22 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

23 HAZİRAN 2013 / SAYI 1422 5 Şiddet yaratmak değil, yaşam kurtarmak suç oldu! Gezi Parkı’nda başlayan eylem, polislerin saldırması ve parkı boşaltmasıyla sokaklara yayıldı. Türkiye’nin pek çok yerinde binlerce insan sokaklarda. Polis şiddetiyse artarak sürüyor. Ama Gezi Parkı eylemlerinin dayanışma ve yardımlaşma ruhu hâlâ akıllarda. Kuşkusuz bu ruhu en canlı tutanlarsa, hayat kurtarmak için canını dişine takanlardı. O yüzden de doktorlar, iktidarın ilk saldırdığı grup oldu, kelepçelenerek gözaltına alındılar. Sadece görevlerini yerine getirdikleri için. İşte biz de bu hayat kurtarıcılardan ikisiyle konuştuk. Hekim Mustafa Sülkü ve veteriner Devrim Baykal yaşadıklarını anlatıyor... ESRA AÇIKGÖZ Gönüllü olmasam ettiğim yeminden utanırdım B en Mustafa Sülkü, İstanbul Tabip Odası Onur Kurulu üyesiyim. 30 yıllık hekimim. İstanbul Tabip Odası’nın yönetim kurulu dahil birçok organlarında aktif çalıştım. 30 Mayıs’tan itibaren zamanımın, enerjimin yettiği ölçüde Gezi Parkı eylemlerinde gönüllü hekim olarak çalıştım. Birçoğumuzun gündüz çalışması gereken işyerleri var. Öncelikle orada görevimizi tamamlayıp ya da izin alıp buraya nöbete geliyorduk. Ben daha çok mesai saatleri sonrasında gelebildim, akşam 56 gibi geliyor 12’ye kadar kalmaya çalışıyordum. Özellikle 31 Mayıs’taki gibi Ancak bu da kolay olmuyordu, hele de 31 Mayıs Cuma akşamı ambulansları defalarca aradığımız halde Taksim’e giremediler. Dolayısıyla yanımızda olanlar özellikle de tıp fakültesi öğrencileri seyyar sedyeler bularak yaralıları Taksim İlkyardım’a taşıdı. Aslında biz herhangi bir müdahale yapmaktan çok, yaraları stabilize etmek ve onları en kısa sürede hastaneye ulaştırmak gayreti içindeydik. O kadar yoğun gaz kullanılınca haliyle biz de etkilendik ama mesleğimizi yaptık. Doktor olmak çoğu insanın çocukluk ya da gençlik hayalidir ama tıp fakültesine şiddetin arttığı, gaz bombalarının çok yoğun kullanıldığı, insanların dağıtılmaya çalışıldığı zamanlarda TMMOB’nin altındaki revirde insanlara elimden geldiği kadar yardım etmeye çalıştım. Daha çok revirimize gelen yaralılar gazla karşılaşmanın yarattığı sorunlar yaşıyordu, nefes darlığı, çarpıntı gibi. Yaralanmalar da vardı. Doğrudan gaz bombalarının fişeklerinin insan vücuduna temas etmesinin ya da insanların kaçarken kalabalık psikolojisiyle kendilerini kontrol edemeden düşmeleri sonucu oluşan yumuşak doku travmaları, çıkıklar, kırıklar, çeşitli organ zedelenmeleri ve yaralanmlarına müdahale ettik. Özellikle açık yaralanmalar çoktu. Birkaç tane çok ciddi kafa travması geldi. Onlara revirde ilk müdahaleyi yapıp, hastaneye yolladık. başladıktan sonra niye sürdürdünüz derseniz, birincisi bu gerçekten insanlara yardım etmek ve acısını dindirmek için çalışan bir bilim dalı ve bu benim çok hoşuma gidiyor. İkincisi pozitif bir bilim olması cezbetti beni. Bir makine tamiri gibi değil, insana fonksiyon kazandırıyor, hayata dönmesini sağlıyor ve yaşam kalitesini artırıyorsunuz. Sağlık Bakanlığı, revirlerin oluşturulmasından dolayı Türk Tabipler Birliği (TTB) ve İstanbul Tabip Odası hakkında soruşturma başlattı, bakanlığın bilgisi olmaksızın niye böyle revirler oluşturuldu diye. Ama bizim Adapazarı, Gölcük, Van depremlerinden, Saddam döneminde kimyasal gaz kullanımıyla ilgili insanların Türkiye sınırlarına girdiği zamanlardan kaynaklanan deneyimlerimiz var. Üstelik uluslararası bilimsel kuruluşların olağanüstü durumlarda meslek örgütlerinin nasıl bir tutum alması gerektiğine dair kuralları açık. Hem bu genel kurallar, hem de mesleğe adımımızı atarken ettiğimiz yeminden kaynaklanan değerlerimiz gereği bu çalışmayı yapmak durumundaydık. Yapmasaydık bakanlık bizi sorgulamalıydı. O zaman çok utanırdık. Şimdi göğsümüzü gere gere diyoruz ki, bu utanç bizim değil, bu koşullarda buralarda acil revir oluşturmayan Sağlık Bakanlığı’nın. Sağlık Bakanlığı zor koşulllarda bize, lütfen bu çalışmaya katılacak hekimlerin isimlerini bildirin, diye yazar. Şimdi de böyle bir organizasyon yapsaydı, seve seve ismimizi bildirir ve eylemlerde sağlık sorunuyla karşılaşacak herkese ilkyardımı yapardık. Bakanlık, yetkisi olmayan insanlar mı çalıştı, diye soruyor. Tıp fakültesi öğrencileri meslektaşlarının yanındaydı, kendi yapabileceğini biliyordu. Yaralıların yanında durmak, onları tasnif edip bize duyurmak, pansuman yapmak, onları sedyelerle götürmek gibi gönüllü hizmetlerde bulundular. Ayrıca bakanlığın hastanelerden formlarla eylemlere katılanların bilgisini isitemesi de ne mesleğin etik kurallarına ne de uluslararası sözleşmelere uygun. Kendisini de doktor olan, bu yemini etmiş bir bakanın; dil, din, ırk, siyasi görüş ayrımı yapmaksızın, harp koşullarında bile düşmanına yardım etmek üzere her türlü gayreti göstermesi gereken bir meslek mensubunu böyle bir tutumla muhatap etmesi kabul edilemez. Meslek örgütümüz de bu konuda bakanlığın kendine düşen görevleri yerine getirmediği için savcılığa suç duyurusunda bulundu. Biz koşulların böyle gelişmesini istemezdik. Doktorlara soruşturma açılacağının söylenmesinden sonra yüzlerce, binlerce, üstelik direnişlerin yaşandığı illerin dışındaki birçok hekim, eğer isim bildirmek gerekiyorsa benimkini de yazın, diyor. Ancak isim vermeyeceğiz tabii ki. Sadece hekimler değil, hemşireler, eczane odasından arkadaşlar, hep birlikte gayret gösterdik insan sağlığı için. l esraacikgoz@cumhuriyet.com.tr Bu şiddet tüm canlıları öldürüyor B en Devrim Baykal, veteriner hekimim. 2000’den beri kliniğim var. Hayvanları çok sevdiğim için seçtim bu mesleği. Gezi Parkı eylemleri başladığında şehir dışındaydım. 31’i gecesi döndüm, 1’inden beri de hep parktaydım. Gündüz klinikteki işlerimi hallediyor, sonra parka dönüyordum. Parkta veteriner çadırımız da vardı. Öyle bir ortamda oturmak mümkün olmuyor, sürekli yardıma ihtiyacı olanlara yardım etmek istiyorsunuz. Belki hekim olmaktan da kaynaklıdır bu. Sadece hayvanlara değil, insanlara da edebileceğim yardımı ettim. İnsanları sakinleştirmek bile çok önemli. Çünkü panik halinde olunca kaçarken birbirlerini ezebiliyorlar, panik ve gazın etkisiyle nefes alamıyorlar. Onları sakinleştirmek, biraz yatıştırmak için hep gazın geldiği yere yürüdüm. Bence asıl soru benim neden parkta olduğum değil, diğer insanların nerede olduğu? Bu, birçoğumuzun özlediği sevgi ve birliğin olduğu bir yerdi. İnsanların maddi durumları, giyimleri, kim oldukları, siyasi görüşleri hiç kimseyi ilgilendirmiyordu. Belki hayatı boyunca hep böyle yaşayıp da ezik kalanlar parkta kendini bulmuştu. Ben de bunlardan biriyim. Yıllardır kliniğim var. Bu meslekte çok para kazanılabiliyor ama sokak hayvanlarına yardım etmek istiyorsanız maddi olarak güç durumda kalıyorsunuz. Ama bunu göze alıyorsunuz çünkü bunu yapmazsanız siz olamıyorsunuz. Neyse, eylemler sırasında zarar gören hayvanlara elimden geldiğince yardım etmeye çalıştım. Böyle bir ortamda ilk konuşulan insanlar oluyor ama bu şiddet bütün canlıları etkiliyor. Biber gazı hayvanlara da ağaçlara da zarar veriyor. Parktaki topluluğun anlatmak istediği, doğaya ve bütün canlılara saygılı olunması gerektiğiydi. Aslında bütün olay bu; sevmek ve bütün canlıları korumak. Kediler içgüdüsel olarak kendilerine hemen saklanacak yer buluyor. Ama kaçamayan da oldu ve birçok ölüm gerçekleşti. Yakalananlar, gönüllü kliniklere götürüldü ama en doğru çözüm, hayvanların böylesi ortamlardan uzaklaştırılması. Biz sonuçta maskemizi, gözlüğümüzü takabiliyoruz. Hayvanın paniği daha yoğun oluyor. Ona müdahale etmek insana müdahale etmekten daha zor. Revire bir köpek gelmişti, ses bombasından geçici sağırlık yaşıyordu. Müdahalesini yapıp sosyal medya yoluyla geçici yuva bulduk. Bombaların kuşlara zararı çok daha büyük. Ses dalgası kuşlarda kalp ritmini hızlandırdığı için genellikle kalp krizi yaşanıyor. Gaz bombası da aynı şekilde, sonuçta gaz yukarı yükseliyor. Hayvanlara yönelik katliamları çok gördüm. Bolluca’da köpekleri zehirlemişlerdi, ancak orada buna karşı çıkan sadece hayvanseverlerdi. Bu eylemlerde insanların hayvanlara yapılan zulmün de ne demek olduğunun farkına vardıklarını düşünüyorum. Şu anda kim yere yığılsa insanların gözlerindeki acıyı, merhameti görüyorum. Diyebileceğim tek şey, yöneticilerin de gönlüne sevgi yayılsın. l ATAOL BEHRAMOĞLU Bir Twitter’ım oldu... Dün geceden beri çocuk gibi sevinçliyim. Artık benim de bir Twitter’ım var… Facebook’a oldum olası ısınamamıştım… Dedikodu gibi, özel hayatı gözler önüne sermek gibi bir şey… Twitter öyle değil… Dün gece saat ikilere kadar başından ayrılamadım… Bugün de bilgisayarımda başka çalışmalarımı sürdürürken arada bir göz atıyor, tweet’lerimi birbiri ardına sıralıyorum… İflah olmaz bir dilci olarak hemen şu anda “tureng”i açtım… İnternette İngilizce başvuru kaynağım genel olarak odur… Neymiş bakalım şu “twit”, ya da “tweet”? “Twit” karşılığı olarak “azarlamak,” hatasını yüzüne vurmak”, “sataşmak” filan deniyor… “Twitter”da yapılan işin karşılığı olarak pek fena sayılmaz… Fakat sanırım sözcüğün aslı “twit” değil “tweet”… “Tweet”e bakalım... “Cıvıldamak”, “ciklemek” vb… Kararsız kaldım fakat doğrusu bu olsa gerek… Bir işe yarayıp yaramayacağını bilmeksizin cıvıldayıp duruyoruz… Peki, sözcüğün aslı “tweet” ise (nitekim tweet’ler deniyor), neden sistemin adı “tweeter” değil de “twitter”… İngilizcenin akıl ermez işlerinden biri diyerek, dil konusunu burada keselim… *** Bir Twitter’ım oldu, evet… Dil konusu keselim dediysem de elimde değil, biraz daha uzatacağım… “Facebook”, “Twitter” vb… Türkçelerini bulamaz mıyız? “Mail” için “ileti” tuttu gibi… “Forward”a ne diyeceğiz?.. Karşılıkları içinde aklıma en yatanı “ileri aktarmak”… Örneğin, “Dünkü mail’leri sana forward’ladım” yerine “Dünkü iletileri sana ileri aktardım” diyebilir miyiz? Belki... Fakat “ileti” ve “ileri” sözcüklerindeki “ile” tekrarı bir ses bozukluğu oluşturuyor… Bu durumda da “forwardlamak” yerine “göndermek”le yetineceğiz gibi… Daha uygun bir karşılık bulununcaya kadar… *** Bu işin ustalarının aklından, şimdiye kadar neden bir Twitter’ınız olmadı ki” sorusu geçebilir haklı olarak… Olamadı çünkü adımı ve soyadımı kim olduğunu bilmediğim bir başkası parsellemiş… Uzun süredir, bana ait olmayıp da benim adımı taşıyan, üstelik tepesine de bir fotoğrafımın kondurulmuş olduğu o siteyi ele geçirmeye çalıştıysak da şimdiye kadar başaramadık… Sonunda, bu işin ustası arkadaşların yardımıyla yine benim adımla bir başka hesap açabildik. Gerçi sözünü ettiğim ilk hesaba sadece şiir ve büyük çoğunlukla da benim şiirlerim konuyor… Beş bine yakın da izleyicisi var… Gerçek ben’in izleyici sayısı ise dünden beri yüzü aştı. Bakalım, eşitliksiz başlayan yarışı kim kazanacak?.. *** AKP iktidarının ilk dönemlerinde pazar yazılarım genellikle güncel siyasetin konularıyla çok ilgili olmazdı. Şiir, aşk, günlük yaşamın bin bir konusuna da değinirdim… Cumartesi köşemde bile zaman zaman farklı konularda yazdığım olurdu. Fakat siyaset giderek bütün yaşamımızı kapladı ve yazılarımızın başlıca konusu olup çıktı… Aynı şey “tweet”ler için de, hiç değilse bir zaman, böyle olacak… Fakat dilerim ki bu iktidar ve en azından başındaki kişi için sonun başlangıcı olduğuna inandığım bu süreç uzun sürmesin ve sadece siyaset konusunda değil başta şiir olmak üzere her konuda cıvıldaşabilelim… l ataolbehramoglu@gmail.com http://behramogluataol.blogspot.com www.ataolbehramoglu.com.tr C M Y B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle