20 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

25 OCAK 2015 / SAYI 1505 3 Güzel değil farklı olmak istiyordum Zor rollerin kadını Funda Eryiğit, şimdilerde ekranlarda “Karadayı”nın Belgin’i olarak dikkat çekiyor. Aslında onun zor rollerdeki başarısına şaşmamalı. Çünkü Eryiğit’in oyunculuk basakmaklarını çıkış hikâyesi de bir hayli zorluymuş. Lisede, mütevazı bir tiyatro grubunda, sadece farklı olmanın heyecanıyla başlayan hikâyenin, milyonların seyrettiği yapımlara uzanan yolunu, Eryiğit’ten dinledik. Üniversite hayatınız boyunca, oyuncu olacağınızı düşünüyor muydunuz? Nasıl oyunculuğu meslek olarak seçtiniz? Evet düşünüyordum. Çocuk tiyatrosunda oynadım üniversite yıllarında. Animasyon, palyaçoluk gibi işler de yapıyordum. Başka bir iş yapamayacağımı anladım. Siyasal bitince konservatuvara girdim. Nasıl seçtim bilmiyorum. Başka bir iş yapamayacağımı biliyordum sadece, bir kararla olmadı. Hayatımın kendi akışında öyle gelişti sanki. “Canım Ailem”le birlikte hayatınızda neler değişti? “Canım Ailem” televizyondaki ilk profesyonel işim. Çok yabancıydım o çevreye. Yaptığım işler hep arkadaşlar arasındaydı, korunaklı bir ortamdaydım. Nihayetinde televizyon işlerinin başka bir ilişkiler ağı, başka bir hukuku var, onları anlamaya başladım. İyi bir ekiple başlamak şans oldu benim için tabii. Benden Belgin olur mu? Sokakta tanınan bir insan olmak, nasıl bir his? Sokakta tanınır olmanın bir hissi yok. İdare ediyorum işte. Karadayı gibi uzun soluklu dizilere eklenen yeni karakterlerden en büyük beklenti, hikâyeyi rutinin dışına çıkarmalarıdır. Bu anlamda oldukça başarılı olduğunuz açık. Peki başta sonradan eklenen bir role adapte olamama endişeniz var mıydı? Teşekkür ederim. Böyle bir şey için endişelenmedim, aklıma da gelmedi. Önceden ya da sonradan eklenmesinin bir önemi yok ki. Oyuncu olarak böyle bir beklentiyi yük edinmek tehlikeli bence. Ticari anlamda bir karşılığı vardır mutlaka ama sadece rol endişelendirmişti beni. Benden “Belgin” olur mu olmaz mı emin değildim, hazırlanmak ya da düşünmek için vaktim de yoktu. Çok hızlı gelişti her şey. Zamanla kendi yolunu bulunca endişe de ortadan kalktı. DENİZ ÜLKÜTEKİN K aradayı dizisinde bu sezon en dikkat çeken karakter biri belki de Belgin, yani Funda Eryiğit. “Uçurum” ve “Canım Ailem” gibi, iki çok farklı dizide, iki çok farklı karakteri başarıyla canlandıran başarılı oyuncu, şimdilerde “Karadayı”yı renklendiriyor. Ancak onun hikâyesi biyografisinin çok ötesinde cümlelere ihtiyaç duyuyor. Belki de onu “Çirkin Ördek Yavrusu” hikâyesiyle benzeştirmek doğru olur. Çünkü şimdi ekranlarla izleyiciyi büyüleyen Funda Eryiğit, bir zamanlar kendini çirkin göstermek için çırpınan bir küçük kızdı. İlk katıldığınız tiyatro ekibini çok marjinal bulduğunuz için devam etmişsiniz. Nasıl bir ortam vardı? Oyuncu olmanıza bu grubun vesile olduğunu söyleyebilir misiniz? 14 yaşında, kendimi oluşturmaya başladığım bir yaştaydım. Neden tiyatro grubunun toplantısına gittiğimi hatırlamıyorum, herhalde sosyal aktivite olsun diye. Fakat ilgimi çekmişlerdi; sıra dışı bir yerden hayata baktıklarını düşünmüştüm. Sıra dışı olmak cezbedici gelmişti bana o yaşlarda. Oraya ait olmak istemiştim. Beni de aralarına alsınlar istiyordum. Elbette oyuncu olmama vesile olmuştur, o lise tiyatro grubu, ama karşıma çıkmasaydı yine de bu yola girer miydim, girmez miydim onu bilemem. Tiyatroya âşık değilim Çok dizi izlemeyen birisiniz sanırım. “Karadayı”yı takip ediyor muydunuz? Sizin için bu projede çekici olan neydi? Evet çok fazla dizi takip edemiyorum. Sürükleyici bile olsa bir yerde kopuyorum ister istemez. Kopunca kaldığım yerden devam da edemiyorum. Breaking Bad’e merak salmıştım, 3. sezonun sonlarında kaldım, bir daha da geri dönemedim. Çok da sevmiştim halbuki. İzleyenlere soruyorum finali, yetiyor. “Karadayı”dan tabii ki haberdardım ama takip etmiyordum. Karakter çekiciydi benim için. Siz de gerçek aşkı tiyatro olan oyunculardan mısınız? Tiyatro benim için bir aşk değil, gereğinden fazla bir değer yüklemek gibi geliyor bana. Ama oynuyor olma halini, karakteri, sahneyi anlama çabasını, hayatla ilişki kurduğumu en çok hissettiğim yer sahne. Sinema için henüz net bir şey söyleyemem, ama dizi setleri hız ve iş yetiştirme üzerine kurulu tabii. Başka gereklilikleri olan bir yer. “Serbest Bölge isimli bir ekibiniz var. Şu sıralar tiyatroyla ilgili bir projeniz var mı? Ya da yakın gelecekte? “Serbest Bölge”, konservatuarda öğrenciyken oluşturduğumuz bir topluluktu. İlk oyunumuz Çatı’yı oynamak için toplanmıştık. Görkem Şarkan yazar, yönetirdi. Taner Ölmez, Güven Murat Akpınar’la birlikte dört arkadaş çıkmıştık yola. Şimdi profesyonel olmasa da, organik bir bağım var elbette. Şu an Görkem ürettikçe varlığını sürdürüyor. “Nergis Hanım” filmi AC YapımSerbest Bölge ortaklığıyla çıktı örneğin. Halihazırda Devlet Tiyatrosu’nda “Sessizlik” oyununda oynamaya devam ediyorum, 3. sezondayız. Şimdilik yeni bir tiyatro projesi yok, zaman da yok zaten. l Kilo aldım, saçımı kestirdim O dönemde siz de farklı görünmek istiyor muydunuz? Kendinizi özellikle çirkin göstermeye çalışıyormuşsunuz. Ne yapıyordunuz? Ergenlik buhranının içinde çırpınırken komik durumlara düşüyordum çoğu zaman. Hayata başka bir yerden bakmam lazımdı. Nereden bakmam lazımdı bilmiyordum, ama genel olarak bakılmayan bir yerden baksam yeterdi. Güzelliğimle değil, aykırılığımla, düşündüklerimle ilgi çekmek istiyordum. Kilo aldım, saçım kısacık oldu, çirkin giyiniyordum... Sonra âşık olduğum çocuğun güzel bir şeye dikkat ettiğini görünce hayal kırıklığına uğradım. Hiç çekememiştim dikkatini. Bir iki yıl sonra toparlanmaya başladım neyse ki. Fotoğraf: Muharrem Yılmazkaya Dilden “erk”i çıkarın ve dünyayla barışın Destar Tiyatro’nun yeni oyunu “Merheba” bize dayatılanları dil üzerinden sorgulatıyor. Çünkü iktidarın en önemli silahlarından biri, dil. Kimlikleri de, kadınları da içinde sıkı sıkı yer tutmuş “erk”lerle öldürüyor, baskılıyor. Bu, derdi dil olan dört oyunluk projenin ilki. Dahası da gelecek. Biz de oyunun yönetmeni Mehmet Atak ve projenin mimarı Mirza Metin’le konuştuk. ESRA AÇIKGÖZ “Merheba”, dil temalı, dört farklı yazar ve yönetmenin yer aldığı dört oyundan ilki. Nereden çıktı bu proje? Mirza Metin: İki yıl önce Sechu Sende’yi okuduğumda, o öykülerden uyarlama yapmak istemiştim, öyküleri de seçmiştim, ancak bir türlü başına oturamayınca Fatma Onat’la konuştum, “sen uyarlama yapar mısın?” diye. O da “bütünlüklü uyarlama yapmak zor”, deyince aklıma dört yazar, yönetmenle görüşüp anadil temalı farklı oyunlar yapmak geldi. Böylelikle Fatma Onat, Derem Çıray, Ahmet Sami Özbudak ve Pelin Temur’la görüştüm. Onlar metinleri bitirdi. Sonra da dört yönetmenle buluştuk. Böylece ilk oyunun yönetmeni olarak siz çıktınız karşımıza. Neden kabul ettiniz bu projede yer almayı? Mehmet Atak: Metin And yazmıştır, Türkçe tiyatro ikinci el Batı tiyatrosu taklidi olarak doğmuştur ve büyük ölçüde öyle gitmiştir. Biz de Kenan Işık’la Kürtçe tiyatro da aynı şeye düşmez umarım diye çok konuşurduk. Bu anlamıyla Destar kendi kimliğini arayan bir tiyatro. Ayrıca Destar’ın kurucularından Berfin Zenderlioğlu’nu TMK mağduru çocuklarla, Cumartesi Anneleri’yle ilgili çalışmalarda, Pınar Selek için yaptığımız oyundan tanıyor ve insan olarak çok seviyordum. Sadece bunun için bile evet diyebilirdim. Ama konu ve yapılmak istenen itibarıyla de çok önemliydi bu proje. Sevin Okyay’dan Aslı Erdoğan’a, Fatmagül Berktay’dan Şirin Pancarlıoğlu’na, Suzan Kardeş’e kadar farklı çevrelerden tanınmış isimlerin yer aldığı bir künyesi var oyunun. Nasıl oluştu bu ekip? M. Atak: Benim Mirza’ya ilk söylediğim, “Şirin Pancaroğlu’nun Cenknamesi’ndeki bazı şeyleri kullanmak ve Ahmet Aslan’la çalışmak istiyorum”, oldu. Ahmet Aslan’ın Türkiye’de olduğunu bilmiyordum, tanıştık, benim için çok hoş bir sürpriz oldu. Kimi yerlerde, oyunun ana unsurlarından biri oldu müzik. Yardımcı yönetmenimiz Kamer Yıldız Ok’la metinleri didikledik ve Sevin Okyay, Çetin Ok ve Gülsüm Ekinci’yle epey bir şeyler tarayarak bir metin yazımına giriştik. Aslı Erdoğan benim çok yakın ve çok sevdiğim bir arkadaşım. Dili kesilen kadının “Gecenin bir yerinde kentlerin bütün kadınları dünyanın her yerinde yetsin artık diye ağlarlar” şeklindeki monologları ona ait. Fatmagül Berktay’sa malum fallosantrik konular üzerine çalışan en önemli akademisyenlerden. Oyun için sık sık onun metinlerini okuduk. Oyunun estetiğine uygun şekilde dökümanter bölüm kullanmak istiyordum. Fatmagül Berktay da beni kırmadı. Günümüzün iktidar dili Türkçe, ancak siz oyunda bunu tersyüz etmişsiniz... M. Atak: Sende’nin metinleri kısa hikâyeler. Fatma Onat, “Pusula İğnesi” ve “Galisyanca Öğrenmenin Pratik Yöntemleri”ni paralel kurguladı. Ara ara özgün metinde olmayan tersinlemeler kullandık. “Türkçe diye bir dil yoktur. Şılap, şılap, şılap; sahil Kürtlerinin bir lehçesidir, bizi bölmek için yaratılan dış mihrakların stratejisidir” gibi. Bu tür baskılar, söylemler Türkiye’ye özel değil. İspanya’da da Franco döneminin sonuna kadar Galisyanca, Katalanca ve Baskca aynı baskıya uğradı. 20. yüzyılın kapitalist ulus Feminizm çalışmalarıyla tanınan akademisyen Fatmagül Berktay, oyuna bir videoyla eşlik ediyor. S ahnede bir kadın ve bir erkek, konuşuyorlar. Kadın anadilinde, diğeri kendi diline yabancı, ezberletilmiş cümleler kuruyor. Biri yüreğini seriyor, “öteki” iktidarı. Asıl dertleri bizle hikâyelerini paylaşmak. Onlar anlattıkça kendimize bakar, dilimizden iktidarı kazırız belki diye, biraz da bu uğraş. Sadece siyasi bir erkten bahsetmiyorum, oyun bize bütün anadillerin nasıl da “erkek aklı”yla bastırıldığını da gösteriyor. Bu kadın ve erkek, Destar Tiyatro’nun yeni oyunu “Merheba”nın iki karakteri. Galisyalı yazar Sechu Sende’nin “Rüyalarımda Bile Dilimi Kaybetmeyeceğim” kitabındaki öykülerden birinden çıkarılıp ete kemiğe büründürülmüşler. Biz de Destar Tiyatro’dan Mirza Metin ve Merheba’nın yönetmeni Mehmet Atak’la konuştuk. Mehmet Atak ve Mirza Metin (sağda). devletlerinin asıl zamkı, dil. Bizim bu oyunla işlediğimiz iki şey var. Bir militarist yapının bir arada olduğu diğer unsurlara tahakküm edip onların dillerini bastırması, bunu şiddetle, ölümle yapması. İkinci olarak da, her dilin kendi içindeki militarist yapısı. Medeniyet çağının başlangıcındaki devlet denilen siteler aile üzerine kurulur. Bu da cinsiyet ayrımcıdır. Anlayacağınız, tüm anadiller başladığından beri türcü ve ataerkildir. Oyundaki kadın diyor ya, “Aynı küfürlerin bir anda benim anadilimde de olduğunu gördüm. Keşke dudağımın kenarından tükürebilseydim bunları”. Dilden erk’i çıkarmak mümkün mü? M. Atak: Sevin Okyay’ın çok hoş lafı vardır; “Askerlik militarizmin son ütüsünün yapıldığı yerdir.” Çünkü siz doğuştan itibaren, ailede, okulda hep ezberlerle donatılıyorsunuz. Askerde de son ütüsü yapılıyor. Altındakini yöneteceksin ve üstündekine itaat edeceksin, deniyor. Mesela korkunç kadın cinayetleri işleniyor ülkede. Bu militarist zihniyetle çok alakalı. Ezberlerimizden yüzde yüz kurtulamıyoruz. Hepimiz ezberlerimizle doğuyoruz ve bunları normal görüyoruz. Bir çomak sokulup bir çatlak açılınca düşünmeye başlıyoruz. Herhalde yaşamımız boyunca bitmeyecek ezberlerimizi kırma mücadelemiz. Projenin sonraki oyunları? M. Metin: Şu anda Özbudak’ın yazdığı, Aslı Öngören’in yönettiği Dengiz yani “Deniz Kızı” oyunu provada. Şubatta prömiyer yapmayı umuyoruz. Büyük ihtimalle martta “Çukê ZimênDil Kuşu” diye bir oyun provaya girecek. Pelin Temur yazdı, Ayşenil Şamlıoğlu yönetiyor. Tülin Özer oynuyor. Orhan Alkaya’nın yönettiği “Ağzı Var Dili Yok” da başlayacaktır. Yavaş ilerliyor süreç, çünkü Destar Tiyatro’nun olanakları sınırlı. M. Atak: Sıfır bütçeyle yaptık biz oyunu, ama tabii ki Destar Tiyatro zaman zaman eksiye düştü. Herkes kendi yol, yemek parasını kendi verdi. Makyaj malzemesi almaya bile paramızın olmadığı zamanlar oldu. l [email protected] C M Y B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle