Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
4 23 HAZİRAN 2013 / SAYI 1422 ESRA AÇIKGÖZ İktidarın ‘kötü’ çocukları: ‘Marjinal’ler Gezi Parkı eylemleri Türkiye tarihinin en ilginç kitlesel hareketi olarak tarihe geçti. Başbakan’ın marjinal söylemleri de. Oysa yasadışılarmış gibi bir edayla “marjinal” olduğu söylenen yapıların hepsi yasaldı. Şiddetse eylemcilerin değil, devletindi. Dolayısıyla başbakana yanıt yine “marjinal”lerden geldi, internette dolanan bu fotoğraf fazla söze yer bırakmıyor. Anlamını tam da kavrayamamaktan kaynaklanan bir korkutuculuğu da var. Marjinal unsurlar dedikleri kişiler örgütlü olanlar, siyasi partiler ya da dernekler kanununa göre kurulmuş yapılar. Eğer şiddet uygulama noktasında marjinalleşiyorlarsa, ortada çok ağır bir devlet şiddeti var. Üstelik de o noktada marjinal olan, olmayan ayrımı da yapılmadı! Taksim Meydanı’na gaz bombası yağdırıldı. Devlet yurttaşlarını ötekileştirdi, kriminalize etti.. Devletin şiddet tekelini en üst noktaya ve geniş kitlelere uyguladığını dikkate almadan taş ya da molotof atan kişilere marjinal demek mümkün değil. Bu sözcüğün iktidar için bir avantajı da, olayları televizyondan, gazeteden izleyen, kulaktan duyan, katılan ya da katılmayan ama bilgilenmek isteyen vatandaşlar karşısında diğerlerini ötekileştirmek. Özellikle bu söylemin AKP’ye oy veren yüzde 50 üzerindeki etkisi düşündürücü. Bunu bilmek için bilimsel araştırmaların yapılması gerekiyor. Ama en azından Taksim’de ve diğer yerlerde toplanan kesimler, istisnalar dışında, marjinal grupların olmadığını biliyorlar. Dahası, marjinallik belirli bir kesim için kabul edilebilir ve savunulabilir bir kimlik haline geldi. Kendi seçmeni açısından baktığımızda ise en azından belirli bir kesimde bu işin iyi yönetilip yönetilmediği konusunda soru işaretleri uyanmaya başladı. Kişisel olarak yönetmek sözcüğünden de rahatsız olduğumu belirtmek istiyorum. Gezi Parkı direnişinin ardında bazı değerler ve talepler, verilen bir yurttaş ve kent hakları mücadelesi var. Hükümetin sorununun yönetememe ile değil, demokrasi anlayışıyla ilgili olduğunu düşünüyorum. Peki iktidarın bu söylemlerinin marjinal denilen kesimler üzerinde etkisi ne? Bence marjinal kesimler daha da sistem dışı olmaya aday oldular. Öte yandan bu söylemler, hızlı bir politizasyona imkân sağlayabilir ama tabii şu an için kesin bir iddiada bulunmak mümkün değil. Bundan sonraki süreç çok önemli. Gezi Parkı ve diğer yerlerdeki direnişleri somut politik taleplere dönüştürecek insiyatifler önem taşıyacak. Süreci sürdürülebilir kılmak, müzakere ortamını ve kanallarını açık tutmak gerekiyor. Hükümetin tam da yapmadığı yapmak. AKP’nin bildiği, devrini tamamlamış olan temsili demokrasi, dolayısıyla da ben temsil ediyorum iddiasında. Evet, temsili demokrasi insanlık tarihinde önemli bir aşama ama artık sonu geldi, devir müzakereci demokrasi devri. Aslında parkta yaşanan biraz da buydu. “Öteki”lerin birlikteliği sağlandı, kültürel ve fikirsel farklılıklarıyla yan yanaydı insanlar... Bu bir birlikte olma pratiğiydi ama buradan büyük politik çıkarımlarda bulunmamak gerekiyor. İnsanlar yan yana günlerini geçirerek, birbirlerine saygı göstererek, birbirinin sınırlarını aşmayarak değerli bir deneyim geliştirdi. Direniş bir bilinç, dayanışmanın mümkün olduğu duygusunu getirdi. Bu duygu hali önemli ama politikaya dönüşemezse hızla sönmesi de mümkün. Sizce bu eylemlerin siyaset üzerinde nasıl bir etkisi olacak? Öncelikle Türkiye’de bir muhalefet potansiyeli olduğu ortaya çıktı. Siyasal partilerin siyaset yapma anlayışlarının ve biçimlerinin kullanım tarihinin dolduğunu gösterdi. Günümüzde yeni siyaset biçimleri var. Bizde de farklı siyaset yapma pratikleri gelişecektir. Belki, daha önce örgütlü bir mücadelenin içine girmeyi düşünmeyen insanlar STK’lerde, siyasi partilerde daha fazla yer alacak, yeni oluşum arayışlarına girişecekler. Gezi direnişinin hem bireyler hem de gruplar üzerinde değerli bir etkisi olduğu kesin. Büyük ideolojilerin yandaşı olmadan da birtakım değerlere, tercihlere, hayat tarzlarına sahip çıkma duygusunu ve gerekliliğini uyandırdı. Bu iş daha yeni başlıyor yani. Eylemlerin vatandaşın devlet algısında bir kırılmaya yol açtığı, en azından biat kültürüyle hareket edilmeyeceği ortada, peki bunlar devletin vatandaş algısında da bir dönüşüme neden olur mu? Bizim siyasi kültürümüzde devletin vatandaş anlayışı söylediğiniz gibi gayet basittir, vatandaştan itaat etmesi, biat etmesi beklenir. Vatandaşlık ortaya çıktığı tarihsel dönem itibarıyla devletle birey arasındaki hukuki ve siyasi ilişkinin anlatımıydı. Ancak günümüzde bireyler vatandaşlıklarını sosyal olarak ve farklı kimlikleri doğrultusunda kurguluyorlar. Dolayısıyla da Gezi direnişinin başta kent hakkı olmak üzere yeni hak taleplerine, vatandaşlık anlayışlarına, katılım biçimlerine yol açması muhtemeldir ve er ya da geç devlet de bu dönüşümü dikkate almak zorunda kalacaktır. l M arjinal eşittir aykırı. Türk Dil Kurumu’nda böyle açıklanan bu kelime şu sıralar iktidarın dilinden düşmüyor. Üstelik de büyük bir tehlikeyi işaret edermiş gibi bir sunumla. Başta başbakan olmak üzere validen Bülent Arınç’a, Hüseyin Çelik’e kadar bütün yöneticiler Gezi Parkı eylemleriyle ilgili yaptıkları her konuşmada, eylemlerde marjinaller olduğunu vurguluyor. Onlar bunu tekrarlıyor, polis şiddeti tırmanıyor. Sonuç, 22 yaşındaki Abdullah Cömert Hatay’da, 20 yaşındaki Mehmet Ayvalıtaş İstanbul’da, 26 yaşındaki Ethem Sarısülük Ankara’da polis tarafından öldürüldü. Polis memuru Mustafa Sarı ise eylemcileri kovalarken köprüden düşerek öldü. Üstelik 59 kişinin durumu ağır, altısının da hayati tehlikesi bulunuyor. Vahşet bu kadarla da sınırlı değil, 100 kişi kafa travmasına uğradı, 11 kişi gözünü kaybetti, bir kişinin dalağı alındı. Toplamda 7822 kişi yaralandı ve ne yazık ki artıyor, çünkü polis şiddeti hâlâ sokakta, en azından biz bu satırları yazarken öyleydi. Tabii ki iktidarın “marjinal” söylemi de doludizgin devam ediyor. Peki kim bu marjinaller? Marjinal olmak yasadışı olmak mı? Bu söylemler toplumda nasıl bir ayrışmaya neden oluyor? Bunları Galatasaray Üniversitesi Siyaset Bilimi Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Füsun Üstel’le konuştuk. Gezi Parkı olayları başladığından beri hükümetin ağzından düşürmediği bir kelime oldu, marjinallik. Siyaset bilimi literatüründe gerçekten marjinallik diye bir kavram var mı? Daha çok sosyolojinin ve psikolojinin konusu marjinallik, siyaset bilimi görece daha yakın zamanda bu konuyla ilgilenmeye başladı. Kelime üzerinden gidersek sınırda olanlar kastediliyor. Sınırda olmaksa iki şekilde gerçekleşiyor. Bir, sistemle uyuşmadığı, farklı hayat tarzları, tercihleri olduğu için sistem dışı kalmayı, sınırda olmayı, gönüllü olarak kendileri kabul edenler. İkincisi de, sistemin ama sadece devletin değil, toplumun da dışladığı kesimlerden olmak; örneğin çeşitli etnik grupların üyesi oldukları için sistem tarafından tehdit olarak algılananlar... Ama tabii başbakan, marjinal derken aslında muhalefetten söz ediyor. Muhalefeti kendi içinde tasnif etmek, sınıflandırmak istiyor. Çünkü “muhalefete muhalifim” diyemiyor. AKP, on yılı aşkındır sürdürdüğü iktidarında aslında ilk defa bir muhalefetle karşılaşıyor. Tayyip Erdoğan’ın düşünebileceği tek muhalefet parlamentodaki ya da parlamento dışındaki siyasal partilerden gelebilecek olandı . Oysa farklı bir muhalefet biçimi, çok parçalı, eklektik ve bu nedenle de odağı belli olmayan bir toplumsal muhalefet çıktı. Tayyip Erdoğan’ı bu kadar saldırgan yapan da bu şaşkınlık herhalde. Üstelik ne zaman polis şiddeti yükselecek olsa, öncesinde marjinal gruplardan bahsediliyor. Ben meseleyi Tayyip Erdoğan üzerine odaklamayı tercih etmiyorum. O zaman Erdoğan’ın tek adamlık ve mutlak liderlik konumunu olağanlaştırmış, pekiştirmiş oluruz. Ortada bir siyasal parti var, bunun bir siyasi programı, projesi var. Dolayısıyla AKP üzerinden okumak daha uygun. Türk siyasal sisteminde bir temsiliyet sorunu var. Yüzde 10 barajla zaten seçmen iradesinin önemli bir kesimi siyaset dışında kalıyor. Eğer yüzde on baraj olmasaydı ya da çeşitli ülkelerdeki gibi daha aşağı oranda tutulsaydı AKP’nin iktidarı bu kadar mutlak olmayacaktı. Bunun verdiği bir muhalefetsiz iktidara alışma hali var. Gezi direnişiyle ilk kez görece geniş tabanlı bir toplumsal muhalefet dalgası ortaya çıkınca da konvansiyonel siyasette bir odak kayması oldu. Dünyanın çeşitli yerlerinde bu tür muhalefet biçimleri hayata geçirildi ama Türkiye ilk defa bu tür bir muhalefet pratiğiyle karşılaştı.. Buna en yakın kitlesel hareket, 1516 Haziran olaylarıdır, o da daha çok örgütlü işçi kesiminin sokağa dökülmesiydi. Ama Gezi Parkı direnişi son derece farklı bir kitlesellik ve üslupla ortaya çıktı . Bu nedenle de hükümet güvenlik devleti refleksine sığındı. Zaten hükümet Suriye tarafında büyük bir sıkışma yaşıyor. Onun da verdiği bir korku içinde toplumuna korku ve şiddet uyguluyor. Marjinal sözcüğü de bu anlamda planlı bir söylemin parçası. Gezi Parkı’nın içiyle dışını farklılaştırıyor. Böylece iyi ve kötü çocuklar yaratıyor ve şiddetini meşrulaştırmaya çalışıyor... Sanki, içerisi bir Disneyland, orada apolitik gençler var, kendilerini eğlendiriyorlar. Dışarıdakilerse politik, örgütlü. Sonra dışarıyı tekrar farklılaştırıyor. Parçalara ayırarak ve giderek de parçaları küçülterek, muğlak bir marjinal tanımından hareket ederek algıyı Prof. Dr. Füsun Üstel yönetiyor. Sadece Gezi’de değil, Ankara’da, İzmir’de, çeşitli yerlerdeki eylemciler arasında da ayrıştırma yaratıyor. Böl ve yönet politikası. İç ve dış, otoriter rejimlerin kullandığı çok tipik bir söylemdir. Otoriter rejimler ayrımlar koyarak, ayrımları adlandırarak toplumları yönetirler. Bu, AKP’nin sık başvurduğu bir dil. AKP’nin insanların özel yaşamına, bedenlerine, ruhlarına kadar her alana müdahil olma eğilimi de ayrı bir problem. Erdoğan’ın üslubu çok sert ama validen başlayarak, içişleri bakanına, Arınç’a kadar hepsinin kullandığı dil zaten eşitlere ve reşitlere yönelik değil. Toplumu, biz sizin çıkarınızı sizden daha iyi biliyoruz mesajını gönderen, sözde korumaya kollamaya, ikna etmeye ya da tepeden bakmaya ama her halükârda şiddete dayalı bir dil. TDK, marjinali aykırı diye tanımlıyor, ama başbakanın dilinde yasadışına dönüştürülüyor kelime. Nedir marjinal lafındaki korkutuculuk? Marjinal lafı daha yeni. Türkçe’de karşılığı olmadığı için belki özellikle de kullanılıyor. Erdoğan bölgesel aktör olma şansını yok etti Uluslararası ilişkilere nasıl yansıyacak sizce? Türkiye, Tayyip Erdoğan’ın iddia ettiği gibi küresel ya da bölgesel aktör olma şansını kaybetti. Çünkü Türkiye’nin en azından işleyen bir biçimsel demokrasisi, AB süreciyle gelişen bir insan hakları stardartı vardı. Derin bir yoksulluk ve işsizlik problemine karşın hükümetin ekonominin performansına ilişkin iddialarıyla iktidarını konsolide etmeye çalıştığı bir dönemdeydik. Büyü bozuldu. Marjinallik, yurtdışında da siyasilerin kullandığı bir kelime mi? Kullanan Sarkozy’dir, Merkel’dir. Genellikle de belirli siyasi oluşumlar ya da göçmenler söz konusu olduğunda onları bir tehdit öznesi haline getirmek için kullanılır. Bunu 11 Eylül sonrasında da gördük. Amaçlanan, kişiler ya da topluluklarla bir tehdidi bütünleştirerek toplum gözünde onları itibarsızlaştırmaktır. Dünya siyasi literatürüne yeni bir kavram da kazandırıldı bu eylemle, Çapulcu. Sarkozy de çok benzer bir anlama gelen “racailles”, yani ayaktakımı sözcüğünü kullanmıştı. Ondan sonra Paris banliyöleri alev aldı. Ancak Gezi Parkı’nda yer alanları ötekileştirmeye, küçümsemeye yönelik bu söylem, özellikle orta sınıf gibi kaybedecek çok şeyi bulunan, dolayısıyla da muhafazakâr olanlar tarafından çok kolay içselleştirildi, normalleştirildi ve hükümete karşı bir karşı kimlik ve söylem olarak kullanıldı. Çok başarılıydı bence. l C M Y B