14 Haziran 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

2 ŞUBAT 2014 / SAYI 1454 3 Fotoğraf: VEDAT ARIK İktidarı korumak erkekliği korumakla özdeşleşmiş Hasan Coşar “Tarihte ve Günümüzde Kadın” kitabıyla erkek egemen toplumun kuruluşunda bir yolculuğa çıkarıyor bizi, sonra da bugünki durumu irdeliyor. Kitap, Freud’un erkek şovenizminden Sovyetler Birliği’nde kadının yerine, din ve kadın ilişkisine kadar pek çok konuyu kapsıyor. ESRA AÇIKGÖZ H asan Coşar, “Tarihte ve Günümüzde Kadın” kitabında erkek egemenliğinin tarihsel boyutlarını irdelerken, günümüze de bakıyor. 15 bölümden oluşuyor kitap. Freud’un erkek şovenizminden Sovyetler Birliği’nde kadının yerine, din ve kadın ilişkisine kadar pek çok konuyu kapsıyor. Yüzlerce kaynak okumuş bu kitabı yazmak için Coşar. Biz de onunla Sınırsız Yayınları’ndan çıkan kitabını konuştuk. Bu kitabı yazma fikri nasıl oluştu? Kadınların yaşadıkları sorunlar ortada. Sürekli şiddet görüyor, taciz ve tecavüze uğruyor, katlediliyorlar. Sevdiği insanla evlendiği için öldürülen Güldünya’nın hikâyesi, Adıyaman’da henüz 16 yaşındayken ailesi tarafından diri diri toprağa gömülen Medine, devlete yapılan başvuruya karşın koruma altına alınmadığından eski kocası tarafından katledilen Ayşe Paşalı ve diğerleri… Her birinin öyküsü hafızalardaki tazeliğini koruyor. İnsan hak ve özgürlüklerine duyarlı biri olarak soruna kayıtsız kalamazdım. Egemenliğin, egemen cinse sağladığı aşağılaştırıcı ayrıcalıklarla kopuşmak, kadınların yürüttükleri mücadeleye başka bir noktadan destek olmak, cins egemenliğini tartışmaya açmak istedim. Böylesine önemli bir konuyu, tarihsel ve güncel boyutlarıyla daha bütünlüklü araştırmak, anlamak ve çözümlemek istedim. Nasıl bir çalışmanın ürünü bu kitap? Öncelikle konuyu hangi boyutlarıyla araştıracağıma karar verdim. Başlıklar çıkardım. Yüzlerce kitabı, içerikleri, kapsamı bakımından taradım. Bu alanda dünyada öne çıkmış araştırmacılar, yazarlar, kadın liderlerinin kaleme aldıkları da dahil, 100 civarında kitap okudum. Okuduklarımdan incelemem gereken yeni kaynaklara ulaştım. Çok sayıda dergi, broşür ve makaleye baktım, notlar çıkardım. Farklı yaklaşımları inceledim. Ulaştığım sonuçları bölümler halinde tasnif ettim. Ardından da yazdım. Kadını erkek egemen sistemde ezilen konuma getiren en önemli noktalar neler? Konuya, kadının ezilen cins durumuna düşmesinin nedenlerini araştırmakla başladım. Birbirini takip eden süreçteki farklılaşmaların neye bağlı geliştiğinin peşine düştüm. Cinsel ilişkiler, aile ve evliliğin evrimi, dinde kadının yeri, Freud şahsında erkeğin kadın psikolojisine yaklaşımı, toplumsal adaleti savunan Rousseau’nun erkek şovenizmi penceresinden kadına yaklaşımı, tarihteki kadın mücadeleleri, Sovyetler Birliği örneği gibi belli başlı noktaları inceledim. Araştırmalarımda kadının ezilen cins konumuna düşmesinde belirleyici faktörün özel mülkiyet olduğu sonucuna vardım. Özel mülkiyetin gelişmediği dönemde kadın toplulukta etkin güç durumunda. Otoritesi, ezen ezilen ilişkisine dayanmayan doğal, etkin konumundan gelmektedir. Bu konumunu sonradan kaybediyor. İlkel dönem insanının göçebe yaşamdan yerleşik yaşama geçişiyle kadınerkek arasında işbölümü gerçekleşiyor. Bu işbölümü mülkiyetin örgütlediği egemenlik ilişkisinin üzerinde şekillendiği zemini oluşturuyor. Kadın barınağın çevresinde ocağa bağlanırken, erkek dışarıda giderek aktifleşen işlerde konumlanıyor. Kadınerkek işbölümü, iki cins arasındaki ilişkinin yöneten yönetilen bağlamının şekillenmesine zemin hazırlıyor. Bu durumun değişmesi noktasında sorun en çok nerede kilitleniyor? Kuşkusuz ki sorunun merkezinde sistem yatıyor. Toplumsal değerler, kültür, ahlak kuralları egemenlik ilişkisine göre şekilleniyor. Toplumsal ilişkilerden çıkan kültür öğeleri toplumu şekillendiren aktif etkileyici faktörlere dönüşüyor. Evlilik, aile, din gibi kurumlar, topluma egemen kültür; erkekliği üreten temel kurumlar ve kültür öğeleri olarak işlev görüyor. En başta siyasal iktidarın kendisi değişime engeldir. İktidarın cinsiyet motifi erkektir ve bu rengini sıkı sıkıya korumaya çalışıyor. İktidarı korumak erkekliği korumakla özdeşleşmiştir çünkü. Ayrıca erkek egemenliğini ve haliyle sistemi üreten bütün diğer kurumlar da kadınların özgürlüğünün önünde barikat işlevi görüyor. Bunlar aşılmadan kadınlar özgürleşemez. Çözüm için ne öneriyorsunuz? Hiçbir iktidar, iktidar olmanın sağladığı ayrıcalıkları rızasıyla terk etmez. Erkek de egemenlik sahasını kendi isteğiyle terk etmeyecek, kadınla eşit olmaya yanaşmayacaktır. Aksine kadınların özgürleşme mücadelesini bastırmaya, engellemeye çalışacaktır. O nedenle örgütlü, bilinçli kadın mücadelesi zorunludur. Cins iktidarına son verecek bir kadın devrimi kaçınılmazdır. Devrimin öznesi de kadın olacaktır. Siyahların mücadelesini destekleyen beyazlar, sömürgecilerin egemenliğine karşı çıkan egemen ülkelerin ilericileri, aydınları gibi, toplumsal cinsiyetçiliğe karşı kadın hareketine destek veren erkekler de bu mücadelede yedeklenmelidir. Kadınların erkek egemenliğine son verme gücü vardır. Çok çeşitli araçlarla erkek egemenliğine karşı mücadele yürütebilir. Dernekler, vakıflar, dayanışma evleri, kentselbölgesel kadın meclisleri, kadın sendikaları, kadın partisi gibi araçlara başvurulabilir. Nezihe Muhittin başkanlığında, Haziran 1923’te Kadınlar Halk Fırkası kurulmuştur. Erkek egemen iktidar bunu kendisi için tehlike görmüş ve kadın partisi kurulamayacağına karar vermiş, Kadınlar Halk Fırkası’nı da kapatmıştır. Çeşitli gerekçelerle yine aynısını yapacaklardır. Fakat ısrar ve inatla sürdürülecek bu haklı mücadele nihayetinde hedefine ulaşacaktır. l Kendimizden kaçıp kendimize sığınıyoruz Serhat Güney ilk romanı “Size Genç Şair Diyenin...”de farklı dünyalardan gelip buluştukları baskıcı yatılı okulda birbirleriyle çatışarak ve birbirlerine dayanarak hayatta kalmaya çalışan iki gencin hikâyesini anlatıyor. Güney, kendimizi reddede reddede, çelişe çelişe yaşadığımız hayatın deşifresini yapmayı deniyor. “Bozkırın ortasında, büyük Eğitim sistemi üzerini yazılı bir kışla daha yeni boğuşup roman neredeyse yok gibi. düze çıkmış küçük bir şehir. Burada da bürokrasi içinde Türkiye devletçiliğinin çarpık sınıf kendini sıkışmış hisseden senaryosunda bir araya gelmiş iki gençlerin çığlığını duyuyoruz. yeniyetme. Biri alabildiğine öfkeli, Eğitim dünyanın her yerinde diğerinin başında kavak yelleri... şekillendiricidir, ama zamana Şiirlerin, küçük sevinçlerin ve ve mekâna göre bu işlevin dozu değerli anların peşine düşmenin kaçar. Bir kere bizim ülkemizin ALİ DENİZ muteber sayılmadığı bir iklimde, garip bir özelliği oldu bu konuda, USLU bilinmeyen bir geleceğin bu şekillendirmenin nasıl olması ardından koşan, boyuna gerektiğine bir türlü karar tökezleyen iki genç.” İşte Serhat Güney ilk veremedi muktedirler. Böyle olunca da hep romanında dar bir bürokratik çevrenin içinde bir biçimde, o yöne ya da bu yöne doğru yolunu kaybetmiş bir ergenliğin saldırgan hep dozu, ayarı kaçmış bir eğitim sistemine sayıklamasıyla çıkıyor karşımıza. maruz kaldık biz kuşaklar boyunca. Hiç Kitap iki gencin, daha doğrusu ergenin değilse biraz eli yüzü düzgün, verdiğini hikâyesi. Taşrada ergen olmak, aile başımıza kakmayan yahut çivi gibi çakmaya baskısı, yoksunluklar üzerinden ilerliyor niyet etmemiş bir sistem kurulamayınca roman. Nasıl bir kurgu yazdınız? iş parodiye dönüşüyor biraz. Hababam Hikâyenin odağındaki iki genç aslında Sınıfı fenomenini düşünün. Neresinden farklı dünyalardan geliyorlar, ama aynı tutulsa elinizde kalacak bir şeyi ancak böyle ortamda buluşuyorlar. Buluştukları yerse anlatabiliyorsunuz. Hababam Sınıfı çok baskıcı bir yatılı okul. Hem birbirleriyle başarılı ve özgün bir eserdir bu anlamda. çatışarak hem de birbirlerine dayanarak Bense daha dramatik bir çerçeveye oturtmak hayatta kalmaya çalışan iki ergenin hikâyesini istedim bunu ve tabii okulu ve eğitimi anlatmaktı amacım. 12 Eylül darbesinin çevreleyen tüm diğer iktidar odaklarını da şekillendirdiği bir eğitim sistemi, aile, küçük hesaba katmak zorundaydım. şehir atmosferi... Bunlar gençliğin eşiğindeki Karşılaşmalar çok fazla romanda. bir çocuğu çileden çıkarabilecek baskı Günümüzün moda tabiri ile “paralel” odakları. Bu ortamda nasıl hayatta kalınır, o bir hayat var. Peki, siz bu kurgunun ne eşikler nasıl atlanır, atlanırken ne kadar yara kadarısınız? alınır, kafamda buna benzer sorular vardı. İki farklı genç var burada doğru, fakat İlk kitabınız “Gezinti” için buluştuğumuzda “Bu bir kaybedenler kitabı” demiştik. Bu kitap kazanan var mı? Bu kitapta bir kazanan yok aslında, ama diğerine göre izafi olarak kaybetmemiş görünen bir karakter var. Kaybetmemiş olmanın kazanmak anlamına gelmediğini göstermeye çalışıyorum bir bakıma. Dünyada gerçek bir kazanma hikâyesi olabileceğine hiç inanmadım niyeyse. Daha önce de uzun uzun konuştuğumuz gibi, dünyanın kaybedenlerin omuzlarında döndüğüne inanıyorum. Dünyanın kaç bucak olduğunu kaybedenlerin hikâyeleri anlatabilir bize ancak, kazananlar üzerine anlatılanları masal olarak tanımlamalıyız belki de... Bir yandan akademisyen kimliğiniz var. O yüzden mi romanın kurgusu eğitim sistemine karşı duruyor. Akademisyen olmanın dünyası başka, dili de farklı ve sıkıcı. Edebiyatçı kimliği ile nasıl bir geçiş sağlıyorsunuz? Akademisyenlik mesleğim, edebiyat ise yaşam biçimim. Meslek dediğinizde bir iş çağrışımı oluyor ister istemez ve bu da doğal olarak beraberinde birtakım şablonları, usul erkân işlerini, bir jargonu, belli tarz ilişkileri dayatıyor size. Bu her iş için geçerlidir ama Türkiye’de akademisyen olmanın zorlukları saymakla bitmez. Bilimselliği dışlayan bir akademik kültür var bizim ülkemizde, meslek yaşantımın hiçbir anında tatmin olduğumu söyleyemem. Ne kendimden ne de içinde bulunduğum ortamdan. Sadece öğrencilerimle bir aradayken mutluyum. Akademinin bizi şekillendirirken dayattığı o çetrefil ve ağdalı söyleyişle edebiyatın hayatın içinden, sadelik ve akıcılık gerektiren dili arasında salınırken bir hayli acı çektiğimi söyleyebilirim. l [email protected] Fotoğraf: GARBİS ÖZATAY birbirlerinden farklı olsalar dahi aynı cenderenin içinde oldukları için bir ölçüde birbirlerini tamamlamak gibi bir deneyim de yaşıyorlar. Ying yang gibi... Hepimiz için böyle değil mi aslında, modern dünya bize kendimiz için paralel hayatlar kurgulamayı dayattı. Kendimizi reddede reddede, kendimizle çelişe çelişe yaşadığımız bir hayat bu. Kendimizden kaçıp kendimize sığınıyoruz durmadan. Sonuçta kaçacak bir yer olmadığını söylemek istiyorum, hırçınlığımız bundan. Sınıf çatışması da çok belirgin romanda, hatta omurgası belki de... Evet, sınıf çatışması romanın omurgasını oluşturuyor. Fakat bize özgü bir sınıf hiyerarşisi burada vurgulanan. Türkiye henüz devletçiliği tam olarak terk etmemişken geçerli olan bir ilişki. Resmi toplumla, yani bürokrasi ile bürokrasi dışı toplumsal aktörler arasındaki hiyerarşinin, sınıfsızimtiyazsız diye sunulan bir toplum projesinde nasıl çelişkiler ürettiğini sergilemek isteyen bir yönü de var bu romanın. İmtiyaz Sahibi: Cumhuriyet Vakfı adına Orhan Erinç Genel Yayın Yönetmeni: İbrahim Yıldız Yayın Yönetmeni: Miyase İlknur Görsel Yönetmen: Aynur Çolak Sorumlu Müdür: Aykut Küçükkaya Yayımlayan: Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ İdare Merkezi:?Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sok. No: 2 34381 Şişli / İstanbul (0212) 343 72 74 (20 hat) Reklam Genel Müdürü: Özlem Ayden Genel Müdür Yardımcısı: Nazende Körükçü Reklam Koordinatörü: Hakan Çankaya Reklam Müdürü: Beste Paydaş Ertan Rezervasyon Yönetmeni: Onur Tunalı (0212) 251 98 74/75 (0212) 343 72 74 (554555) Baskı: DPC Doğan Medya Tesisleri Hoşdere Yolu 34850 Esenyurt / İstanbul Cumhuriyet gazetesinin parasız pazar ekidir / Yerel süreli yayın / [email protected] / @cumdergi C M Y B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle