Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
8 ARALIK 2013 / SAYI 1446 5 Müzik derinlere iniyor Ülkemizde tasarım alanının en kayda değer isimlerinden Derin Sarıyer, yıllardır süregelen müzik çalışmalarını artık paylaşmaya karar verdi. Şimdilik tek şarkısını dinliyoruz, ama gerisi çok yakında gelecek. Söyleşiler: DENİZ ÜLKÜTEKİN D erin Sayrıyer, yıllardır babası ve ortağı Aziz Sariyer’le birlikte yürüttüğü Derin Design’da Türkiye’nin yurtdışında en çok ses getiren tasarım markalarında biri haline geldi. Şimdi onu bambaşka bir alanda, “Herkes Bir şeyler biliyor” isimli şarkısını insanlarla paylaşırken gördük. Peki buraya nasıl geldi? Kendisinden dinleyelim. İlk gitarınızı nasıl aldınız? Bağdat Caddesi’nde güzel bir showroom vardı, babamı çekiştire çekiştire oraya götürdüm. Güzel bir akustik gitardı, St. Joseph’te grubumuz oldu. Eğitimimi iç mimari üzerine yapmaya karar verdim. Liseden sonra İtalya’ya gittim. Sonra işime odaklandım ama aklımın bir ucunda, “bir dönem gelecek, ben bununla ilgili birşey yapacağım” bilgisi vardı. Üç sene önce demo geliştirmeye başladım. Artık armoni ve altyapıyı, melodileri planlamaya başladım. Devamında bir buçuk sene önce Oğuz Kaplangi’nin kapısını çaldım. Önce sosyal medyadan peşine düştüm, sonra sokakta gördüm. “Ben de sizi tanıyorum, ama” dedi. “Müzik, filan, ilgim var” bir şeyler yapmamız lazım dedim. Biraz da içgüdüseldi. “Tamam görüşelim” dedi. On şarkı hazırlayıp ofisine gittim. Hiçbir bilgisi yok, ne tür bir şey çıkacağıyla ilgili. Belki tipinize bakıp bir şeyler canlandırmaya çalışıyordu. Tipime baktığında tek canlandırdığı şey, bence mobilya tasarımları. Sohbet de biraz bugüne kadar yaptıklarıma ilgi duyuyor, ama çok da beklentisi yok gibi. İlk şarkıyı koydum, yirminci saniyede durdurdu, “ben bunu yaparım” dedi. Yirmi yıl sonra yaşıyor olursam, “en mutlu olduğum anlardan biri buydu” diyebilirim. Öyle başladık, ama işime yoğunlaşmam gereken dönemler vardı. Bir rahatlama dönemim oldu, hatta Oğuz biraz ümidi kesti. Dört ay önce, “son bir şans ver” dedim, “bundan sonra bu işin üzerine gideceğim.” O sırada Armaggan Art Gallery aradı. Mimar ve tasarımcıların diğer yaratıcı yönleriyle ilgili bri sergi yapılacaktı. O da vesile oldu. Ardından Youtube’da paylaştım. Bazı kanallar arayıp “yer vermek isteriz” dediler. Açıkçası istediğim bir başlangıç oldu. Herkes Bir Şeyler Biliyor’da hissettiğim bir şey var. Bu çocuk işle bütünleşmiş. Kendisini anlatıyor. O şarkı sözü yazarı tavrı vardır ya... Müzikte, melodiyi çok seviyorum. Daha da önemlisi sözlerle ilgili bir derdim, onun temelinde de felsefe ve psikoloji ilgim var. Takip ettiğim çizgi de varoluşsal kaygılar. Varoluşsal psikoloji diye bir tanım da var son otuz yıldır. Aslında en temel meselemiz ama kaygıları ötelemek adına çok da düşünmediğimiz bir alan. Sanırım sorunları ilk elden çözmektense düşünmeye yöneltitği için kaçıyoruz biraz da. Aynen öyle, “Felsefe yapmayalım, toplantımız var şimdi, bir karar çıkacak. Halklar birleşecek.” Tamam da tüm bunların temelinde, “insan nedir” sorusu var. Bununla yüzleşmemek adına da ilüzyonlar üretiyoruz. Bunlar da güzel ama anksiyete yaratan meseleyi, patalojik bir noktaya götürüyorlar. Anksiyete sorun olabilir, ama gerçek. İnsanların sizi bildiği kalıbın dışına çıkmak, ayrı bir heyecan veriyor mu? 24 yaşında olsam, onun tadını da alıyor olmak isterdim. Beni tanıyanlar bildiği için, o şaşkınlık, müzikle bütünleşmelerini engelliyor. Bu olumlu da olabilir, “Bir bu eksikti” şaşkınlığı da, ama geçmesi için biraz zaman gerekiyor. Babanızın müzik konusunda nasıl bir yaklaşımı oldu? Babalarda öyle bir huy vardır ya, takdir hislerini çevreye söylese de karşılıklı olarak pek açık etmezler. O ilişki babamla bende var. Benle ilgili olumlu düşüncelerini daha çok üçüncü ağızlardan duyarım. Müzikle ilgili şunu hatırlıyorum. Sergideki ilk akşam yemek yiyorduk, daha internete bile koymamıştık. Biri “o kanalda yayınlanabilir” gibi bir şey söyledi. Kafasını kaldırıp “bunu yayınlamayacaklar da neyi yayınlayacaklar” gibi bir tepki verdi. Ondan anladım benimsediğini. Şarkılarınızı albüm haline getirmeyi düşünüyor musunuz? Fotoğraf: VEDAT ARIK Albüm şarkıların birbiriyle organik bağı olmasını gerektirir. Bunun yanında, en az on şarkıyı bir arada paylaşalım ki, sonrasındaki performanslar için birikim olsun gibi bir karşılığı var. Fakat canlı performansa dair bir planım olmadığı için, albüm yapayım gibi bir zorlamam yok. Albüm formatı işlevselilğini de yitirmiş durumda, Yerine ne konulacak onu da bilmiyoruz, bir ara dönemden geçiyoruz sanki. Bu durumdan şikâyetçi olanlar da var tabii. Plaktan kasede geçerken şikâyet edenler de olmuştur mutlaka. “Kitap yok oluyor” deniliyor ya, taştan kâğıda geçilirken de, “artık eski tadı kalmadı” denmiştir. İnsan işte öyle bir vaka. O duygu bende yoktur. O yüzden koleksiyon duygusu da hiç gelişmez. Evini antikalarla döşeyen insanlara da birtakım eleştiriler getirmiştiniz. Bence insanlar ofislerle ilişkilerinde, modern tavırlara daha yatkınlar. Çünkü orası mağaralarından çıkıp avlandıkları alan. Orada her şey meşru, ama mağaranıza dönünce, bildiğiniz kodlar üzerinden gitmeye meyillisiniz. Bunu ben de tercih edebilirim, konu o değil, ama psikolojinin en azından farkında olmak konusunda hem işim, hem müzikle ilgili bir heyecanım var. Antika bence önemli, ama bir parçayı antika diye almaktan ziyade onun sizin için bir anlamı olması. “Evi antikalarla dolduralım”, ne oldu? Müze açılabilir öyle. Bunu psikolojik anlamda konformist buluyorum. Bunun varoluşsal bir yanı yok mu? Var, tamam her şeyi tartışalım. Ne düşünüyorsun politikayla ilgili? Tamam benim de söyleyecek bir sürü şeyim var da, bir konuya bakınca o kadar temel bir mesele kendini gösteriyor ki, sadece konuşmak istediğim o oluyor. İnsanlarla konuşurken de bu konular hep ikinci planda kalıyor. O tip durumlarda biraz sıkılıyorum. O yüzden müzik, benim için başka bir ifade ediş şekli. Aslında siyaseti de çok yakından takip ediyorsunuz. Bu konuşmama hali nereden geliyor? Hayır konuşuyorum, ama mesela üçüncü cümlede diğer konuya atlamak istiyorum, orada boşa düşüyorum. Daha küresel ve tarihsel süreçle birlikte değerlendirmeye çalışıyorum. Herkes hayatı bir şekilde anlamlandırırken belli verileri kullanıyor. En altta da bir temel var. O gerçek bir zemin değil, havada uçuyor, ama insan onun tüm varoluşun temeli olduğunu düşünerek eleştirilerini yapıyor. Diğer konuları konuştuğunuzda hitap ettiğiniz kesim çok dar. Bu yüzden Türkiye’de farklı olarak adlandırılınca meseleler, insanın en temel meseleleri. “Bu kadar çok tüketirken nasıl ekolojik olacağız” diyorsunuz. Önemli bir konu bu. Yanlış anlamaya müsait bir durum var. Dünyadaki fuarlara gidiyoruz, ağaçları kökleriyle bulundukları ortamdan çıkarıp, standa kolon malzemesi olarak kullanıp, “biz yeşiliz, ürünleri bizden alın” gibi bir durum oluştu. Bunlar bana çok komik geliyor. Bir şeyi ticari bir meta olarak ortaya koyuyorsanız, bu insanın temel ihtiyaçlarının dışında bir şeyse ve ana amacınız sürdürüebilirlikse, zaten yapmamanız lazım. Bunu bir kere ortaya koyalım. Yapıyorsanız, minimum zararla yaptığınızı kabul etmelisiniz. “Ekoloji bayraktarıyım” diyerek, arkanıza büyük bir sanayi alamazsınız. Ben de işimde gerekli önlemler neyse hepsini almaya gayret ediyorum. Ancak bunu insanları kolay elde etmek adına kullanmayı çok ahlaklı bulmuyorum. l Arşivlik müzik Babylon’da 12 Aralık’ta sahne alacak Public Service Broadcasting, elektronik müziğe farklı bir yorum getirerek müzik dünyasının gündemine oturdu. P ublic Service Broadcasting Londra’dan, kendi müzikleri gibi hızla yükselen bir ses. İngiliz elektronik müzik ikilisi, bu sene içinde çıkan İnform, Educate, Entertain isimli ilk albümleriyle bir hayli ses getirdi. Bunun sebeplerinden biri de şarkılarında sample olarak 20 yüzyılın eğitim, öğretim amaçlı filmlerinden sesler kullanıyor olmaları. PSB’den J. Willgoose, ESQ Babylon’daki konser öncesi bize grubun kökenlerinden bahsetti. İlk önce grubun isminden başlayalım. Nerden ilham aldınız da böyle bir isme karar verdiniz? Grubun ismine, ilk şarkımızı yaptığımızda karar verdik. Fikri gayet güzel özetliyor gibi geldi, ayrıca müziğin kendisinin de bir kamu hizmeti yayıncılığı olduğunu düşünürsek iki anlamlı bir isim. Buralarda özellikle BBC’de oldukça sık kullanılan bir terim ve diğer yayıncılar için de öyle. İlk single’larınız yayınlandığından beri müziğindeki sampling yöntemleri müzik çevrelerinde üzerinde tartışılan bir konu haline geldi. Elbette bunu ilk kullanan siz değildiniz, ama galiba kullanmak için yeni bir yöntem bulmuş gibi görünüyorsunuz. Ben bundan pek emin değilim, ama biraz da olsa farklı yaptığımız şeyin tüm konsepti bu fikirle sarılmış hale getirmemiz olabilir. Bilinçli olarak yaptığımız bir şey değildi. Bu garip canavarın! içinde kendiliğinden büyüdü sadece. Ancak bana sorarsanız, dinleyicilerin hayal güçlerini, diğer sample tabanlı işlerin yapamadığı kadar ele geçiriyor. Yine de bunu yorumlayacak en iyi pozisyonda olan kişi ben değilim tabii. Sample’ları nereden buluyorsunuz? Prelinger Arşivleri’ni karıştırdığınızı biliyoruz. Nasıl bir araştırma yapıyorsunuz? Evet bazıları, Prelinger Arşivleri veya diğer kamusal kaynaklardan alındı, özellikle Amerika’dan aldıklarımız. Öte yandan Britanya’da BFI ve Studiocanal’la da çok iyi ilişkilerimiz var. Bizi bir hayli desteklediler ve arşivlerini kullanmamız konusunda uzlaşmacı davrandılar. Kayıtlarınızda yer alan bütün aktörleri, canlı bir konserde toplama fikriniz varmış. Bu oldukça güzel bir hayal, işin başına dönersek bu seslerin bir müzik olabileceği fikri nasıl aklınıza yerleşti. Sanırım, bizden önce bunu zaman zaman yapan grupları dinleyerek. Manic Street Preachers’ın Holy Bible’ı, ilk Jruassic 5 albümü, The Avalanches ve DJ Shadow, sanırım ilk başta sadece onlara benzemek istiyorduk. Ancak sonuç bambaşka bir şey oldu, müzikle uğraşıyorsanız, böyle şeyler ara sıra başınıza gelebilir. Sinemayla bu kadar içli dışlı mısınız? Evet, sinema ve belgesel izlemeyi çok seviyorum, ama ilk ve tek aşkım her zaman müzik olacak. Grubumuzun arkasındaki motive edici etken de her zaman müzik oldu, film ya da belgeseller değil. Yaptığımız, sadece film ve görsellerin ilham verici yönünü bizi farklı şekillerde yazmak ve üretmek için provoke etmelerini sağlamak. Böylece grubun sound’unun devamlı gelişmesini sağlamak. Kullandığınız bu tekniklere bakarak gelecekte müzikte, enstrümanların önemini giderek kaybedeceğini söyleyebilir miyiz? Hayır, öyle düşünmüyorum. Çok sayıda gerçek enstrüman da kullanıyoruz ve müziğimiz için vazgeçilmez olamaya hep devam edecekler. Canlı performanslarımızın başarılı olmasının sebebi de bu bence. Eğer bunu kaybedersek, grubun sonu gelmiş demektir, bu yüzden dediğiniz hiçbir zaman olmayacak gibi görünüyor. l Erik Orsenna Kâğıt Yolunda KÜRESELLEŞME ÜSTÜNE KÜÇÜK ELKİTABI Parşömenin ilk kez Bergama'da yapıldığını biliyor muydunuz? Ya da Avrupalıların bugünkü anlamda kâğıt yapımını esir aldıkları iki Arap korsandan öğrendiklerini.. Kâğıt Yolunda, kâğıtlardan ve kitaplardan her zaman heyecan duymuş olanlar için benzersiz bir kitap. Basılı kitabın geleceği tartışıladursun, "Çocukken Tenten olmak isterdim, işte oldum," diyen, yorulmak bilmez gezgin Orsenna, bizi kâğıt yolunda zevkli bir dünya turuna çıkarıyor. Antik şehirlerde, ormanlarda, ırmak kenarlarında geçen bir hikâye bu: Doğuda Japonya ve Çin'den batıda Kanada'ya, kuzeyde Finlandiya ve İsveç'ten güneyde Brezilya'ya, otuz kadar ülkeyi dolaşıyor, kâğıdın geçmişteki ve bugünkü üretim merkezlerini bir bir ziyaret ediyor, kâğıtla ilgili her şeyi uzmanından dinliyoruz. Kitaplarıyla çok sayıda ödüle layık görülmüş bir küreselleşme iktisatçısı olan Orsenna, kâğıdın 2200 yıllık tarihini katederken bir yandan da kâğıt üretiminin teknoloji ve çevreyle ilişkisini anlatıyor, gezegenimizin bugününü ve muhtemel geleceğini anlamak isteyenler için çok zengin bir malzeme sunuyor. Çeviri: Akın Terzi Metis Edebiyatdışı 256 sayfa İmtiyaz Sahibi: Cumhuriyet Vakfı adına Orhan Erinç Genel Yayın Yönetmeni: İbrahim Yıldız Yayın Yönetmeni: Miyase İlknur Görsel Yönetmen: Aynur Çolak Sorumlu Müdür: Aykut Küçükkaya Yayımlayan: Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ İdare Merkezi: Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sok. No: 2 34381 Şişli / İstanbul (0212) 343 72 74 (20 hat) Reklam Genel Müdürü: Özlem Ayden Genel Müdür Yardımcısı: Nazende Körükçü Reklam Koordinatörü: Hakan Çankaya Reklam Müdürü: Beste Paydaş Ertan Rezervasyon Yönetmeni: Onur Tunalı (0212) 251 98 74/75 (0212) 343 72 74 (554555) Baskı: DPC Doğan Medya Tesisleri Hoşdere Yolu 34850 Esenyurt / İstanbul Cumhuriyet gazetesinin parasız pazar ekidir / Yerel süreli yayın / cumdergi@cumhuriyet.com.tr Kâğıt üretimindeki kaynakları, farklı yöntemleri, türleri, yeni teknolojileri ve kâğıdın kullanım alanlarını titiz ve tatlı dilli bir kalemden okuduğumuz Kâğıt Yolunda, yazarın daha önce yayınladığımız Pamuk Ülkelerine Yolculuk'u gibi, küreselleşme olgusunu dünya çapında üretilen ve dağıtılan tek bir ürünün oluşturduğu ağlar üzerinden aydınlatan, zevkle okunan bir röportaj. metis İpek Sokak 5, 34433 Beyoğlu, İstanbul T 212 2454509 F 212 2454519 E bilgi@metiskitap.com W metiskitap.com C M Y B