çoğu sanatsal hareketlerle protestoları sürüyor. “Minor Sabotage” beni çok etkiliyor çünkü bana Gezi sürecini hatırlatıyor. Saldırgan bir isim evet aslında ama o kadar da değil. Şiddet içeren değil, zekâ içeren bir takım oyunlardan söz edermiş gibi... İşlerinizde sanki kadın bedeni öne çıkıyor biraz. Neden? Kolajın bir parçasını popüler kültürden apartılmış nesneler olarak tanımlarsak, popüler kültürün önemli parçalarından biri olarak da kadın, özellile de genç güzel kadın bedenini gösterebiliriz. Dolayısıyla, bir özdeşlik mi söz konusu? Her kolaj popüler kültürden alınmış parçalar olmak zorunda değil. Günümüzdeki kolajın böyle görünüyor oluşu, muhtemelen ulaşabildiğimiz kaynaklar dolayısıyla ve herkesin birbirinden çok kolay etkilenebiliyor olmasıdır. Kadın kullanmamın bir nedenine de popüler kültür ürünü olarak kullanıldığı ve “sömürüldüğü” için diyebilirim. Geçmişi düşündüğüm zaman, sadece fiziksel gücün, güçlü olanı belirlediğini görebiliyorum. C M Y B