Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
8 2 ŞUBAT 2014 / SAYI 1454 Babasının izinde bir flamenko efsanesi edi yaşından beri sahnelerde olan Estrella Morente, İspanyol Radyo ve Televizyon Yayıncıları Birliği’nin Altın mikrofon ödüllü şarkıcısı. Henüz ilk albümü “Mi Cante y un poema Şarkılarım ve Şiir” ile büyük ilgi gören ve albümü Peter Gabriel’in plak şirketi Real world etiketiyle tüm dünyada yayınlandığında yıldızı hızla parlayan Morente, özellikle Pedro Almodovar’ın Volver filminde Penelope Cruz’un dudak oynattığı şarkısı Volver ile dünyaca ünlü bir İspanyol yıldız kimliği de kazanmış oldu... Estrella Morente ile yeni albümünü, şarkılarını, ona büyük ilham veren büyükannesini, 6 Şubat İstanbul konserini, babası Enrique Morente’yi ve babasının şarkılarının sözlerinde de bahsi geçen Türkiye’yi konuştuk. Eleştirmenler sizi en iyi flamenko şarkıcılarından biri olarak övüyorlar, peki siz bir kadın olarak kendinizden neler bekliyorsunuz? Şarkı söyleme tarzım bir kadın olarak benden ipuçları taşıyor. Kendim gibi şarkı söylüyorum ve her gün daha iyi olmaya çalışıyorum. Bu dünyadan gittiğim zaman, diğerleri için gerçekten yapıcı, yararlı işler yapmış bir kadın olarak hatırlamalarını isterim. Babanız Enrique Morente efsanevi bir flamenko şarkıcısı olarak şiirlere düşkünlüğü ile biliniyordu, peki ya siz? Benim evimde, şairler en çok sevilen ve en çok hayranlık duyulan insanlardır. Enrique Morente, özgürce ve hayranlık uyandıracak bir biçimde flamenko, edebiyat, şiir, akademi ile ilgilenen çok büyük bir flamenko şarkıcısıydı. İnanıyorum ki, yolunu takip etmek için diğerlerine çok büyük bir örnek oldu. Çünkü onun mesajı köyler ve değişik kültürler arasında diyalog halinde olan ve hoşgörüden bahseden bir konuşmaydı. Son çalışmanız “Autorretrato” ile kendinizi yansıttığınızı söylüyorsunuz, peki albümdeki müzikleri nasıl tarif edersiniz? Bir insan, bir müzisyen olarak kendi duygularıma bakmak çok işime yarayan ve bana çok yardımcı olan bir yol. Albümdeki şarkılar da o yolu bulabildiğim ve içime baktığım samimi şarkılar... Albümünüzde ayrıca Paco de Lucia ve Tomatito gibi efsanevi gitaristler de konuk oluyor, dolayısıyla albümünüz için yaşayan efsanelerin kaybettiğimiz efsaneye, Enrique Morente’ye saygı duruşu diyebilir miyiz? Y Estrella Morente müziklerini tarif ederken doğadan ve insandan yola çıktığını söylüyor. Babası, ünlü şarkıcı Enrique Morente’nin yanında yetişirken flamenko kanına işlemiş. Sahnede flamenkonun tüm isyanı, tutkusu, onun güçlü sesiyle birlikte coşuyor. Gitaristinden, prodüktörüne kime sorsanız, “yaşayan en iyi flamenko şarkıcısı Estrella Morente” diyor. İşte bu Flamenko efsanesi, babasının ölmeden önce prodüksiyonuna başladığı ve ünlü flamenko gitaristlerinin de eşlik ettiği son albümü “Autorretrato”nun şarkılarını 6 Şubat’ta İş Sanat’ta görücüye çıkarıyor. Aslında babam bu işin yetkilisi ve yaşarken bu projede yer alan tüm müzisyen ve sanatçıları seçen ve bir araya getiren kişiydi. Proje Enrique Morente’ye adanan bir iş değildi, Enrique Morente’nin direktörü ve prodüktörü olduğu bir işti. Yani, bir hazine, benim hazinem. Albümde ayrıca Karayip ritimleri de var, böylelikle sanatsal açıdan oldukça özgür bir albüm de sayılabilir mi? Bu babamın sahip olduğu ve yanına yaklaşan herhangi birine de bulaşabilen bir yetenek. Babamı müziğe bakışının bir yansıması. Ve ben, çok şanslıyım ki, babamın çok yakınındaydım. Penelope Cruz’un o güzel şarkınıza dudak oynattığı Almodovar filmi çok ses getirmişti, şarkılarınızla yeni sinema projeleri de var mı? Sinema bir sanattır ve sanat çeşitlerinin hepsi bir aradadır, hepsi birdir. Müziği sinemasız, tiyatrosuz, resimsiz ya da edebiyatsız düşünemiyorum… 7. sanata çok derin bir saygı duyuyorum, hatta yakın zamanda bir insanın yaşayabilecegi en büyük en yürek parçalayıcı dramlardan biri olan “Gökten Düşen Taşlar” isimli kısa filmde başrolü canlandırdım. Çalınan bebeklerin hikâyesiydi ki ülkemizde son zamanların en can alıcı hikâyelerinden biriydi ve izleyenlerin binlerce ailenin böyle bir dramın birer parçası olduğunu keşfettiği bir dosyaydı... Bir keresinde birçok şarkıcı bir yana size en çok büyükanneniz Encarna’nın ilham verdiğini söylemiştiniz; onu bir ilham olarak nasıl tanımlarsınız? Babaannem müzik konusunda profesyonel değildi ama köyün en güzel seslerinden CENK biriydi ayrıca köydeki ERDEM çalışanların kadın temsilcisiydi. Eskiden çalışırken çok fazla şarkı söylerlermiş; ticaret yapanlar, madenciler, çamaşırcı kadınlar, demirciler, meyveciler ve sokak satıcıları gibi... Benim de “Autorretrato” albümüme yol veren; “Pregón niño de las moras” şarkısı gibi. Bütün zamanların en iyi flamenko şarkıcısı “La Niña de los Peines” (tarakların kızı) olarak bilinen Pastora Pavón’dur, ama benim babaannem köyün sesiydi. Babanız buleria tarzında flamenko şarkılarında Türkiye’den de hikâyeler söylüyordu, siz Türkiye hakkında en çok neler biliyorsunuz? Tarihle dolu olan sihirli bir yer olduğunu biliyorum çünkü birçok uygarlık ve kültür bu topraklarda yaşadı, tıpkı benim topraklarım Granada’da olduğu gibi. Küçüklüğümden beri babamın sözleri ile Türkiye’ye şarkı söyledim, babam Türk müziğine, yemeklerine, insanlarına, camilerine hayrandı ve bu hayranlığını bize de geçirdi. Türkiye’ye gitmeyi ve eve döndüğüm an tekrar: “Muhteşem Türkiye’den geliyorum” demeyi çok istiyorum. Konserlerinizin aynı zamanda teatral olduğunu söylüyorsunuz, peki 6 Şubat İstanbul konseriniz? Konser, hissettiğim ve paylaşmak istediğim birçok kaçınılmaz sürprizli müziklerle dolu, birçok etkiyle karışık flamenko, yani klasik bir konser olacak. Konserde Montoyita, Antonio Carbonell, Ángel Gabarre gibi sıra dışı yetenekli gitaristler ve flamenko şarkıcıları da eşlik edecek, ayrıca ne kadar şanslıyız ki hepimiz bir aileyiz. Ailece mutlaka Sultanahmet’i, Ayasofya’yı, Topkapı Sarayı’nı ve Kapalıçarşı’yı da ziyaret etmek istiyoruz... l En sevdiğimiz yalandır “her şey yolunda” Candan Tezel albümünde tekinsiz sularda ilerliyor. Herkesin kendine benzeyenlere ulaşmak için yaşadığını anlatıyor. “Rüzgârla” şarkısında “En sevdiğim yalandır her şey yolunda” derken ülkenin geneline yayılmış kabullenişi ve yalanlara inanma ihtiyacımızı sorguluyor. ALİ DENİZ USLU 110 grubundan tanığıdımız Candan Tezel prodüktörlüğünü tamamen kendisinin üstlendiği ve grup soundu dışına çıkan çalışmaların da yer aldığı “Hikâyeler” albümünü yayımladı. Grup müziğinden sonra yoluna tek başına devam eden müzisyen biraz daha akustik bir kulvarda ilerliyor. Tezel’e göre bu albüm kendi başına yaptığı bir yolculuk. Birçok farklı hikâyenin çarpıcı bir dil ile anlatıldığı albümde, tüm söz ve müzikler de Tezel’e ait. Grup müziğinden sonra solo albüm nasıl bir tecrübeydi? Neler değişti, nasıl bir macera oldu bu albüm? Prodüktörlük de bana ait olduğu için son derece gergin geçti bu süreç. Grup müziği yaparken bir görev dağılımı oluyor ama solo da bir aranjör yoksa her şeye koşturuyorsun. Bir sürü yeni deneyim edinmek ise en güzeli. Elbetteki eksik olduğum, bir sonraki albüme düzeltmem gereken hatalar olmuştur. “Zor” demek süreci anlatmak için hafif bir tabir! Şu an her şeyi bir şekilde bitirdiğim için keyifli hissediyorum. 110’un yeri ayrı. Klasikleşen şarkılarınız vardı. Geri dönüp baktığınızda neler görüyorsunuz? Memlekette rock müzik tanımı bile oturmamışken elektronik rock müzik zorlu bir kulvardı. Siz bunu başardınız. 110’un yeri bende ayrı elbette. Sonuçta çoğu sorumluluğunu Ozan Yılmaz ile üstlendiğimiz bir işti. Türkiye’de benzer bir tarz olmadığı için oldukça zorlandık. Özellikle yapılan müziğin tarzına uygun söz ve melodi yazmak çok ciddi sıkıntı yarattı. Tabii bir de insanlardaki önyargı vardı aşmamız gereken. Rock ve elektronik soundunu harmanlamak bazı dinleyicilere itici geliyordu. Bence hâlâ da aşılamadı o çizgi. Belki bir beş yıl sonra. “Hikâyeler” içsel bir yolculuk gibi. Nedir hikâyesi? 110’la yola çıktığımızdan beri biriktirdiğim şarkılar vardı. 110’da çok fazla yer vermek istemediğimiz şarkılar da diyebiliriz. Zaman içinde yaşananlardan yola çıkarak yazılmış şarkılar... İçsel bir yolculuk mu onu bilmiyorum ama tamamen kendi başıma yaptığım bir yolculuk. Albümün tüm söz ve müzikleri size ait. Üretim süreci nasıl yönlendi, nasıl bir ruh iklimi vardı? Geniş bir zaman dilimine yayıldığı için her şarkıda farklı bir yıla ait. Bu sebeple adını “hikâyeler” koymak istedim. Yaklaşık 10 senelik bir dönem, hatta daha belki biraz daha öncesi. Her şeyiyle kendim anlatmak istedim bu sebeple de sıkıştığım noktaya kadar her şeyi kendim yürüttüm. Bu albüm biraz daha akustik duyuluyor gibi. Artık böyle yola devam diyebilir miyiz? Tam olarak öyle diyemeyiz. Bu albümün böyle olması gerekiyordu. Aslında farklı enstrümanlar kullandığım bir albüm yapmak istiyorum ama bu işin bir de sahne tarafı var. Albümde yaptığımı sahneye taşımak istediğim için bu albüm kendi içinde minimal oldu! Bir sonraki için farklı hayallerim var ama zaman gösterecek. “Rüzgârla” şarkısı çarpıcı. “Geldiğin gibi git hayatımdan” diyor ama biliyoruz ki öncesi ve arasında hep derin uçurumlar var. Sizin hayatla bu anlamdaki kavganız nasıl? Bu söylem çok geçmişte kalmış durumda. O zamanki ruh halime ve yaşıma çok uyuyor. Bugün için ‘hiç kimse’deki adama yakın duruyorum. Bir dönem vardır ya kendinizi yalnız hissettiğiniz, her şeyi sorguladığınız... Oysa kimse ‘hiç kimse’ değil. Önemli olan senin gibi olan insanlara ulaşabilmek. Bende bu yaza kadar kendimi öyle yalnız hissediyordum. “En sevdiğim yalandır her şey yolunda” diyorsunuz ya bunu bilerek yaşamak acı verici değil mi? Bu sözü sonradan ekledim. Hatta çok sorguladım. Söylem, şarkıdan bağımsız olarak, ülkenin geneline yayılmış, anlamsız bir kabulleniş. Bulunduğumuz coğrafya bizi sürekli ‘umut’ etme haline mi sürüklüyor yoksa toplumun geneline yayılmış bir hastalık mı bilemiyorum ama maalasef hepimiz yalanlara inanmayı tercih ediyoruz. l Bruce Springsteen durmak bilmiyor B ruce Springsteen’in “High Hopes” albümünde sanatçıya E Street Band üyelerinin yanı sıra gitarist Tom Morello ve daha birçok değerli müzisyen eşlik ediyor. Kayıtları New Jersey, Los Angeles, Atlanta, Avustralya ve New York’ta yapılan “High Hopes”, Springsteen’in 18. stüdyo albümü oldu. 2013 Mart ayında Bruce Springsteen ve E Street Band’e, turnelerinin Avustralya ayağında eşlik eden Tom Morello, Springsteen’in tabiriyle projenin bu noktaya gelmesine “ilham kaynağı” olmuş. Morello albümde gitar çalmasının yanı sıra Springsteen’e on “The Ghost of Tom Joad” şarkısında da vokalleriyle omur veriyor. Albümde ayrıca 2011 yılında yaşama gözlerini yuman Clarence Clemons ve yine 2008 yılında kaybettiğimiz Danny Federici de daha önce yayımlanmamış şarkılarıyla anılıyor. Bonus DVD’de ise Springsteen’nin The E Street Band ile 2013 senesinde verdiği Born in The U.S.A. konseri yer alıyor. Springsteen namı diğer “Patron” bu albümde de müzikseverlerin beklentilerini karşılıksız bırakmıyor. l C M Y B