Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
20 TEMMUZ 2014 / SAYI 1478 5 Almanya Dünya Kupası’nı kazanınca övgülerin en fazlası da teknik direktör Joachim Löw’e gitti. Oysa onun kariyerinde zirveyle uçurum arasında çok ince bir çizgi vardı. Bu çizginin üzerinde presipleri sayesinde durdu. Erkekleri mutfağa sokan aşçı Arda’nın Mutfağı, ramazan ayı boyunca, TV8 ekranlarında ramazana özel tariflerle devam ediyor. Her kesimden izleyeni olan Arda Türkmen’le başarısının sırrını konuştuk. R Yazılar: DENİZ ÜLKÜTEKİN Dünyanın en büyük stajyeri... Aslında Alman futbolu ve Löw’ün hikâyeleri birbirlerine oldukça benziyor. Löw’ün Türkiye’de zorlandığı yıllarda, Alman futbolu da uluslararası sahalardaki geçmişini mumla arıyordu. 2000 ve 2004 Avrupa şampiyonlarında yaşanan hezimetler, ülke futbolunun dibe vuruşunu tescillemişti. Löw’ün görevi, Klinsmann’la birlikte bu ortamda Milli Takımı 2006’da Almanya’da yapılacak Dünya Kupası’na hazırlamaktı. Alman futbolunun kaderi de bu süreçte şekillendi. Kendilerinden önceki meslektaşlarının gözardı ettiği göçmen futbolcu ağına şans veren ikili, çok sayıda Polonya ve Türk asllı yeteneği milli takıma kazandırdı. Miroslav Klose ve Mesut Özil bu isimlerden sadece ikisiydi. Kupada gelen üçüncülük, Almanya için yeni bir çağın başlangıcıydı. takıma adapte etmekten çekinmiyordu, ama bu kez karşılarında beklenmedik bir rakip, uzun süre önce Avrupa futbolu zirvesinden ismi silinen İtalya çıkıyordu. Yarı finalde elenen Löw ve Milli takım için zor günler başlamıştı. Brezilya’da şampiyonluk dışındaki herhangi bir sonuç Almanları kesmeyecek gibi görünüyordu. Turnuvaya her zamanki gibi gösterişli bir giriş yaptı Almanlar. Portekiz’i, dört golle uğurladılar. Grubu birinci birtirdikten sonra Cezayir karşısında zorlanmalarını ise pek kimse beklemiyordu. Ancak Cezayir’in yüksek direnci karşısında, ancak uzatmada attığı gollerle turu geçiyordu Löw’ün öğrencileri. Takıma eleştirilerin dozu da artmıştı. Lahm neden sol bek oynamıyordu, Klose daha çok sahada olamaz mıydı? Sahada hayalet gibi gezinen Mesut’un ayrıcalığı neydi? Fransa karşısında alınan tek gollü zafer eleştirileri biraz yumuşatsa da, Brezilya karşısında şanslar eşit görünüyordu. Futbol tarihini yeniden yazan maçlar vardır. Macarların, İngilizleri Wembley’de 6 golle yenmesi, oyunun, doğduğu topraklara ait olmadığını tescillemişti. 1970 Dünya Kupası finalindeki Brezilya görüp görülecek en güzel oyunu oynamıştı. 1982’de İtalya rövanşı alırken, Brezilya’nın güzel futboluna karşı savunmanın üstünlüğünü göstermişti. 1986’da Maradona’nın ya da Tanrı’nın eli, futbolun asla sadece futbol olmadığını haykırıyordu. İşte Brezilya Almanya maçı da böyle bir maçtı. Brezilyalılar, belki bir yenilgiyi zor da olsa hazmedebilirlerdi, ama sahada tam 7 golle aşağılanmışlardı. Belki de uzun süre, en azından dört yıl boyunca dünya futbolunda ait oldukları yerden, zirveden uzakta kalacaklardı. Bir kuşağın hayallerini silmişti adeta Löw’ün Almanyası. Sonrasında da futbolun mabedi Maracana’da kupayı kaldırmayı başardılar. İşte böylesi bir hikâye Joachim Löw’ünki. Fenerbahçe’de stajyer diye aşağılanırken, Adanaspor’dan “zaten teknik direktörün etkisi yüzde 15’i geçmez” bilmişlikleriyle kovulurken ya da Maracana’da dünyanın en değerli futbol ödülüne dokunurken de aslında aynı insandı o. Prensiplerinden ödün vermeyen, ama yeniliklere açık yeni kuşak bir futbol elçisi. l denizulk@gmail.com F utbolda, bir taraftarsanız takımınızın aldığı kötü sonuçları sıklıkla dış etkenlere bağlarsınız. Kimi zaman hakem, kimi zaman hava şartları kimi zaman da topu direğin yarım santim içine gönderemeyen kader başarısızlığın sebebidir. Kulüp ve milli takım tarihleri bunun gibi sayısız örnekle dolu olsa da, bireysel anlamda futbol oldukça büyük bir netlik taşır. Gösterilen başarının atılan veya yenilen golle yani oldukça basit bir ölçümle değerlendirildiği bu spor dalı, bireysel anlamda herhangi bir göreceliliği kaldırmaz. Belki kıyıda köşede bir barda müthiş bir müzisyen keşfetme şansınız vardır ama, İngiliz yazar Nick Hornby’nin deyimiyle “yetenekli” bir santraforun, keşfedilmeden tavan arasında açlıktan öldüğünü tarih yazmamıştır. Ancak saha çizgilerinin hemen bitiminde işler yine bulanıklaşmaya başlar. Futbolun kesin zafer ve yenilgi ölçümleri içinde kafasında rakibin yıldızını nasıl durduracağını ya da takımını nasıl bir taktikle galibiyete taşıyacağını düşünen endişeli adamlar vardır. Teknik direktörler. Belki Messi’yi Lüksemburg’da oynatsanız, Arjantin’e karşı yine gol bulabilir ama aynı hayali Jose Mourinho için kurgulasak, futbolun dahisinin ne kadar şansı olabilir ki? Şu sıralar ülkesi Almanya’nın başında, futbol dünyasının zirvesinde olmanın keyfini çıkaran Joachim Löw, bu acımasız dünyada, belki de en keskin virajları dönmek zorunda kaldı. Hatta, tüm futbol tarihinin, Adana’da değiştiğini bile söyleyebiliriz. Hemen her Alman futbol adamı gibi Joachim Löw’ün yolu da buralara düştü. Fenerbahçe’de kimi zaman unutulmaz bir futbol oynattığı sezonun sonunda, takımı üçüncü sırada kalınca, Aziz Yıldırım tarafından kapının önüne koyulan, bir de üstüne stajyer damgası yapıştırılan Löw’ün yolu bir süre sonra Adana’ya düşecekti. Görev zordu, takımı ligde tutmak. Elindeki imkânlar ve kısıtlı sürede bunu başarması pek mümkün görünmüyordu. Beklenen oldu ve Adanaspor küme düşerken Löw’le yollar ayrıldı. Böyle bir durumda, herhangi bir hocanın Almanya’da değil Türkiye’de bile iş bulması zorken, Löw, Jurgen Klinsmann’ın yardımcısı olarak Alman Milli Takımı’nın başına geçti. amazan ayı boşunca pratik ve lezzetli yemekleriyle sofralara renk katan Arda Türkmen, ekrandaki mülayim görüntüsünün aksine, mutfakta kimi zaman ”biraz ters bir tip” olabiliyor. Ancak kendisiyle yaptığımız sohbet oldukça keyifliydi. Ekrandaki tüm aşçılardan farklı bir görüntünüz var. Bu yüzeysel bir durum olmasa gerek, mutlaka yaşam tarzınız zevkleriniz de mutfağınıza yansıyordur. Nedir sizi farklı kılan? Sırf maddi olarak daha çok kazanmak için her önüme gelen işi kabul etmiyorum. Yaptığım her işte, hissederek ve inanarak bulunuyorum. Bu da izleyiciye geçiyor diye düşünüyorum. Samimi olarak ve gerçekten karşımdaki izleyicilere bir şeyler katmak isteyerek bu programa devam ediyorum. İnanın benim tarifimi yapıp benimle paylaşan her bir kişi gördüğümde çok mutlu oluyorum. Önceleri televizyon dünyasına adım atmak konusunda çekinceleriniz varmış. Bugünden baktığınızda bu çekincelerinizin ne kadar doğru veya yersiz olduğunu düşünüyorsunuz? “Değişir miyim?” diye bir çekincem vardı, ancak kabul ettiğimde zaten değişmeyeceğimden emindim artık. Ekrana çıkmadan önce yanımda çalışan ekip arkadaşlarım hâlâ yanımda. Değişmiş olsaydım onlar yanımda olmazlardı, o yüzden de içim çok rahat. Gurme programlarıyla ilgili birtakım eleştirileriniz olmuştu. Sizce bu tip programlar yemek ve restoran ve servis anlayışını nasıl etkiliyor? Herhangi bir programla ilgili bir eleştirim olmadı. Yemek yapmayı sevdiren her program bence sektöre de insanlara da artı değer katıyor. Bazı programlar mekânları hunharca eleştiriyor, “Ben olsam bunu böyle yapardım, böyle servis ederdim” diyorlar. Eh buyur yap dediğinde “Aaa ben bu işi yapamam, bu zor iş” deyip kestirip atıyorlar. Tevazu ve adalet herkese lazım bu sektörde. Sizin mutfağınız bir yanıyla da pratik bir mutfak bence. Bu sayede daha önce mutfağa adımını atmamış erkekleri de yemek yapmaya alıştırdığınızı düşünüyor musunuz? Benim ne kadar kadın izleyicim varsa, neredeyse bir o kadar da erkek izleyicim var. Daha önce hiç yemek yapmamış her tür insan benim tariflerimle mutfağa girip, güzel sonuçlar alınca mutfağı daha da çok sever hale geliyor. Ama özellikle erkeklerin mutfağa olan ilgisi beni çok mutlu ediyor. Hanımlara göre daha ürkerek başlıyorlar yemek yapmaya, ama sosyal medyadan gördüğüm kadarıyla ortaya harika sonuçlar çıkıyor. Bu arada hanımlar alınmasın, onlar zaten her gün ev mutfaklarının “başkahramanı” olarak harikalar yaratıyorlar, ama beyleri de kutlamak lazım, azimleri ve özenleri için. Yeni ve bizim mutfak kültürümüze uzak lezzetler deneme konusunda ne kadar açık fikirlisiniz? Pek alışık olmadığımız, ama bizim damak tadımıza uygun ne gibi yemekler önerebilirsiniz? Mesleğim gereği her türlü lezzeti denemek zorundayım, zorunluluktan öte böyle bir imkânım olduğu için de kendimi çok şanslı hissediyorum. Biz biraz ön yargılı bir milletiz ama bazen bulamaç gibi görünen bir yemek çok lezzetli olabilir veya harika bir yemek çok yavan olabilir. Mesela Uzakdoğu yemeklerini sevebiliriz millet olarak ya da Hint yemeklerini ama baharata dikkat... Restoranda mutfak için kurtlar sofrası denir ve ağır bir hiyerarşi olduğu söylenir. Ancak siz çok mülayim birisine benziyorsunuz? Sizinle çalışmak kolay mı? Mutfak hiyerarşi olarak biraz askeri düzeni andırır. Yaş farkı gözetmeksizin ast üst ilişkisi çok önemlidir. Bu yüzden de sebat edenlerin başarılı olacağı bir alandır. Bunu aslında bana değil çalışanlarıma sormak lazım, ama kısaca mutfağımda da, yukarıda serviste de herkesin birbirine saygılı ve düzgün davranmasını beklerim. Uzun mesailer var arada, tabii ki tartışmalar olacaktır ama sürekli bir karışıklık, bağırtı olan bir ortama dönüşmesine asla izin vermem. Aynı zamanda mutfakta zaten çok oturmuş bir düzen var. Yıllardır aynı kemik kadroyla çalışıyorum, o yüzden de biz ekip olarak gayet huzurlu bir ortama sahibiz. Fakat bütün bunlar bir yana mutfakta biraz ters bir tip olabiliyorum, hata yapmayı, bir şeyi iki kereden fazla söylemeyi, kurulan düzenin bozulmasını pek sevmiyorum. Bu yüzden şefin kurallarına uyarlarsa, ortam keyifli, uymazlarsa biraz şimşekler havada uçuşuyor Forneria’da. Programınızda ne gibi yenilikler var? Ramazana özel tarifler yapıyoruz. Daha çok geleneksel mutfağa yöneldik. Süre olarak daha uzun, bu sebepten daha çok yemek yapıp izleyicilere daha yeterli bilgi verebiliyorum. Pide tabanlı salata, tahin pekmezli sufle, kâğıt helvalı yaz pastası, ıspanak kökü salatası bunlardan bazıları. Bu ürünlerin hepsi zaten çevremizde, manavda, markette, kilerinizde hatta buzdolabınızda duruyor. Onları kullanarak bu ay mutfaklarınıza daha farklı lezzetler sunmak iyi bir fikir olur diyerek, bu Arda’nın Ramazan Mutfağı’nda hep böyle yemekler tasarladık l Sardunaki artık Sakız’da S Turnuvanın ardından Klinsmann görevi bırakırken yerine Joachim Löw geliyordu. Göçmenlerle birlikte hareketlenen futbol, doğru altyapı hamleleriyle, kısa sürede devasa bir yetenek havuzuna dönüşüyordu. 2008 Avrupa Şampiyonası’nda gelen final ve 2010 Dünya Kupası’nda yarı finale kadar oynanan göz alıcı futbol, hele ezeli rakip İngiltere’nin dört golle darmadağın edilmesi hem basını, hem de Alman futbolseverleri kendinden geçirmişti, ama bir sorun vardı. Böylesi dominant bir takım kupa kazanamıyordu. Almanya hem 2008 hem de 2010’da kendisi gibi altın bir jenerasyona sahip İspanya tarafından saf dışı bırakılmıştı. Löw bir yandan takımı hızla gençleştirirken, bir taraftan da basının baskısını hissetmeye başlamıştı. 2012 Avrupa Şampiyonası onun için oldukça kritikti. Yine de gençleri cesurca akız’ ın en güzel köylerinden birisi olan Olimpi köyünde, 200 yılın anılarını ve tarihini hala hissettirebilen bir eviniz var artık. Sardunaki Sakız, “ev” olarak sizleri ağırlayacak. İçinde istediğiniz gibi rahat edebileceğiniz, sadece size ait orijinal bir ev burası. İki kişi, dört kişi ya da altı kişi kalmak mümkün Sardunaki Sakız’da. 360 derece manzaralı bir teras da mavi beyaz masa ve sandalyeler, sizleri huzura çağırıyor. Pirgi ve Mesta beşer dakika mesafede. Yine yanıbaşınızda akvaryum gibi bir deniz ve muhteşem bir kumsal. İster çok yakınında denize girin, ister her noktasında tarihi yaşayın. Ama akşam mutlaka bir tavernada buzukinin o içinizi bir hoş eden müziğinin eşliğinde rahatlayın. Dönüşte, sabun kokan mis gibi çarşaflarınızda uykuya dalacaksınız. Belki de klimalarınızı bile açmaya gerek kalmayacak. Güne, günün ilk ışıklarıyla size oyun oynayan bir oda da uyanacaksınız. Türk hamamı görüntüsündeki banyonuzda sıcak suyunuz hazır. Kahvaltınızı ister dört dörtlük mutfağınız da yapın, ister evinizin 30metre ilerisindeki tarihi köy meydanında Spiro ya da Goergio’nun yerinde alışkın olduğunuz damak tadınıza uygun şekilde otelimizin ikramı olarak yapın. l www.sardunaki.com C M Y B