Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
4 23 ŞUBAT 2014 / SAYI 1457 Müzik ruhlarımızı iyileştiriyor Gençliğinde, pek çok ülke dolaştı. Gittiği her yerde, yeni dostlar, yeni sesler edindi. Gördüğü her doğal güzellik, ona farklı şekilde ilham verdi. Sonunda, tüm birikimini notalara yansıttı ve ortaya tüm dünyaya ilham veren bir müzik çıktı... Japon müzisyen Kitaro, İstanbul’a geliyor. nun dünya çapında milyonlarca hayranı var. Seksenlerin başında, tıpkı müziği gibi, doğal bir akışkanlıkla hızla artan hayranları, kendisini müzikte bir kült mertebesine eriştirdi. Japon müzisyen Kitaro, 4 Mart akşamı, Haliç kongre Merkezi’nde olacak. Pozitif Live tarafından yapılan bu gecede, 36 kişilik dev bir orkestrayla sahne alacak, ve eminiz ki İstanbullulara, yıllardır bekledikleri bir geceyi ve daha fazlasını yaşatacak. Konser öncesinde, Kitaro ile müzik yaşamı üzerine kısa bir sohbet yaptık. “New Age” müzik tarzı sizin melodilerinizle başladı. Bu türle ilgili ne düşünüyorsunuz? Sizden sonra evrimi nasıl gerçekleşti? Ben müziğe başladığımda ‘New Age’ diye bir kategori yoktu, o zamanlar bu müzik türü “Mind” diye adlandırılıyordu. Ancak bazı genç müzisyenler, yeni hayat tarzlarını yaşamaya başladı. Hayatlarını meditasyona, yogaya ve çeşitli ruhsal aktivitelere adadılar. Benimkine benzer müzikler dinlemeye başladılar. Böylelikle dünyada, bu hayat tarzlarını yaşayan ve bu müzikleri dinleyen insanların dinlediği bir tür olarak “New Age” doğdu. Ben “New Age” müziğin, asla kişisel bir tür olduğunu düşünmüyorum, ama bu tarz seslere ve müziğe ihtiyacımız olduğuna inanıyorum. Ben kendi müziğimi yapmaya devam edeceğim. Benim için, benim müziğim, “Kitaro’nun müziği”. Müzik endüstirisi, benim müziğimi “New Age” olarak adlandırdığı için böyle bir tarz doğdu. İlk albümünüz “Astral Voyage” çıktığından beri, sesiniz ruhsal alanla ilgilenen milyonlarca insanı etkiledi. Sizin, bu ruhsal dünyaya ilginiz ne düzeyde? Yazdığım tüm parçalar benim maneviyatımla bağlantılı. Benim hayal gücüm doğadan, aşktan ve huzurdan esinleniyor. Ben müziği, ruhlarımızı iyileştirmek, yaratıcılığımızı geliştirmek için yapıyorum. Meditasyona zamanımı harcıyorum, huzur için dua ediyorum. Müzik yapmanın şu anki misyonum olduğunu düşünüyorum. Modern “synthesizer”lar, yeni müzikler ve sesler ortaya çıkarmak için binlerce farklı şekilde kullanıldı, ama kimse bu DENİZ enstrümana, sizin yaptığınız gibi eski ÜLKÜTEKİN ve etnik enstürmanları ekleyemedi. Başlangıçta, çevrenizdeki insanlar bu müzikleri biraz tuhaf buldu mu? Size kendi yolunuzdan gitme konusunda cesaret veren şey neydi? Bugünlerde, “çağdaşlaşma” adına pek çok değişiyor ve bunların hepsi değişik tarzda sesler, ama benim kompozisyonum yıllardır değişmedi. Kendi müziğime özgün melodiler katmak adına, değişik tarzlarda geleneksel enstrümanlar dinlemeyi seviyorum. Ben gençken, çoğunluğu Asya’da olmak üzere, pek çok ülkeye seyahat etttim. Doğayı gördüm, bir sürü insanla tanıştım ve onlarla arkadaş oldum. Bu yolculuk ve deneyimden sonra, her bir ülkenin kendi özgü güzel bir doğası olduğunu gördüm. Gördüklerimin bende yarattığı etkiyle, bu uçsuz bucaksız dünyanın görüntüsünü eserlerimde kaynaştırmaya çalıştım, ve coğrafyanın, dilin yarattığı sınırların ötesine geçmeye, sınırlarını aşmaya, gördüğüm ve hissettiğim güzellikleri yakalamaya çalıştım. Japonya’da, dağlarla çevrili bir alanda, hâlâ bir eviniz var. Burası sizin yaratıcılığınızı besleyen yer mi? Kesinlikle evet. Japonya’daki evim bir dağ yamacında ve 250 yaşında. Kültürü yaşamayı, doğayı, hayatı, yaşamamız için gerekli olan etkenlerin önemini, pek çok şeyi öğrendim buradan. Bence müzik de doğanın bu parçalarından biri. Bazen, turneleriniz sırasında şarkılarınızı yerel dinleyicilere göre uyarladığınızı biliyoruz. İstanbul için de herhangi bir sürpriz var mı? İstanbul için bir performans yapmayı uzun zamandır istiyordum. Bu gösterim için, aynı zamanda Türkiye’deki fanlarımla tanışacağım için çok heyecanlıyım. Ayrıca yerel bir orkestrayla yapacağım ilk performan deneyimim bu. Biliyorum ki benim için oldukça özel bir tur olacak. Sürpriz mi? Neden olmasın! l O Teresa Salgueiro ile yepyeni Portekiz hikâyeleri Henüz 17 yaşında ünlü Wim Wenders filmi Lizbon Hikâyesi’nde başrol oynayan ve dikkatleri çeken, Portekiz’in uluslararası arenadaki en ünlü gruplarından Madredeus’un sesi olarak milyonlar satan Teresa Salgueiro, kariyerinde çeyrek asrı geride bırakırken, kendi şarkılarını yazdığı ilk albümü “O Misterio” ile hayalini kurduğu müzikleri yapıyor. Fadoyu aşan ve gelenekselle yeniyi buluşturan şarkılara can veren otantik sesi ve yorumuyla ilk kez 20 Mart’ta İş Sanat sahnesine çıkıyor. J osé Carreras, Caetano Veloso, Angelo Branduardi gibi meşhur isimlerle işbirliği yaparak kaydettiği “Obrigado” albümü ile büyük çıkış yakalayan Teresa Salgueiro, “O Mistério” albümünü şiirsel, aydınlık hissi uyandıran ve gölgeler de taşıyan bir albüm olarak tarif ediyor. Dünya müziğinin en yetenekli şarkıcılarından biri olarak eleştirmenlerin bol bol övdüğü Teresa Salgueiro, Portekiz geleneğini, İstanbul’a çok benzettiği Lizbon’u ve 20 Mart’ta İş Sanat sahnesine getiriyor. Teresa ile kariyerini, müziklerini, Madredeus’la uzun soluklu macerasını ve İstanbul’u konuştuk. Kariyerinizde 25 yılı geride bıraktınız, geçmişe dönüp baktığınızda neler hissediyorsunuz? Özetlenemeyecek kadar uzun bir yol aldım ama her zaman müziğe olan tutkum ve aşkım yanımdaydı. Müzikle büyümüş oldum ve çok iyi müzisyenlerle çalışarak kendimi geliştirme şansı da yakaladım ama aslında hiç planlamadan, aklımda bile yokken kendimi müziğin içinde bulmuştum ve dönüp baktığımda çok doğru seçimler yaptığımı hissediyorum… Son albümünüz “O Misterio” için ilk kez şarkıların tüm sözlerine ve müziklerine imza atmış oldunuz, peki kendi şarkılarınızı yazmak için neden bu kadar beklediniz? Lise döneminde bir yandan flüt ve piyano dersleri de alıyordum ama aklımda şarkı söylemek gibi fikir yoktu, şarkı söylemek hoşuma da gidiyordu ancak profesyonel olarak şarkı söyleyeceğim de hiç aklımdan geçmiyordu. Madredeus’un vokalist seçmelerine de öylesine girmiştim ama yolumu tamamen değiştirdi, tüm bu dönemlerde olağanüstü müzisyenlerle çalışarak bir şarkıcı olarak kendimi geliştiriyordum, kendi şarkılarımı yazmanın henüz zamanı değildi… Peki son projenizin tüm o senelerden sonra yeni bir başlangıç olduğunu söyleyebilir miyiz? O seneler boyunca Madredeus’un başarısı hem bizim için hem de Portekiz için bir ilkti ve ben de kendimi turnelerin, konserlerin, albüm kayıtlarının ve çok büyük bir maceranın içinde bulmuştum. 20 yıldan sonra Madredeus’tan ayrılıp ilk kez kendi müziklerimi yapmaya başladığımdan beri yepyeni bir yolculuk içine de girmiş oldum diyebilirim… Peki tüm söylediklerinizle son albümünüzün müziklerini nasıl tarif ediyorsunuz? Müziklerim için çok daha kişisel ama Portekiz’in köklerinden beslenen müzikler diyebiliriz. Hem köklerimize, hem Portekiz’in birbirinden farklı kültürleri barındıran geleneksel müziklerine bağlı şarkılar hem de yeni bir müzik diyebiliriz... Albümüm de füzyon ama elektronik ve akustik referansları buluşturan bir tarz olarak da özetlenebilir… 25 yaşında Wim Wenders’ın meşhur “Lizbon Hikâyesi” filminde başroldeydiniz, sizin için bir dönüm noktası sayılabilir mi? Wim Wenders olağanüstü bir sinemacı ve Lizbon Hikâyesi için Madredeus’un müziklerini kullanmak isteyince o sırada 3. albümümüzü hazırlıyorduk ve eski şarkılarımız yerine Madredeus’un yepyeni müziklerini kullanmasını teklif ettik. Böylece hem filmin müzikleri hem de albümümüz için kayıtlara girmiş olduk ve bizim için müthiş bir fırsat oldu… Madredeus Portekiz’den çıkan en ünlü gruplardan biri ve ekibe katıldığınızda sadece 17 yaşındaydınız, peki şimdiki müzikleriniz yine Madredeus’un etkilerini de taşıyor mu? Madredeus’la çalıştığım yıllar boyunca çok iyi müzisyenlerle hem bir şarkıcı olarak kendimi geliştirebildim hem de benim için de CENK şarkılar yazıldı. ERDEM Ancak tüm birikimlerimle artık kendi şarkılarımı ifade etmek istediğim bir dönemdeyim ve şarkılarımın çok daha aydınlık hissettiren, şiirsel ama ayrıca gölgeler de taşıyan şarkılar olduğunu söyleyebilirim… Eleştirmenler size dünya müziğinin en yetenekli şarkıcılarından biri olarak gösteriyorlar, peki sizin favorilerinizi sorsam? Bana kalırsa Brezilyalı Marisa Monte çok özel bir şarkıcı, hem çok kendine has bir tarzı var, hem de kendi bestelerini yapıyor, üstelik albümlerinin prodüktörlüğünü de kendi üstleniyor. Tam bir sanatçı ve gelenekselle yeniyi buluşturan çok özel bir tarzı var… Norah Jones ve U2’yu da çok seviyorum. Peki bir Portekizli şarkıcı olarak, günlük hayatınızda fadonun ve Portekiz müziklerinin yeri? Fadoyu bugüne taşıyan ve dünya müzikleri arasında özel bir yer kazandıran tek isim Amalia Rodrigues. Fado geleneği bugünkü yerini Amalia Rodrigues’e borçlu. Çok özel bir sesi var ve fadoyu başkalaştıran ve dünyaya ulaştıran da onu o kendine has yorumu. Portekiz’in müziklerini devleştiren çok özel başka isimler de var. Zeca Afonso ve Carlos Paredes de Portekiz’in en büyük isimleri… İstanbul’da 20 Mart’ta konser veriyor olacaksınız, İstanbul hakkında en çok neler biliyorsunuz? Sanırım İstanbul’a en son geldiğimde 2005 senesiydi ve konser için gelmiştik, çok hızlı bir ziyaretti ve İstanbul’u gezmeye bile fırsatım olmamıştı. Üstelik çok iyi hatırlıyorum her yer bembeyazdı, kar yağıyordu. Fotoğraflarda gördüğüm İstanbul bana Lizbon’u çağrıştırıyor, köprüleri, boğazı bana Lizbon’u hatırlatıyor ama hiç gezemedim tek hatırladığım beyaz bir İstanbul. Kendi şarkılarımla ilk kez geliyorum ve şehri tanımayı çok istiyorum. l C M Y B