15 Haziran 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

7 EYLÜL 2014 / SAYI 1485 7 Yeni yüzyılın fabrikaları: Çağrı merkezleri ESRA AÇIKGÖZ S ayıları net olarak bilinmiyor. Ama çoklar. Çağrı Merkezleri Derneği’ne göre, 2015’te 100 bine ulaşacaklar. Gün ışığından uzakta, anbean çalışma tempoları takip edilen, günde iki kere tuvalet izni olan, kameralarla sürekli izlenen, sakız çiğnemekten oturuş şekline kadar her şeylerine müdahale edilen çağrı merkezi çalışanlarıyla pek de ilgilenen yok. Daha da kötüsü kurumla yaşanan sorunların öfkesi bile onlardan çıkarılıyor. Ankara Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Gamze YücesanÖzdemir’in Yordam Kitap’tan çıkan “İnatçı Köstebek/Çağrı Merkezlerinde Gençlik, Sınıf ve Direniş” kitabı onlara yaşadıklarını anlatma şansı veriyor. Emeksermaye ilişkileri üzerinden yapılan çıkarımlarsa sorunları çözmede yol gösterici. Önce kitabın adından başlayalım, “İnatçı Köstebek”. Çağrı merkezinde çalışanları neden “inatçı köstebek” olarak adlandırdınız? Bunun bir olgusal, bir teorik, bir de edebi anlamı var. Olgusal anlamı derken, çağrı merkezlerinde çalışanlar aslında yer altında çalışan köstebekler bir nevi. Araştırma sırasında gittiğimiz hemen hemen tüm çağrı merkezleri yapay aydınlatma altındaydı. Teorik anlamına gelince, düşüncelerini takip ettiğim teorisyenler köstebek metaforunu çok kullanıyor. Marx, yeraltında sessizce kazan köstebek için devrimci bir anı anlatırken şöyle diyor: “İyi kazmışsın, ihtiyar köstebek!” Ayrıca, Fransız marksist Daniel Bensaid, kapitalizmde sermayeye karşı emeğin mücadelesine atıfla “inatçı köstebek çevik lokomotiften daha uzun yaşar” diye belirtiyor. Ayrıca, emekçilere dair çalışan sosyal bilimcilerin soğuk dilinin edebiyatla beslenmesi gerektiğini düşünürüm. Hayatımda olduğu kadar bu kitapta da Orhan Kemal etkisi var. Ama isme son noktayı kızım Ada koydu. Daha önceki kitap isimlerini çok sıkıcı bulan Ada, “İnatçı Köstebek”i duyunca, “işte, bu kitap tutar!” dedi. Onlarla hepimizin yolu kesişmiştir. Ancak ne stresli çalışma şartlarını ne de güvencesizlik ve geleceksizlik kaygılarını biliyoruz. Prof. Dr. Gamze YücesanÖzdemir “İnatçı Köstebek” kitabı ile çağrı merkezi çalışanlarına kulak veriyor. Çağrı merkezi çalışanlarının tuvalete gitme izinleri bile belirli sayıda. Bunun dışında ne masadan kalkma ne de bilgisayarı kapatma şansları var. Prof. Dr. Gamze YücesanÖzdemir (altta). yana olması, tüm yapıları emek adına yıkıcı kılmakta. Güvencesiz ve geleceksiz çalışma, yoğun işsizlik, neoliberal sosyal politikalar, birey ve rekabet örülü ideolojiler işçi sınıfının geneli üzerinde yıkıcı etkilere sahip. Çağrı merkezlerinde emek süreci örgütlenmesinde artan vasıfsızlaşma ve derinleşen teknolojik ve elektronik denetim çalışanlar üzerinde yıkıcı etkiler yaratıyor. Dolayısıyla, çağrı merkezlerinin bir yıkım merkezi olduğunu söylemek yanlış olmayacak. etkin hale geldi. Çağrı merkezi yatırımları ise Anadolu Kaplanları’na değil, diğer taşra kentlerine yöneldi. Yaptığınız alan araştırmasıyla ulaştığınız bilgiler, çıkarsamalar içerisinde sizi en çok şaşırtan, korkutan ne oldu? Taşrada tüm bildiklerimiz çöktü… Biz, “çok çalıştırılıyorsunuz” dedik, onlar, “eski işimde çalıştığımın neredeyse yarısı kadar çalışıyordum” ya da “en azından çalışıyorum” dedi. Biz “az kazanıyorsunuz” dedik, onlar, “bu şehirde en yüksek ücreti veren yerde çalışıyorum” ya da “sabahtan akşama kadar çalışıp 300400 lira alanlar var, bunun iki mislini kazanıyorum” dedi. Taşrada geç kapitalistleşme olgusu, diğer bir deyişle, kapitalist üretim ilişkilerinin yerleşmemiş olması, emek ve sınıfla ilgili tüm soruları ve sorunları farklı kıldı. Sermaden taşraya “sosyal sorumluluk” adıyla yatırım Uluslararası şirketlerin çağrı merkezleri 3. dünya ülkelerine kaydırıldı. Türkiye’de bu kayma şehirden taşraya doğru yaşanıyor. Bu kaymanın nedeni, etkileri neler? Çağrı merkezleri, hem mekânsal hem de zamansal olarak sermayenin kârlı coğrafyalara açılımını mümkün kıldı. Kuşkusuz en çok bilinen ve tartışılan örnek Amerikalı şirketlerin Hindistan’a yaptığı yatırımlar. Hindistan’daki birçok çağrı merkezi Amerikan ve İngiliz kültürü üzerine biriki günlük eğitimler düzenliyor. Amaç, çağrı merkezi çalışanlarını “tipik müşteri özellikleri, coğrafya, para birimi, tatiller ve önemli spor olayları” üzerine bilgi sahibi yapmak. Bu kültürel emperyalizmin yanında zaman üzerinden de bir emperyalist baskı var. Çalışanlar Batı’dakilerin günlük hayat ritmine uymakta, dolayısıyla, yoğunlukla geceleri çalışmakta. Türkiye’de de sermaye taşraya yatırım yapıyor. Sermaye çevreye yaptığı yatırımları, istihdam ve kalkınma yaratma olarak dillendiriyor ve “sosyal sorumluluk” bilinciyle hareket ettiğini söylüyor. Oysa temel neden ucuz emek ve devletin teşvikleri. Kapitalist üretim ilişkilerinin taşranın belli bölgelerine girişi, 1980’ler sonrası “Anadolu Kaplanları” olarak tartışıldı. “Anadolu Kaplanları”, ihracata yönelik sanayilere yöneldi ve küresel, uluslararası ticarette Garptan şarka, merkezden taşraya çalışanlar... Çağrı merkezi çalışanlarına dair geniş bir alan araştırması yaptınız. Bize profilleriyle ilgili neler söyleyebilirsiniz? Hem İstanbul ve Ankara gibi merkez illerdeki hem de Erzurum, Erzincan, Gümüşhane, Uşak gibi taşra illerindeki çağrı merkezi çalışanlarıyla tanıştık. “Garptan Şarka” yaptığımız bu araştırmada merkez ve taşrada çalışanların benzeşen ve farklılaşan özellikleriyle karşılaştık. Hem merkez hem de taşrada, çağrı merkezi çalışanlarının çoğu ya üniversitede okuyor ya da çoğunun üniversite sonrası ilk işi. Yaş aralığı 2035 arası. Çoğu bekâr ve aileleriyle yaşıyor. Bu sermaye için düşük ücret verebilme adına önemsenen bir nokta. Farklılaşan nokta ise kadınerkek çalışan oranı. Merkezde bu oran eşit. Taşradaysa erkekler çoğunlukta. Taşradaki genç kadınlar için çağrı merkezleri tek istihdam imkânı. Ataerkil yapılar düşünüldüğünde, daha “kurumsal” ve “ciddi” işyerleri olarak babalar ve ağabeylerin onayladığı yerler çağrı merkezleri. Diğer yandan, çok kadın çalışanın olmasını şirketler tercih etmiyor, çünkü işin “kadın işi” olarak algılanmasını istemiyorlar. Taşraya dair söylenebilecek önemli bir nokta da, işi bırakma oranı çok yüksek olduğundan, işgücü havuzunun epey daralması. Dolayısıyla, şirketler ne eğitim, ne yaş konusunda eski kriterlerinde ısrarcı olamıyor. Beyaz yakalıların, hizmet sektörü çalışanlarının sınıf tanımlaması içinde nereye konulacağı uzun zaman tartışıldı. Siz bu tartışmaya “Üçüncü Bin Yılın Fabrikaları: Çağrı Merkezleri” başlığı, “yıkıcı emek rejimleri” kavramlarıyla yaklaşıyorsunuz... Çağrı merkezlerini “üçüncü binyılın fabrikaları” diye adlandırarak, Marx’ın sınıf tahlilini tekrar merkeze almayı hedefliyorum. Marx’ın sınıf tahlilinde işçi sınıfının ve fabrikanın yalnızca sanayi üretimde çalışan sanayi işçisini içermediğini vurgulamak istiyorum. Kapitalizmin artıdeğer üretmeyi hedefleyen yapısında işçi sınıfı pekâlâ plazalarda çalışan iyi giyimli, eğitimli ve tüketim alışkanlıkları farklı bir vecheye de bürünebilir. Dolayısıyla, çağrı merkezleri, ağır sömürü koşulları ve çok yönlü güvencesizlik Genç köstebeklerin kazma ve tünel açma hızı... Sınıf mücadelesinde bu kitlenin önemli bir yeri olacağını söylüyorsunuz kitabınızda. Neden? Kesinlikle… Sınıf mücadelesinde, gençliğin dinamik ve akabinde “yaratcı ve üretken” gücünün çok değerli olduğunu düşünüyorum. 21. yüzyılın başında iki eğilim, “yeni proleterleşme dalgası” ve “gençlik hareketi”, karşılıklı etkileşim içerisinde öne çıkmakta ve netleşmekte. Dünya geneliyle benzer bir seyir içerisinde Türkiye’de gençlik, emek piyasasında bir yanda güvencesizlik diğer yanda ise geleceksizlik baskısı altında. Gençlik, güvencesizliği çok çeşitli boyutlarda deneyimliyor: İstihdam güvencesizliği; sosyal güvencesizlik; gelir güvencesizliği; sendikal güvencesizlik. Dolayısıyla, bir temenni ya da iyi niyet olarak değil, temelleri sağlam bir beklenti olarak diyorum ki: “21. yüzyılın sınıf mücadelesinde genç ve inatçı köstebeklerin kazma ve tünel açma enerjisi ve hızı belirleyici olacaktır.” l [email protected] koşulları doğrultusunda yeni yüzyılın fabrikalarıdır. Diyorum ki, çağrı merkezi çalışanları 21. yüzyılın proletaryasıdır. Ve sormak istiyorum, proletaryanın yok olduğu tezi dolaşımdayken, burjuvazinin yok olup olmadığı kimsenin aklına niye gelmiyor? Burjuvalar varsa proleterlerin olması çok doğaldır. Yine Marx’ın sınıf tahlili doğrultusunda, çağrı merkezi çalışanlarının “yıkıcı emek rejimleri”ne tabi olduklarını öne sürüyorum. Çağrı merkezlerinin gömülü olduğu iktisadi, siyasal ve ideolojik yapılarda sınıf mücadelesinde sarkacın sermayeden Çalışanlar anlatıyor l İnsanlık dışı. Bu tamamen otomatiğe bağlanmış bir iş. Tamamen otomatiğe bağlanmış... Yani, sizin aboneye verebileceğiniz bilgi belli, bilgi veremediğiniz zaman da söyleyeceğiniz şey belli. (Nilay, Ankara) l Normal bir işçi inşaatta çalışır, akşam evine gelir kafası rahat olur. Bizde öyle değil, kafamız çok yoruluyor. (Ceyhan, Gümüşhane) l İnşaatlarda çalıştım. Kalıpçılık yaptım. Güneşin altında yandım. Şu an çalışıyoruz. Beyaz ofis, döner koltuk... Ama yaptığım Kişiliğimizden, sağlığımızdan, duruşumuzdan tüm işlerden daha çok yoruluyorum. (Mesut, Gümüşhane) l Kesinlikle moralin bozuluyor, çağrıda ağlayan arkadaşlarımı biliyorum. İlk başlarda mesela ben de öyleydim. Müşteri çok rahat sana küfredebiliyor. Müşteri sana küfrediyor ve sen şöylesin: “Anlıyorum ya da haklısınız.” Size küfreden bir insana “haklısınız” demek kadar kötü bir şey yok. (Erhan, Samsun) l Bir keresinde ciddi hastayım. Ateşim çok yüksek, boğazım da farenjit. Konuşacak durumda da değildim. Doktor baktı, “çok kötüsün, boğazın çok iltihaplanmış, sistem nasıl, yoğun mu, ben ona göre rapor yazacağım” dedi. “Yukarısı yoğun” dedi ve rapor yazmadı. “Üzgünüm, yazamayacağım” dedi. (Emrah, Erzurum) l Hepsini geçtim, birçok şey kaybediyorsunuz, kişiliğinizden kaybediyorsunuz, duruşunuzdan kaybediyorsunuz. Sağlığınızdan kaybediyorsunuz, sosyal hayatınızdan kaybediyorsunuz. (Defne, Ankara) SELÇUK EREZ Ne Osmanlısı? “Yeni Osmanlıcılık” diye bir şey tutturduk. Hem Arap yarımadasında hem de Balkanlar’da eski Osmanlı topraklarında yaşayanları önce tedirgin eden, sonra da “olsa olsa kimlik bunalımıdır” gibi mizahi yorumlara yol açan bu söylem, hâlâ gereğince açıklanabilmiş değildir. Aslında gözlemlediklerimiz, bize Osmanlıyı değil, Osmanlı göçtükten sonra Balkanlar’da olup bitenleri anımsatmaktadır. Okulda bize Osmanlı İmparatorluğu’nun 19. yüzyılda parçalana parçalana ufaldığını, kaybettiği topraklarda yeni devletlerin kurulduğunu söylediler ama önemli bir hususu bizden sakladılar: O zamanın emperyalist devletleri, Avrupa’daki yeni ülkelerin halklarının, ülkelerini yönetemeyecek kadar aciz olduklarını ileri sürerek bunların başına kendi hanedanlarından kişileri getirmişlerdi. Hatırlayalım: Osmanlı’dan ayrıldıktan sonra Yunanistan’a Bavaryalı bir prens, kral olarak atandı: Otto Friedrich Ludwig. O beceremeyince yerine Danimarkalı bir prensi getirdiler: SchleswigHolsteinSonderburgGlücksburg’dan Prens William I. George adıyla Yunan kralı oldu. Bulgaristan? Ferdinand Maximilian Karl Leopold Maria (SaxeCoburg ve Gotha) kral olarak atandı. Romanya’ya ne oldu? İlk liderleri Cuza devrildi yerine HohenzollernSigmaringen ailesinden Prens Karl oturtuldu. Balkan halkları, kendilerini hor görenlerce sömürgeci devletlerin çıkarlarına uygun güdülmeleri için başlarına oturtulmuş olan bu krallardan kolay kurtulamadılar. Emperyalist ülkelerde zamanla, sadece ufak ülke halklarının değil, kendi hudutları içinde yaşayan azınlıkların da bozuk, varlığıyla zarar veren, yoz insan grupları olduğu görüşü meyvelerini vermeye başladı: Hitler iktidarı, Almanya’yı Yahudilerden, Çingenelerden vb. arındırmak için harekete geçti; milyonlarca insan öldürüldü. Amerika’da zencilerin çekmediği kalmadı. Sittin yıl sonra bugün biz, nelere tanık oluyoruz? Bir taraftan topraklarımızı sık sık “Uygarlığın beşiği”, “Medeniyetlerin buluştuğu yer” olarak tanımlıyor, günü, “Birlik, beraberlik zamanı” olarak adlandırıyor, diğer taraftan ağzımızı açıp, gözümüzü yumuyoruz: Muhalefet lideri biliyorsunuz “Alevi”dir! Bana affedersiniz Ermeni bile dediler! Böyle konuşanlar, mitinglerde Muaviye işareti yaparlar. Dahası da var: Arabistan’daki iç savaşta Sünni fraksiyonlar yeğlenir, desteklenir, bunlardan kaçan Yezidilere güçlük çıkarılır. Ayırımcılığın âlâsı bahis konusudur: Bizden farklı olan kollanılmaz, dışlanır, zaman zaman sapkın olarak nitelenir... Halen izlediğimiz, Osmanlı’nın yenisi filan değil, başka ülkeleri, halkları, kendinden farklı olanı hor gören emperyalist bir zihniyetin çağımızdaki yansımasıdır. l www.selcukerez.com İmtiyaz Sahibi: Cumhuriyet Vakfı adına Orhan Erinç Genel Yayın Yönetmeni: İbrahim Yıldız Yayın Yönetmeni: Miyase İlknur Görsel Yönetmen: Aynur Çolak Sorumlu Müdür: Ayşe Yıldırım Başlangıç Yayımlayan: Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ İdare Merkezi: Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sok. No: 2 34381 Şişli / İstanbul (0212) 343 72 74 (20 hat) Reklam Genel Müdürü: Özlem Ayden Genel Müdür Yardımcısı: Nazende Körükçü Reklam Grup Koordinatörü: Hakan Çankaya Reklam Müdürü: Beste Paydaş Ertan Rezervasyon Yönetmeni: Onur Tunalı (0212) 251 98 74/75 (0212) 343 72 74 (554555) Baskı: DPC Doğan Medya Tesisleri Hoşdere Yolu 34850 Esenyurt / İstanbul Cumhuriyet gazetesinin parasız pazar ekidir Yerel süreli yayın [email protected] @cumdergi C M Y B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle