Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
26 EKİM 2014 / SAYI 1492 5 Alper Derinboğaz, Venedik Bienali’nde yer alan ilk Türk mimar oldu. İstanbul kendi kaderini çiziyor Kentsel gelişim anlamında en dikkat çeken ve anlaşılmaz şehirlerden biri İstanbul. Kentin tarihsel gelişimi ve ortaya çıkan sosyokültürel hikâyesi Mimar Alper Derinboğaz’a ilham kaynağı oldu ve Venedik Bienali Mimarlık Sergisi’nde yer alan ilk Türk sergisi ortaya çıktı. “Gelişigüzel Metotlar” İstanbul’un, bugüne kadarki gelişimini beş vinyetle anlatıyor. “Gelişigüzel Metotlar” sergisi, Venedik’te çok ilgi çekti. A lper Derinboğaz, Türk mimarlık tarihinde bir ilk. İstanbul’un tarihsel gelişimini anlatan rölyefleri, Venedik Bienail 14. Uluslararası Mimarlık Sergisi’nde yer alıyor. 23 Kasım’a kadar gezilebilecek sergi, İstanbul hakkında sıra dışı önermeler de sunuyor. Derinboğaz’la çalışması hakkında konuştuk... Çalışmanız İstanbul’un gelişimiyle alakalı beş rölyeften oluşuyor. Bu beş farklı döneme mi işaret ediyor aynı zamanda? Nasıl bir yol izlediniz çalışmanızı hazırlarken? Beş rölyefi İstanbul’un gelişimini bir dizi olarak anlatan işler olarak hazırladım. Bir mimar olarak kentin hem mekân olarak hem de zaman olarak üst ölçekten fotoğrafını çekme niyetiyle yola çıktım. Sonuç olaraksa, bu seri kent tarihine ve dokusuna dair güncel okumalar yaparken geleceğe dair ipuçları veren bir dizi oldu. İstanbul’un ünlü Yeditepe lakabına sebep olan coğrafyası geçmişte olduğu gibi bugün de kentsel oluşumunu yönlendirmeye devam ediyor. Nasıl tarihte en önemli yapıların hangi bölgelerde kurulacağını İstanbul’un coğrafyası kendi tayin ettiyse bugün de plazaların, iş merkezlerinin, yaşam alanlarının nerede konumlandırılacağına kendi karar veriyor. Bu demek ki; Taksim Meydanı, Mecidiyeköy, Levent ve Maslak bölgeleri şans eseri ortaya çıkmıyor. içinde Bir Aktör Olarak Topoğrafya I ve II adlı ilk rölyefleri topoğrafyanın kentin üst ölçeğindeki belirleyici rolüne bakıyor. Bu rölyeflerde kentin iş merkezinin 1875’te Tünel Metrosu’nun açılışıyla Asmalı Mescit’e, oradan da İstiklal Caddesi’ne kaymasına şahit oluyoruz ve bu sırt boyunca uzanan caddenin etrafında, kuzeyinden güneyine tepe üstü ve tepe altı ayrımlarıyla küçük burjuvadan soylulara kadar kimin nerede yaşayacağını şehrin kendi kendine tayin ettiği tüm açıklığıyla ortaya çıkıyor. Ardından aynı durumun 2000’de metronun açılmasıyla Levent’te oluştuğunu görüyoruz. Büyükdere yeni iş merkezi oluyor. Çok çeştili sosyal gruplar bu anacaddenin güneyi, kuzeyi boyunca ve etrafında caddeye yakınlığı esas alarak aynı şekilde kendi içinde organize oluyor. Yeni Komşular rölyefi ise görünmeyen birliktelikleri irdeliyor. Birbirine komşu olması normal şartlarda söz konusu olmayan komşulukları konu alıyor. Plazalar ile bugün Levent Villaları dediğimiz müstakil konutlar veya gecekondudan devşirme kat karşılığı apartmanlar ile beyaz yakalılara ev sahipliği yapan resizdanslar karşımıza çıkıyor. DENİZ ÜLKÜTEKİN İstanbul’u bozamayız Elbette her gelişim döneminin kendine has bir hikâyesi de var. Bu hikâyelerden bahsedecek olursanız neler söylersiniz? Levent Gültepe örneğinde olduğu gibi Büyükdere Caddesi ve etrafı belirsiz ve son zamanlarda şekillemiş bir kent parçası. Bildiğimiz türde gerçek anlamda bir planlama süreci söz konusu olmadığından, burada gerçekten ne olup bittiğini anlamak çok güç. Bu açıdan geçmiş dökümanları takip ederek, mevcut parçalanmış durumun altında neler olduğunun izlerini sürmeye çalıştım. Bu izleri takip ettikçe mimarlardan, politikacılardan söz etmeye gerek bile kalmıyor. Topoğrafya, altyapı gibi faktörleri bir araya getirince İstanbul’un kendisi muazzam bir aktör haline geliyor. Söz konusu figür ister kentli olsun ister kamu kuruluşu olsun isterse de yatırımcı olsun, tek yapılması gereken bu aktörle çok dikkatli iş birlikleri yapmak. İstanbul’un kentsel gelişimine hep “çarpık” sıfatıyla atıfta bulunulur. Ancak siz bunu gelişigüzelin metotları olarak yorumluyorsunuz. Gelişigüzelin Metotları diyerek aslında bu bakış açısına biraz iyimserlik katma niyetindeydim. Tabii ki söz konusu iyimserlerlik son yüz sene içinde İstanbul adına yapılan edilende değil, umudumuz olmasında. İyimserlik İstanbul’un kendini tasarlama insiyatifinin oldukça güçlü olduğu üzerine. Bu noktada herkes için sorun olan çarpık yapılaşma bir avantaja dönüştürülebilir demek istiyorum. Gittikçe yoğun bir kent oluyorsak öncelikli olarak yoğun yapılaşmanın topoğrafya ve altyapı ile ilişkisini geliştirmek, ikincil olarak geriye kalan nadir açık alanları “artık alanlar” olarak değil de en değerli alanlar olduğunu bilerek tasarlamak ve şekillendirmek bu gelişigüzel durumu kent için iyil bir duruma dönüştürülebilir. İstanbullular için ortak hafıza mekânları oluşturulur, topoğrafya ilişkisi sayesinde yeni yapılaşma bu coğrafyaya katkıda bulunur ve eşsiz bir kent haline gelebilir İstanbul. Bu gelişigüzel metotları bize dayatan etkenler arasında kentin tarihi kökenleri ne kadar rol oynuyor? Batı kentlerinde bir planlama söz konusudur. Nerede ne olacağı, kentin nasıl gelişeceği, dönüşen bölgelerin ne biçime girecekleri hep tanımlıdır. Kurullar kurulur, akademiden hocalar bir araya gelir, planlar çıkartılır, halkla tartışılır ve planlar kararlaştırılır. Biz de ise önce binalar yapılır sonra planlar çıkar veya boş arsalar planlanır geri kalanıyla birlikte düşünülemez. Osmanlı döneminde de plan yapma girişimleri olmuş ama kent zaten yapılaşmış olduğundan parça parça planlar yapılırmış. Yangınlarda yanan bölgeler, yıkılan bölgeler parça parça tasarlanırmış. İngiltere’de de sergileniyor Ortaya çıkan kentte bize düşen pastanın üstündeki çileği yememek sözünüzden ne anlamalıyız? Bu metaforu Prof. Murat Güvenç’den ödünç aldım. İşin aslında pastanın üzerindeki çilek yenmek için değil, göz zevkimiz içindir. Benzer şekilde uygar kentler için de kamusal alanlar, açık alanlar, parklar, sahiller bu anlama gelmelidir demek istiyorum. Tabii ki çileği yeme fırsatınız her zaman ortaya çıkabilir ancak pastanın güzelliğini de damak zevkinizi de bozacağınızı bilmelisiniz. İşleriniz şu sıralar Londra’da da sergileniyor. Bundan da bahsedebilir misiniz? İşlerim şu an Contra adında Contemproary Turkish Art adlı sergide yer alıyor. Mimar olarak güncel Türk sanatçıları ile birlikte anılmak çok güzel. Uluslararası platformlardan yansımalar alıyor ve bu tür çalışmaları farklı yerlerde duyurmamız için taleplerle karşılaşıyoruz. Ekleyeceğiniz bir şey var mı? Kısa zaman içinde iyi ve kapsamlı bir sergi ortaya koyamasındaki kararlılığından dolayı küratörümüz Murat Tabanlıoğlu ve koordiantörümüz, aynı zamanda “Places of Memory” kitabının editörü Pelin Derviş’e teşekkür etmek istiyorum. IKSV ile işbirliğinde ilk defa yer aldığımız bu başarılı sergiyi kararlılıkla Venedik’e taşıdılar. l ATAOL BEHRAMOĞLU Dağlarca yüz yaşında 1914 şairlerimizin doğum tarihi olarak verimli bir yıl. Orhan Veli 1914 doğumlu. Oktay Rifat da öyle. (Melih Cevdet 1 yıl sonra doğmuş.) 1914’e Fazıl Hüsnü Dağlarca’yı da eklediğimizde, o yıl çağdaş şiirimizin üzerinden kuyruklu yıldız geçmiş bile diyebiliriz… *** Dağlarca’yı yitireli altı yıl olmuş. Sanki dün gibi. Hastanede son anlarındaki ziyaretlerimizin üzerinden bunca yıl geçtiğini algılamak kolay değil. Son konuşmamız aklımda. Daha doğrusu, onun söylediği. Sedyede bir yere götürülüyor ve söyledikleri çok güç anlaşılıyordu. Bir isteğin var mı diye sorduğumda, yanıtı “Sevgin yeter…” olmuştu… Büyük bir şairin, çok yakınındaki ölümü öncesinde, daha genç meslektaşına verebileceği en büyük ödüldü bu… *** 14 Ekim Salı gecesi Beşiktaş Belediyesi Levent Kültür Merkezi’nde Dağlarca’yı 100. doğum yılında andık… Hayatta olmayan kişi için yapılıyor da olsa doğum yılı toplantılarına kutlama demek sanırım daha doğru. Bu nedenle yukarıdaki cümleyi Dağlarca’nın 100. doğum yılını kutladık diye değiştiriyorum. Bizde, yitirdiğimiz şairler, yazarlar, daha çok ölüm tarihlerinde anılır, doğum tarihleri pek anımsanmazdı. Bu geleneğin değişmeye başlaması, ölümden çok yaşama dönük bir anlayışı yansıttığı için, iyi bir şey… *** Levent Kültür Merkezi’ndeki gecenin mimarları, “Dağlarca ile… Söz Kuşlarından Kalan Parıltı” adlı çok anlamlı ve değerli kitabın yazarı Yasemin Arpa ile Beşiktaş Belediyesi’nin (bu arada şair olduğunu da öğrendiğimiz) şiir sever genç başkanı Murat Hazinedar’dı. Gecede birkaç konuşmadan sonra Yasemin Arpa’nın (benim de aralarında olduğum) yirmi kadar şairle ve yakınıyla Dağlarca üzerine yaptığı söyleşilerin belgeselini izledik. Kitabı gibi, film de kalıcı, değerli bir çalışma olmuş… *** Kitaptan söz etmişken, Dağlarca üzerine son günlerde yayımlanan başkaca kitapları da sıralayayım… Ertan Mısırlı’nın “Fazıl Hüsnü Dağlarca Günlüğü” çok yakın bir tanıklığın ürünü. Şairi sevenlerin, şiiriyle ilgilenenlerin mutlaka okumaları gereken bir kitap. Leyla Şahin’in “Cemal Süreya’da Dağlarca”sı da ilginç ve değerli bir çalışma. Her iki kitapta da Kaynak Yayınları’nca basılmış. Değerli Türkolog, Türk Edebiyatı uzmanı Prof. Tevfik Melikli’nin yine Dağlarca’nın yüzüncü doğum yılına armağan olarak kısa süre önce Moskova’da yayımlanan “Dehanın Yalnızlığı” adlı kitabı ise, dilimize mutlaka çevrilmesi gereken ve kuşkusuz çevrilecek olan, büyük şairimiz hakkında başka bir dilde çok önemli bir yayın. Yaklaşık kırk yıllık arkadaşım, kardeşim Melikli’nin (Nâzım Hikmet ve çağdaş şiirimizin yanı sıra) Dağlarca şiirini sadece Rusya’da değil, bizde ve dünyada en yakından tanıyıp incelemiş bir edebiyat bilimcisi olduğunu ayrıca belirtmek gerekir. *** Şairlerine, yazarlarına, sanatçılarına, bilim insanlarına değer veren bir ülke, uygarlaşma yönünde ileriye doğru adımlar atıyor demektir. Sevgili Dağlarca’nın bir karşılaşmamızda söylediği gibi “Şair yaprak, ülke ağaçtır. Yaprak onun dibine düşer ve çürür, ağaç kalır.” Bu nedenle, onlar için yapılan her şey, ülke için yapılıyor demektir… l ataolb@yahoo.com İmtiyaz Sahibi: Cumhuriyet Vakfı adına Orhan Erinç Genel Yayın Yönetmeni: Utku Çakırözer Yazıişleri Müdürü: Ayşe Yıldırım Başlangıç Yayın Yönetmeni: Miyase İlknur Görsel Yönetmen: Aynur Çolak Yayımlayan: Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ İdare Merkezi:?Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sok. No: 2 34381 Şişli / İstanbul (0212) 343 72 74 (20 hat) Reklam Genel Müdürü: Özlem Ayden Genel Müdür Yardımcısı: Nazende Körükçü Reklam Grup Koordinatörü: Hakan Çankaya Reklam Müdürü: Beste Paydaş Ertan Rezervasyon Yönetmeni: Onur Tunalı (0212) 251 98 74/75 (0212) 343 72 74 (554555) Baskı: DPC Doğan Medya Tesisleri Hoşdere Yolu 34850 Esenyurt / İstanbul Cumhuriyet gazetesinin parasız pazar ekidir / Yerel süreli yayın cumdergi@cumhuriyet.com.tr @cumdergi C M Y B