Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
15 EYLÜL 2013 / SAYI 1434 3 Fotoğraf: VEDAT ARIK SELÇUK EREZ Haksızlık mı var, o zaman eylem koyacaksın meydanlarda! S Mesela? elçuk Erez’in yeni romanı “Öpüşmek Mesela kadın doğum asistanı olmuştum; Yasaktı Düşünmek de”, Gezi Parkı ve Haseki’nnin penceresinden bakıyoruz Taksim Meydanı’nı arkasına alıyor. ambulans gelmiş, bir doğum vakası. Çünkü Erez hayatını bu iki önemli yerde Ambulansın arkasından yirmi tane kedi, geçirdiğini anlatıyor. Gezi Direnişi için de “bu belki daha fazla. Neden anlamadım. Kadın kendini bilmezler hiç farkında olmadan ve de doğurdu, kedi sayısı iyice arttı! Nedenini sonra istemeyerek bir milyondan fazla genci aktivist anladım meğerse çocuğun plesantası, göbek yaptılar! Türkiye’de demokrasi adına yapılmış bağı kesilince bahçeye atılıyormuş. Kediler de en önemli harekettir bu” diyor. Kitabın ismine bir belgesel çekilir gibi onun peşinde, büyük gönderme yaparak eskiden de “düşünmek” kıyamet! Neden mi böyle yapıyorlardı? Çünkü ve “öpüşmek” hep yasaklanmaya çalışıldığını uygun saklama ve depolama koşulları yoktu, anlatıyor ama şimdi farkın büyük olduğunu çöp de büyük sıkıntıydı. söylüyor; “çünkü artık çok daha umutluyuz!” Tüm bu anıları ve getirdiklerini kitaba Yakın zamanda “Eldebran’a Gideyim taşıdınız mı? mi?” isimli romanınızı Pek çoğunu ve getirdiklerini... yayımlamıştınız. Aynı anda Mesela sonra bir gün ameliyat “Fotoğrafta Görünenler ve dikişi öğreneceğiz, cerrahi yoğun, Görünmeyenler” isimli bir de doktorlar bizi polikliniğe yollayıp sergi açmıştınız. Mesleğiniz başlarından attılar. Bir şoför geldi gereği zaten çok yoğunsunuz. bacağı yarılmış, biz başındayız ama Şimdi de yeni romanınız dikişi bilmiyoruz. Peki, kim yapıyor “Öpüşmek Yasaktı Düşünmek bunu? Hademe geliyor dikip de” geldi. Nasıl zaman gidiyor, bizim şaşkın bakışlarımız buluyorsunuz? ALİ DENİZ altında. İşte Türkiye tuhaf, matrak Hayata neyle ve nasıl motive USLU ve trajikomik. O yüzden okulda olduğunuz belirler zamanınızı öğrendiklerimden daha fazlasını nasıl kullanacağınızı. Mesela halktan ve çevremden öğrendim. Hep insanlar maça gidiyor, üç misli zamanı da şaşırdım, şaşırdıkça daha çok merak ettim. onun dedikodusunu yaparak geçiriyor ya da “Seni sen yapan, o anlamadıklarındır!” harcıyor. Benim kullandığım zaman da işte diye bir alıntı var Charles Simic’ten kitabın bu! girişinde. Ne çok şeyi anlamadık o zaman? Yeni romanınızda sizin bir başka alt Hep olmadıklarımız ve anlamadıklarımızı kimliğiniz var sanki, ya pişmanlıklarınız ya isteriz, özleriz. Hayatı bizi nereye getirdiğini da olmak istedikleriniz onu yaratmış gibi. anlamak için durmak gerekli. Öykü yazarını, Nedir hikâyesi? hayatta yaşayanını seçiyor. Benim de hayatla Aynı bedende üç beş insanın birbirine bir şekilde paralel gidiyor yazılarım ama onları girmiş, birbiriyle çarpışmış hayatlarını yazdım. kurgu ve mesleğim gereği de edindiğim Çünkü en iyi bildiğim buydu. Evet, benimle tecrübe yönlendiriyor. Toplumun biçtiği büyümüş, Türkiye’nin saçmalıkları ve üniforma ile ne kadar yakalarsak o kadar güzelliklerini yaşamış bir insanın hikâyesi bu. mutlu olabileceğimiz “kendi olabilme şansı” Salt bir yaşamöyküsü olarak da görebilirsiniz kaderimizi belirliyor. ama şaşırtıcı, tuhaf hatta inanılmaz bir kurgu Romanın kahramanıyla aranızda olarak da. Selçuk Erez’in yeni romanının ismi “Öpüşmek Yasaktı Düşünmek de”. Erez romanıyla hem kendi hem de Türkiye tarihinde ters köşe bir yolculuğa çıkıyor. Bu ülkenin güzellikleri ile saçmalıkları arasında kurduğu omurga ise sağlam. Erez ayrıca mizahla kazık atmayı ve hicvi seviyor. Aşk ise romanın tam kalbinde. Gezi Direnişi de romana ruhunu veriyor. var olan birçok anlaşmazlığa, farklılığa rağmen bir ortak noktanız çok belirgin. İkimiz de Taksim Meydanı’nın ve Gezi Parkı’nın Türk demokrasisinin dönemeç noktalarının simgelerini içermesinin çok önemli olduğuna, bunun ona kutsal bir dokunulmazlık kazandırdığına inanıyoruz. Türkiye’nin demokrasi mücadelesi her şeye sızıyor. Gezi Parkı da bu ülkenin müzesi gibidir. Hatıralarımda her ağacın yeri ayrıdır, her heykelin hikâyesi de öyle. Şimdi Gezi Direnişi’nde bu kendini bilmezler hiç farkında olmadan ve de istemeyerek bir milyondan fazla genci aktivist yaptılar! Türkiye’de demokrasi adına yapılmış en önemli harekettir bu. Aşk, romanlarınızda baskın ama farklı şekillerde de beden buluyor. Nedir aşkla alıp veremediğiniz? Evet, aşk herkesi kendi uçurumuna götürür, orada kendinizi de bulabilirsiniz, her şeyi kayıp da edebilirsiniz. İşin şans kısmı sanırım orada. Hem mesleğiniz, kadın doğum uzmanısızınız. Kadınlarla olan ilişkilerinizde size bir şey kattı mı ? Kadınların kimseyi yemediğini küçük yaşlardan biliyorum, onlarla büyüdüm. Her şeyi iyi öğrettiler. Biz Mars’tan onlar Venüs’ten değil. Bunu ne kadar çabuk öğrenirseniz o kadar iyi! Yaşam kadar doğru ve güzel bir kaynak yok! Kadın kendi bedenini tanımıyor, erkek de öyle. Birbirlerininkini ise çok geç öğreniyorlar. Bizim kuşak ve öncesi karşı cinsi neredeyse hiç tanımadı, öyle yetiştirildiler. Bu da korku, hoşgörüsüzlük yarattı. Mesela 90 sonrası nesil yetiştirilirken ailesinden dayak yemedi, baskı da görmedi. O yüzden vicdanlı ve umutlular. Kendilerine ve başkalarına saygıları var. Kimseyi “öteki” yapmıyorlar; din, dil, ırk fark etmiyor onlar için. Bu yüzden çok güzeller. Metinlerinizde inceden bir mizah var. Kızgınlığımda da var mizah öfkemde de. Mizahla kazık atmayı seviyorum. Woody Allen’e çok hayranım bu anlamda, saygın bir mizahı vardır. “Öpüşmek Yasaktı Düşünmek de” kitabın ismi, sanki bugüne yazılmış gibi. Eskiden de Gezi’nin ve Taksim Meydanı’nın çok uzağında değildik! Düşünmek ve öpüşmek hep yasaklanmaya çalışıldı bu ülkede. Şimdi tek bir farkımız var, o da daha umutluyuz! Gezi Direnişi günlerinde ben hep muayenemdeydim, girişte enkaz bir otobüs vardı. Hatta BBC’den iki muhabir benim ofisimden yayın yaptılar. Sonra onlardan birine casus dediler! Yunanistan’da polis bir çocuğu vurdu, ülke yandı! Şimdi bir polis silah doğrultur mu? Bunu yapmadan belki milyon kez düşünür. Ama Türkiye’de bunun kaç katı oluyor, sonuç ortada. Kıskanıyorum bu isyanı işte. İnsanlar çocuklarını eyleme götürmeli, çünkü korkulacak bir şey değil eylem. Nasıl yaşıyorsan soluk alıyorsan, her haksızlıkta sokaklara inip eylem koyacaksın, başka yolu yok! l Yeraltı dünyasında edebi bir yolculuk “Esaret altında sabrı sınananlar, kutsal mekânlarda katle fetva yazıp cenneti vaat edenler ve dünyanın kahrından uzak yaşayanlar... Toprak üstünde yüzyıllık ömrü eşitsiz yaşayanlar toprak altında binlerce yılı denk yaşayacaklardı. Burada cinsiyet ve yönetimin adına ihtiyaç bile duyulmuyordu. Burası yeraltıdır; herkesin kendinden sorumlu olduğu bir karınca kolonisi!” Böyle başlıyor Serkan Sariataş’ın kitabı “Ölüler Toplantısı”. Siyasetin fantastik edebiyatla birleştiği bir kitap bu. Ölüler dünyasında yapılan tartışmalarla bize dini mitleri sorgulamanın kapısını aralıyor. Fam Yayınları’ndan çıkan kitabını Serkan Sariataş’la konuştuk. Ölüler Toplantısı’nı yazma fikri nasıl gelişti? Bu rüyayla başlayan bir serüvendir aslında. Bir gece toplantı halinde olan ölüleri gördüm. Günlerce bu rüya üzerine düşündüm. Giderek ilginç bir hal almaya başladı ve kurgu kaçınılmaz olarak kendini dayattı. İçeriği yan öğelerle destekleyip, zenginleştirerek bir hikâyeye dönüştürdüm. Bunu yazmasam olmazdı. Konu üzerine uzun uzun düşündüm. Aklımdaki soruyu çevremle paylaştım, tabii gerçek niyetimi saklayarak… Tartışılsın istedim. “İlginç fikirler çıkabilir mi” diye haylice çabaladım. İki yıl boyunca oturduğum kişilerle uzun uzadıya konuştum. Soru şuydu; “Ölüler şayet bir toplantı yaparlarsa bu ne üzerine olur?” Dış etkenler haricinde iç tartışmalarım oldu, esas bunlardan beslendim ve yaklaşık olarak iki yıl sonra kaleme aldım. Kitap korkularımızı fantastik öğelerle birleştiriyor, ama diğer yandan politik de. Tüm bu öğeleri bir araya getirmeye nasıl karar verdin? Ölüler Toplantısı, Serkan Sariataş’ın ilk kitabı. Siyasetin fantastik edebiyatla birleştiği bir kitap bu. Ölüler dünyası sakinlerinin yaptıkları tartışmalar üzerinden bu dünyayı sorguluyor Sariataş; dini mitleri, düzeni... Kaos, insanın en çok besleneceği, en çok öğreneceği ve reflekslerini sınayacağı en ciddi sınavdır. Mesela krizler ilgimi çeker, yani çözümü zor olan şeyler! Her akıl krizle baş edemez çünkü. Bunun için kıvrak zekâ ve özel yöntemler gerekir. Krizlerin çözümünde destansı öğeler olur. Buradan bakacak olursak insan hayatı da baştan sona kaoslarla doludur. Kaos olmadan gerçek bir mutluluğa ulaşamaz insan. Politik bakışa katkısı olan, onu geliştiren bir olgudur da. Bu anlamda olumsuzluk içermez aslında, sükunete ulaşmanın ipuçlarını taşır çünkü. Karşıt gibi görünen “şey”lerin o sırada birbirleriyle ilişkisi açığa çıkar. Bunun en bariz örneğini Gezi Parkı sürecinde gözlemledik. Orada bir araya gelemeyecek gibi görünenler nasıl da kenetlendiler? Dolayısıyla benim yan yana getirdiğim öğeler esasen ayrık değil, yan yanadır. Bu anlamada kendi başarımdan söz edemem. Ben var olana bir kez daha dikkat çektim yalnızca. Politika, fantastik edebiyat da pekâlâ yer bulabilir, hatta bu onu daha güçlü kılar. Dünya görüşü olan biriyim, onun için apolitik bakamam hayata. Ölüler Toplantısı’nda da bunu mümkün olduğu kadar işledim. Neden fantastik türü seçtin yazmak için, ne ifade ediyor senin için? Çocukluk yıllarımda dinlediğim masallardan zihnime yerleşen karakterleri, figürleri ve tasvirleri yabana atamam. Yorgan kulaklı canavarlar, kötülük timsali eklembacaklılar ve kuş sırtında yerin yedi kat altından uçarak yeryüzüne çıkan kahramanlar! Bu müthiş bir dünya. Anlatılanları gözünde canlandırarak bir dünya kuruyorsun. O dünyaya dağları, akarsuları, ormanları ve canlıları yerleştiriyorsun. Şehirler, köyler kuruyorsun. Bu önemli bir avantaj. Bu anlamda fantastik edebiyat benim için çocukluğumun ateş alazı akşamlarında dinlediğimyaşadığım masalsı dünyayı ve çocuk düşlerimi ifade ediyor. Düşündüklerimi, istediğim argümanları bu alanda daha rahat ifade edebiliyor, daha özgürce kullanabiliyorum. Burası yalnızca karşıtını değil kendini de sorgulama cüretini kolayca gösterebilen bir alan. Hak ve adalet arayışının keskin koşullarını ve komplo teorilerini burada hiçbir kalıba sokmadan buluşturabiliyorum. Türkiye inançlar nedeniyle insanların ellerini kollarını bağladıkları yaşamların olduğu, inançlar bahane edilerek katliamların yaşandığı bir ülke. Sense bu romanla dinsel öğretileri sorguluyorsun. Kitabın insanlarda nasıl bir etki bırakırsa “başarı”ya ulaştığını düşünürsün? Mevcut dünya düzeni dinler, ayrışma üzerine kurulu! ESRA Yeryüzünde din AÇIKGÖZ kaynaklı savaşların haddi hesabı yok. Bana göre binlerce yıldan beridir devam eden bir katliamdır bu. Tanrı insanlara bunu reva göremez. Görürse o tanrı olmaktan çıkar, zira böyle bir tanrıyı kendi payıma tanımam. Devletler dinleri palazlayıp insanlığın üstüne birer ölüm makinesi gibi sürüyorlar. İnsanların birbirleriyle iletişime geçmesini engelliyorlar. Ülkemizde yalnızca Müslüman olmadığı için katledilen kişiler, toplumlar var. Peki, bunların failleri kim ve neredeler? Onları kim koruyor? Ben korumadığıma eminim, peki ya devlet, o aygıt emin mi? Tanrı adına insan öldüren bir sistem nerede olursa olsun melanet bir sistemdir ve acilen terk edilmesi gerekir. Bu fikrimi şiddetle savunuyorum. Fakat insanlar bu sistemi sorgulamaktan korkuyorlar, soru soramıyorlar. Çünkü “tanrı sorgulanamaz” öğretisine çekilmişler. “Öteki dünya” olgusu insan üzerinde müthiş bir baskı hissettiriyor, bu tartışılmaz. Ben roman aracılığıyla dinleri, tanrıyı ve “ölümden sonraki hayat” mitini sorguluyorum. Mesela “cennet” çok kritik bir vaat. Benim vaat edilen o “şey”e bazı sorularım var ve ben bunları soruyorum. Kitabın başarısına gelirsek, eğer okurun aklında “acaba” diye bir soru bırakırsa bunu başarı sayarım. Çünkü soru sorma yeteneği yeniden kazanılmış olacak. Bu önemli bir psikolojik sınırın aşılması demektir. Bu da bir tabunun yıkılması demektir. l esraacikgoz@cumhuriyet.com.tr İmtiyaz Sahibi: Cumhuriyet Vakfı adına Orhan Erinç Genel Yayın Yönetmeni: İbrahim Yıldız Yayın Yönetmeni: Miyase İlknur Görsel Yönetmen: Aynur Çolak Sorumlu Müdür: Aykut Küçükkaya Yayımlayan: Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ İdare Merkezi: Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sok. No: 2 34381 Şişli / İstanbul (0212) 343 72 74 (20 hat) Reklam Genel Müdürü: Özlem Ayden Genel Müdür Yardımcısı: Nazende Körükçü Reklam Koordinatörü: Hakan Çankaya Reklam Müdürü: Beste Paydaş Ertan Rezervasyon Yönetmeni: Onur Tunalı (0212) 251 98 74/75 (0212) 343 72 74 (554555) Baskı: DPC Doğan Medya Tesisleri Hoşdere Yolu 34850 Esenyurt /İstanbul Cumhuriyet gazetesinin parasız pazar ekidir / Yerel süreli yayın / cumdergi@cumhuriyet.com.tr C M Y B