Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
8 ŞUBAT 2015 / SAYI 1507 3 “Asla tekrarlanmasın” diye düşünmeliyiz Ayşe Gülsün Bilgehan, Avrupa Konseyi’nin en önemli ihtisas komisyonlarından “Eşitlik ve Ayrımcılıkla Mücadele Komisyonu”na ikinci kez başkan seçildi. Bu dönem işleri daha da yoğun olacak. Charlie Hebdo saldırısıyla Avrupa’da ayrımcılık ve “nefret” yükselişte çünkü. Bilgehan’la sadece Avrupa’da değil, Türkiye’deki “nefret”i ve neler yapılabileceğini konuştuk. Aile geçmişiniz değil, savunduğunuz fikirler önemli Türkiye Cumhuriyeti’nin 2. Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün torunusunuz, babanız gazeteci Metin Toker. İster istemez siyasetin içine doğmuşsunuz. Çocukluğunuzdan hatırladığınız siyasi anekdotlar var mı? Siyasetçi bir aileden geliyorum. Dedem İsmet İnönü, babam Metin Toker, dayım Erdal İnönü... Dünya ve memleket meselelerinin tartışıldığı bir evde, gazetecilerle siyasetçiler arasında büyüdüm. Hepsinden etkilendim, ama belki de en çok, eşitlikçi ve uzlaşmacı bir kişiliğe sahip olan anneannem Mevhibe İnönü’den! Avrupa Konseyi üyeleri arasında siyasi ailelerden gelenler, eski bakanlar, önemli karakterler var, sohbetlerde aramızda pek çok ortak nokta buluyoruz. Zaten bu gibi ortamlarda, aile geçmişiniz değil, bugün savunduğunuz fikirler daha dikkate alınıyor. l N efret suçları, Türkiye topraklarında derinlere kök sarmış, sardırılmış bir suç. Bunda en çok da siyasetçilerin parmağı var, ne yazık ki. Sistem kendini devam ettirmek için hep bir “biz” yaratıyor ve onun dışında olanlar, “öteki”ler her daim dışlanıyor, şiddet görüyor, hatta öldürülüyor. Sadece Türkiye’de değil, tüm dünya için geçerli bir durum bu. “Nefret”in nerelere varabileceğini en son 12 kişinin öldürüldüğü Charlie Hebdo saldırısında gördük. Peki önüne geçebilmek nasıl mümkün? Avrupa Konseyi’nin en önemli ihtisas komisyonlarından biri olan “Eşitlik ve Ayrımcılıkla Mücadele Komisyonu” işte buna kafa yoruyor. Bu komisyonun başında da Türkiye’den bir siyasetçi yer alıyor: Ayşe Gülsün Bilgehan. Üstelik de CHP Ankara milletvekili Bilgehan, şimdiye kadar Türkiye’den kimsenin başarmadığı bir şekilde, ikinci kez seçildi başkanlığa. Biz de kendisiyle komisyonun çalışmalarını, ESRA Türkiye’deki “nefret”i, AÇIKGÖZ neler yapılabileceğini konuştuk. Avrupa Konseyi’nin en önemli ihtisas komisyonlarından biri olan “Eşitlik ve Ayrımcılıkla Mücadele Komisyonu”nun başkanlığına seçildiniz. Türkiye’den, Avrupa’da ikinci kez komisyon başkanlığına seçilen ilk siyasetçisiniz. Bu başarınızın sırrı ne? Avrupa Konseyi Eşitlik Komisyonu başkanlığına, ikinci kez seçilmemin bir sırrı var: Eşitliğe inanmak! Bildiğiniz gibi Avrupa Konseyi, İkinci Dünya Savaşı felaketinden sonra, “Bir daha asla olmasın!” ilkesiyle kurulmuş bir kuruluş, Türkiye daha 1949’dan beri kurucu üye. 90’lı yıllardan sonra eski Doğu Bloku ülkeleri ve Rusya’nın da katılımıyla, bugün bünyesinde 47 ülke barındırıyor ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de dahil olmak üzere pek çok önemli birimle çalışıyor. Örneğin AİHM’deki ülke hakimlerini bizler yani Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi (AKPM) üyeleri seçiyoruz. Hakim seçiminde adalette de eşitliği gerçekleştirmek kaygısıyla kurulan Hakim Seçimlerini İzleme Komitesi üyelerinden birisi, bundan böyle ben olacağım ve AİHM hakimleri arasında cinsiyet eşitliği kotasının uygulanmasını denetleyeceğim. Şu anda nasıl bir dağılım var? Şu sırada AİHM’de yüzde 40 oranına yakın kadın hakim bulunuyor, yakında erkekler bu kotadan yararlanacaklar. Fotoğraf: NECATİ SAVAŞ Nefrete karşı Parlamenter Birliği kuruldu İlk icraatlardan biri komisyon bünyesinde kurulacak “Nefrete Karşı Milletvekilleri İttifakı” olacak. Neler yapacaksınız? AKPM yılda dört defa toplanıyor ve Genel Kurul’da Avrupa gündeminin önemli konuları değerlendiriliyor. Bakın, bu haftanın gündemi ne kadar doluydu: Paris’teki Charlie Hebdo saldırısı ve Cumhuriyet yürüyüşü, Auschwitz Toplama Kampındakilerin kurtarılmasının 70. yılı anması, Ukrayna’nın toprak bütünlüğünü ihlal eden Rusya’nın heyet yetkilerinin kısıtlanması ve yaptırımların süresinin uzatılması. Bunlardan başka, her komisyon da gündemindeki birbirinden önemli konular üzerinde çalıştı. Benim başkanı olduğum Eşitlik ve Ayrımcılıkla Mücadele Komisyonu’nun üç raporu kabul edildi ve tavsiye kararları çıktı, ayrıca üyesi ve başkan yardımcısı olduğum Medya Komitesi’nin Avrupa’da gazetecilerin güvenliği ve özgürlüğünün korunması ile ilgili raporu benimsendi. Eşitlik, ayrımcılık, basın özgürlüğü... Şu sıralar en çok ihtiyacımız olan şeyler. Sadece bizim değil, dünyanın da. Mesela Charlie Hebdo saldırılarıyla birlikte Avrupa’da da ayrımcılığın, “nefret”in, ırkçılığın iyice yükseleceğinden endişe ediliyor. Anlaşılan oldukça fazla işiniz olacak... Bu haftaki en önemli etkinliklerden biri, Nefrete Karşı Parlamenterler Birliği’nin kurulmasıydı. Benim yönettiğim toplantıda, İkinci Dünya Savaşı’na yol açan ayrımcılıkların tekrarlanmaması kaygısıyla sunumlar yapıldı, aynı salonda hem İslam, hem Yahudi, Roman ve diğer topluluklara LGBT bireyler örneğin yönelik saldırılar kınandı. Güzel olan, salonda bulunan her grubun temsilcisinin özgürce düşündüklerini söyleyebilmesiydi. Buradan çıkan sonuç, her parlamenterin kendi ülkesinde de aynı gayreti göstererek, toplumdaki her türlü nefret ve ayrımcılığa karşı çıkması ve özellikle genç kuşakların barışçı ve uzlaşmacı yetiştirilmeleri... Evet, ama bu pek de kolay değil ne yazık ki. “Nefret” ve ayrımcılık Türkiye’de siyasetin içinde de en çok kullanılan araçlardan biri. Sizce siyasetçilerin “nefret”lerinden sıyrılması için yapılması gereken nedir? Nefretle mücadelede tabii ki önce siyasetçilerin örnek olması gerekir. Bu konuda en kötü örneklerden birisi ne yazık ki bizim meclisimiz. İktidar, muhalefet; bu kadar fazla sürekli kırıcı konuşmaların yapıldığı parlamento görmedim. Hiçbir şekilde uzlaşmaya yer yok, muhalefetin hiç bir teklifi kabul edilmiyor, çoğunluk grubu hiç bir zaman hükümeti eleştirmiyor, soru sormuyor. Meclisteki komisyonların başkanları hep iktidar partisinden. Komisyon çalışmaları basına açık olduğundan, görüşmeler çoğunlukla seçmenlere gösteri şeklinde geçiyor. Bakın, İngiltere Parlamentosu’nda Eşitlik Komisyonu başkanı şu anda bir muhalefet milletvekili. Daha uzlaşmacı ve daha demokrat bir TBMM’ye ihtiyacımız var. “Nefret” ve ayrımcılıktan bahsetmişken Dersim’le ilgili “Bu sorunun çözülme yöntemi bugünkü insan haklarına uymuyor, ama o dönemde başka çare yokmuş zaten. Bence sonuca bakmak lazım. Sonuçta bugün Tunceli bölgesi en görgülü, en eğitimli, demokrasiye inanan insanlardan oluşuyor. Mesela sürgünlerden söz ediliyor. O sürgünlerde çok iyi yetişmiş genç kızlar da var. Belki o bölgede, ortaçağ şartlarında kalsalardı o aileleri kuramayacaklardı.” şeklindeki laflarınızla çok eleştirildiniz... Dersim konusunda, basın özgürlüğüne olan saygımı en ağır şekilde ben ödedim. Dersim’le ilgili bir telefon konuşması haber oldu, ardından bir gazeteci arayarak, “Siz iyi ki katliam oldu, iyi ki sürüldüler, adam oldular” dediniz mi diye sordu, “Tabii ki bu sözleri söylemedim, ben deli miyim” dedim. Bir de baktım, o gazetede ertesi gün, “Şok sözler” diye manşet olmuşum. Bir açıklama yolladım, kullandılar da, ama o gazeteciyi hapislerde süründürmeyi düşünmedim. Yapılan yorumlara çok üzülsem de, siyasetçi olarak yanlış anlaşılmanın da mesleğin riski olduğunu biliyorum. Dünya tarihinde pek çok felaket var, tarihin kaydettikleri değişmese de, o acıları yaşayanların çektiklerini unutmaları beklenemez, ancak, yeni nefret tohumları saçmak yerine, nasıl “Bir daha asla tekrarlanmasın!” diye düşünmeliyiz. Benim komisyonumun görevi bu... Türkiye ilk imzalayan ülkeydi, ama... İstanbul Sözleşmesi’nin altyapı çalışmalarında yer aldınız. Ağustos’ta sözleşmenin yürürlüğe girdiğini de duyuran sizdiniz. Bu dönem komisyonla birlikte üye ülkelerdeki uygulamaları izleyeceksiniz. Türkiye’de, 69 bağımsız kadın ve LGBTİ örgütünü çatısı altında toplayan İstanbul Sözleşmesi İzleme Platformu, söz sahibi olmalarını engelleyen Bakanlığı protesto etmişti. İktidarın kadın politikasını bilen biri olarak, Türkiye’de karşılaşacaklarınızı aşağı yukarı tahmin ediyorsunuzdur... 20062008 yıllarında, yine benim yönettiğim bir dönemde tüm Avrupa’da kadınlara karşı girişilen aile içi şiddetle ilgili bir kampanya yürütülmüştü. O yıllarda, aralarında bizim de olduğumuz pek çok ülke bu mücadeleyi ciddiye almıştı. Kadınlara karşı şiddeti en kapsamlı şekilde önlemek, ortadan kaldırmak ve cezalandırmak üzere bir uluslararası sözleşme hazırlandı ve İstanbul Sözleşmesi olarak tanındı. Türkiye ilk imzalayan ve meclisinde onaylayan ülke oldu, ama o kadar... Üç yıl sonra 15 Avrupa ülkesi de kabul edince yürürlüğe girdi. Ülkemizde kadına yönelik şiddet azalmadı, tam tersine artıyor. Yakında uluslararası bir izleme komitesi kurulacak, bahsettiğiniz GREVİO, her ülke hakkında değerlendirme yapacak. Bu komitede ülkeyi temsil edecek kişinin şeffaf bir şekilde seçilmesi ve toplumsal cinsiyet eşitliğini benimsemiş, insan hakları konusunda uluslararası deneyime sahip bir uzman olması gerekiyor. Sözleşmenin hazırlanmasına katkı vermiş bir ülke olarak, bu nitelik ve düzeyde arkadaşlarımız olduğunu biliyorum. Umarım, doğru ve adil bir seçim yapılır. l esraacikgoz@cumhuriyet.com.tr Çıkış Gidilecek yol ya da deniz yok. Gözümü gökyüzüne diktim Uçacağım... Mehmet Tuncer Vırak vırak Ne kurbağalar öptüm ben Prens olacak diye Ne prensler döndü kurbağaya Öpünce Meral Kutluğ Utandırma servisi Kış... Eldiven düşürme, kaşkol unutma mevsimi... Kemal Ateş Ziyaretçi defteri Topsentır “Bugün git yarın gel” devri kapandı...” Bugün git dün gel” devri başladı!.. İbrahim Ormancı Misafir şair GÜLLER, MATEMATİK Matematik bir yaz günü kadar güzeldir Derin güller ve bir problem çözmek Bir gülün dibindeki problem Bir bardak su güzelliğindedir Annemin gülüşü ve bir arka bahçe Çocuk sesinin içindeki problem ve gül Dünyanın bir yaz günü dönüşünde Bir problem bir güle eşit gibidir Ataol Behramoğlu Misafir çizer: A. Öztürk Levent C M Y B