02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

4 3 ŞUBAT 2013 / SAYI 1402 Sevdiğinin peşinden giden kadın olamadım Devin Özgün Çınar için hayatında hiçbir şey vazgeçilmez ve kutsal değil. Beklemenin şansına inanıyor. İyileri de aramıyor, onların gelip kendini bulduğunu söylüyor. Sevdiği için durması gerektiğini bilenlerden. Şimdi uzun bir aradan sonra “uyumsuz tiyatro”nun önde gelen temsilcilerinden Eugene Ionesco’nun “Yeni Kiracı” oyunuyla tiyatro sahnesine dönüyor. D bir motivasyonum hiç olmadı. Bazen iyi evin Özgür Çınar, 2006 senesinde oyunları seyredince “keşke oynasam” Timuçin Esen ile aynı sahneyi dediğim de oluyor, kötü oyun izlediğimde paylaştığı Mikado’nun Çöpleri de “iyi ki yokum sahnede” diyorum. Benim oyununun ardından uzun bir ara verdiği hayatım böyle; çok kuvvetli hissetmiyorum tiyatroya döndü. Geçen yıl, Geriye Kalan bazı şeyleri. Hem zaten sevdiğiniz için sinema filminde sergilediği başarılı durmanız gereken zamanları iyi bilmeniz oyunculuğu ile 48. Altın Portakal Film gerekli. Yani mesleğimi sevdiğim için Festivali’nde en iyi kadın oyuncu ödülü yapmadığım çok iş olmuştur! kazanan Devin Özgür Çınar, bu sezon “Uyumsuz tiyatro”nun önde gelen Eugene Ionesco’nun yazdığı ve Laçin temsilcilerinden Eugene Ionesco’nun Ceylan’ın yönettiği “Yeni Kiracı” oyununda “Yeni Kiracı” oyunu bu rol alıyor. Oyun tüketimin anlamda sizi tatmin edip, “iyi dayatıldığı ve bireysel ilişkilerin, buluşmayı” sağlamış olmalı o değer ölçülerinin ve aşkın yerle zaman? bir edildiği hayatlarımızı, Bu oyun plansız, tesadüfen yaşadığımız uyumsuzlukları geldi, çarptı bana! Yönetmen anlatıyor. İnsanın, kazandığı Laçin Ceylan’ı zaten severim, noktada yenilgisinin başladığını oyuna ısındım. Oyuncu ve hayatlarımızın kontrolünü nasıl kadrosunda da Murat Taşkent, kaybettiğimizi gözümüze Fehmi Karaaslan, Özbek Yıldız ve sokuyor. ALİ DENİZ Enginay Gültekin var. Devin Özgür Çınar da oyunda USLU Ionesco’nun oyunları yarım dünyadan alacaklı olduğunu yüzyıldan eski ama günümüzün düşünen ve sürekli talep edip, vahşi kapitalizminin insana dayattığı taciz eden bir kapıcı kadını canlandırıyor. tüketim mantığını harika bir güncellikle Bu komedi karakteri onun için de yeni bir yerden yere vuruyor. Nedir oyunun tecrübe. derdi? Geçen yıl “Geriye Kalan” filmindeki Bir kapıcı kadın, onun çalıştığı eve taşınan performansınızla 48. Altın Portakal’da yeni ev sahibi ve iki de hamal var oyunda. “en iyi kadın oyuncu” seçilmiştiniz ama Yeni ev sahibinin dünya ile tek bağlantısı tiyatroya neredeyse altı yıllık bir ara eşyaları, onlar üzerinden çözümlüyor vermiştiniz. Neler oldu? ruhunu, dünyayı. “Sahip olmakla” derdi var. Tiyatronun kiminle, nerede ve nasıl Hiç kimseyi, hiçbir şeyi görmüyor. Kapıcı yapıldığı kısmıyla ilgiliyim. Hayatımda hiçbir kadın da ondan biraz daha fazla para şey bu anlamda vazgeçilmez ve kutsal koparmak için her türlü oyunu oynuyor. bir yerde durmuyor. Bundan önce Zeliha Ama adam kapı duvar, her türlü tacizine Berksoy ve Timuçin Esen ile iyi bir kimya karşı çiğlikle duruyor. Sahiplenmenin tutmuştu. “Mikado’nun Çöpleri” iyi bir ilkel doğasına bir yolculuk bu oyun, çok oyundu ve “iyi ki yapmışım” diyorum şimdi. fazla katmanı var. Benim rolüm ise sürekli “İyi buluşmaları” bekliyorsunuz yani. dünyadan alacaklı olduğunu düşünen ve Evet, o oyundan sonra beklemeye sürekli talep edip, taciz eden bir kadının koyuldum. İyi buluşmaları arayıp hikâyesi. Bir yandan da çok matrak bu bulamazsınız, onlar sizi arar bulur. O kadın, bir komedi karakteri. Bu anlamda da yüzden de beklemek iyidir. Zaten benim benim için epey yeni sayılır. “tiyatroyu, sinemayı çok özledim” gibi Fotoğraf: VEDAT ARIK “Uyumsuz tiyatro”nun ustası olarak anılıyor Eugene Ionesco. Türkiye gibi uyumsuz bir ülke için en iyi anlatıcı belki de? Yalnızca Türkiye için değil, tüm dünya için. Sanırım oyun 1940’larda yazılmış ve bugün hâlâ aynı şeyi yaşıyoruz. İnsanların içindeki saçma boşluğu doldurmaya çalışmalarını anlatıyor. İçiniz boşsa ya hırsla ya da kapitalizmin oyuncakları ile dolar. Sahip olduğunuz anda değeri gider her şeyin. “Hadi indirim başladı, gidin alın ne kadar gereksiz şey varsa!” diyorum ben buna. Koyduğumuz hedeflerle onlara ulaşmak arasındaki zamana hayat diyoruz. Bu hiç değişmedi, aynılık trajik olan. Herkes farklılaşmak isterken biçilen üniformayı giyiyor. Hayata reflekslerimiz ve ifadelerimiz fabrikasyon, aynı kelimelerle konuşuyoruz. Hissettiğimizi kendi cümlelerimizle değil, kalıpları belirlenmiş sloganlarla anlatıyoruz. Taziye cümlelerimiz bile aynı, bir örnek! Öfkeli misiniz? Öfke kıymetlidir, öfkeli olmamaya zaten imkân yok. Ben insanların öfkeli olmamalarını anlamıyorum. Elbette öfkenin seni yönetmemesi gerekli, çünkü öfke insanı manüpile ediyor ve gerçekten uzaklaştırıyor. Ben öfkemi işime kanalize ediyorum ve hareket etme gücü olarak kullanıyorum. Farkında olarak yola çıkmak önemli, yola çıkmak istemeyene her yol zaten uzun. O yüzden öfkesiz insan marazlıdır. Zaten hiçbir şey olmuyor gibi yapmıyor muyuz? Gözümüzü kapamıyor muyuz? Bu “hiçbir şey olmamış” gibiler beni çok öfkelendiriyor. Gidememek ve kalamamak durumu var mı sizde, ben sizi hep yol üstünde görüyorum? Herkes bana bakınca başka bir şey görüyor. Bazen farklı yerlerde dolaşmanız gerekiyor, duramamak da değil bu. Tutkulu bir kadınım, zamana tapmıyorum, onunla yürüyorum. Ama yalnızca, sırf sevdiğinin peşinden gidemedim ben bir türlü, olamadım öyle bir kadın. Vazgeçilmezlerimin olmaması da bundan. Mekik dokuduğunuz şehirler; İstanbul, Ankara ve İzmir. Bu bir tür şeytan üçgeni. Hangisindesiniz aslında? Hiçbirinde ya da hepsinde... Hiç kalacağımı düşündüğüm bir şehir olmadı İzmir, çocukluğum ve ergenliğim demek öte yandan. Bir gün oradan gideceğimi biliyordum. Ankara kasvetli ve depresifti. İlgilenecek çok şey olmadığı için yalnızca işime odaklanabiliyordum orada. Bu kurnazlık işlerini ve kısa yolları ise İstanbul’da öğrendim. Başka şehirlerde bunlara ihtiyacın olmaz, düşünmezsin kurnazlığı. Bu iyidir, çok canın sıkılır ama iyidir. O yüzden İstanbul’dan korkuyorum, burada ne aradığımı sorduğum da çok oluyor. Sosyal medya ile aranız nasıl, bir yandan büyük bir mastürbasyon aracı. Herkes orada rahatlıyor ama eylem yok? Kontrollü bir bahçe orası. İnsanlar Twitter’da bağırıp çağırıyor. Başkalarının kızgınlıkları ile vicdanlarını temizleyip rahatlıyorlar. Elbette içlerinde değerli olanları da var ama gerisi hikâye. Bir kere Cumartesi Anneleri için Galatasaray’da toplanırken gittiniz mi oraya? Hrant Dink için ne yaptınız? Örnekler maalesef çok. Sosyal medya bir üst kimlik yaratıyor. “Ben de çaresizim, ben de muhalifim, ben de kurbanım ama lafımı esirgemiyorum” diye zırvalıyor insanlar. Bazen çıkıp “hadi dağılın!” demek istiyorum. Ya sanat ve iktidar ilişkisi? Sanatla iktidar hiçbir zaman yansyana gelemez, gelmemeli. Sanat muhaliftir, bununla beslenir ama iktidar sanata yön veremez. Şu an yaşananların sonuçlarını ise belki 15 yıl sonra göreceğiz. O zaman anlayacak herkes durumu. l www.bitiyatro.com S aintExupéry’nin efsane eseri Küçük Prens, Türkiye’de tiyatro izleyicisinin karşısına gözalıcı bir ekiple geldi. Bitiyatro ve Theater an der Ruhr ortak yapımı olan proje, Exupery’nin hayatı ve bu ünlü eserinin yeniden okunması ve yorumlanması üzerine özel bir çalışma olarak sahneleniyor. Tiyatroda farklı kültürlerin karşılıklı etkileşimini önemseyen Avrupa’nın en önemli yönetmenlerinden Roberto Ciulli’nin önderliğinde daha önce Meksika, İran, Irak ve İspanya’da sahnelenen oyunun şimdiki durağı Türkiye. Elbette her oyun, oynandığı coğrafyanın ruh halini yansıtıyor ama bu özel planlanmış bir şey de değil. Metin ve seçilen oyuncular bu değişimi sağlıyor. Roberto Ciulli tiyatronun deli dâhilerinden. Almanya’daki Theater an der Ruhr’un da kurucusu. Theater an der Ruhr’un 12 yıldır başarıyla sahnelenen ve ününe ün katan “Küçük Prens”inin Türkiye versiyonu da oldukça ilginç. Tabii bu bir çocuk oyunu değil, yetişkin çocuklar için bir masal. Ciulli’nin Bitiyatro ekibine getirdiği öneriyle çalışmalarına başlanan yapımda, tiyatro, sinema ve televizyon izleyicisinin yakından tanıdığı Laçin Ceylan ve Nihat İleri oyuncu olarak sahneye çıkıyorlar. İşte Roberto Ciulli hikâyesini anlatıyor: “Tiyatronun dili evrensel, müzikle sözle yoğrulmuş. Küçük Prens ise hepimizin yolculuğu. Senin, benim, bizim ve de herkesin... Herkes masallarla büyür, belki de bizi gerçeğe masallar hazırlıyor. Karl Marx’ın Kapital’i, İncil ve Küçük Prens en çok satılan, en çok sevilen, en tartışılan yani en çok okunan kitaplar. İnsanlar ise çocukluklarını yanlarında taşıyorlar zaten. Oyunda da kadın ve erkek ilişkisinin en sert poyrazını yorumluyorum. Belki de benim ölümle son randevum. Elbette bunun bir son olmadığını bilerek yola çıkıyorum. Benim ‘Küçük Prensim’ ölümle yaşam arasında bir metinden oluşuyor. Geç kalmışlıkla, pişmanlıklar da var bu metnin içinde, son saniyeye kadar korunan umutlar da.” İşin özü Ciulli de Edip Cansever’in şiirindeki gibi bakıyor çocukluğa: “Gökyüzü Gibi Şu Çocukluk Hiçbir Yere Gitmiyor.” Anlatmaya devam ediyor: “Tiyatro ile hayata tahammül edebiliyoruz. Beni yaşamaya tiyatro teşvik etti, baş edebilme isteği ve cesareti tiyatrodan geçer. Sizin ya da insanların ondan uzak kalması da bu gerçeği değiştirmiyor.” SaintExupéry’nin Küçük Prens’i, tüm ülkelerde ilgi uyandırarak tüm dünya dillerine çevrilmiş bir eser. Dünya edebiyatının bu ender klasiğinin Türkiye macerası ise biraz garip. 1980 öncesi ve sonrası yasaklı olan kitap, 2005 yılında da Milli Eğitim Bakanlığı’nın tavsiye ettiği eserler arasından çıkarılmış durumda. Ciulli ise kitap yasaklamanın açıklanamaz bir şaşkınlık olduğunu düşünüyor. Ona göre kitapları yasaklayanlar da bunu neden yaptıklarının gerçek anlamında farkında değiller. Tüm dünyada aptalca nedenlerden kitapların yasaklandığını söylüyor. Ve son sözü Saint Exupery’a bırakıyor: “Artık büyüdünüz ve oldukça ‘tuhaf’sınız. Aramayı unutmak ve gitgide ‘tuhaf’laşmak bir yetişkinlik hastalığıdır belki.” l Bilgi için www.bitiyatro.com Fotoğraf: UĞUR DEMİR SaintExupéry’nin Küçük Prens’i Türkiye’de tiyatro izleyicisinin karşısına Avrupa’nın en önemli yönetmenlerinden Roberto Ciulli’nin önderliğinde geldi. Ciulli, “Küçük Prens”in hepimizin hikâyesi olduğunu söylüyor: “Herkes masallarla büyür, belki de bizi gerçeğe masallar hazırlıyor.” Ama onun oyunu biraz farklı, çünkü küçük prensi epey yaşlı. Ciulli, ölümle umut dolu bir buluşmaya giden “İhtiyar Prens”in hikâyesini anlatıyor. C M Y B Oğuz Kağan Destanı dişil bir romana dönüştü Küçük Prens bizimle büyüyor T ürk tarihinin önemli şahsiyetlerinden Oğuz Kağan’ın öyküsü “Hükümdar” isimli eserle kitaplaştırıldı. Kitabın yazarı Mustafa Çevik, aslen edebiyat öğretmeni, uzun süredir senaristlik de yapıyor. Tarihi destanlara olan ilgisi onu Oğuz Kağan hakkında yazmaya yöneltmiş. Esin kaynağınıysa şöyle anlatıyor, “Halk, kahramanlar, liderler yaratır. Bu kahramanların ilki de Oğuz Kağan’dır. Onun şahsiyetinde gerçek bir liderin etrafında birleşmenin önemini anlatmak isteğim en önemli motivasyonum oldu.” Çevik, kitabını belge niteliğinden çok tarihi bir roman olarak adlandırıyor. Yine de ulaşabildiği tüm kaynaklar üzerinden çok ciddi bir çalışma yaparak hazırlanmış. Belki bu kadar eski bir hikâye anlamını kaybetmiş gibi görünebilir, ama Çevik’e göre o dönemde yaşananların, biraz üzerine kafa yorduğunuzda günümüze ışık tutacak yönü de bir hayli fazla. Kitapla ilgili bir başka ilginç özellikse yine Çevik’in ifadesiyledişil bir roman olması. Her ne kadar hikâyenin öznesi Oğuz Kağan gibi görünse de Çevik’in tarihi gerçekler içinde en çok ilgisini çeken annesi Ay Hatun olmuş. Ataerkil bir gelenekten geldiği düşünülen Türk ve insanlık tarihinde kadın, özellikle de anne figürünün etkinliğini açığa vurması açısından bir hayli önem taşıyor. l
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle